HACI HAFIZ HASAN AKKUŞ
Hacı Hafız Hasan Akkuş, geçmiş dönemlerde YABANABAD olarak isimlendirilen Kızılcahamam-Çamlıdere yöresinin yetiştirdiği en büyük Kur’an okuma üstadıdır.
Doğumu, Eğitimi, Askerliği, Evliliği, ilk Görevleri
Hacı Hafız Hasan Akkuş, geçmiş dönemlerde YABANABAD olarak isimlendirilen Kızılcahamam-Çamlıdereyöresinin yetiştirdiği en büyük Kur’an okuma üstadıdır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş, 1885 yılında Kızılcahamam İlçesinin Beşkonak (eski adı: Gürcü) köyünde dünyaya geldi. Baba adı; Osman, ana adı; Kezban’dır. Babası Osman Efendi genç yaşında İstanbul’a çalışmak üzere gitmiş, 1889 yılında bir köy heybesine koyarak henüz 4 yaşındaki oğlu Hasan’ı da İstanbul’a götürmüştür.
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un öğrencilerinden Hafız Ali Osman Atakul, Akkuş’un babası Hacı Osman Efendi hakkında şu bilgeleri veriyor:
- Hafız Hasan Akkuş hocamın babası Osman Efendi, 85 yaşında rahmetli oldu. Ben bir süre hocamın evinde kaldım. O sırada Hacı Osman Efendi yarı felçli idi. Kolundan tutar camiye götürürdüm. Ona “Hacıbaba” derlerdi. Hacı Osman Efendi Eminönü Arpacılar Camii’nde müezzinlik yapmış. Köyünde ken yörenin ünlü güreşçilerindenmiş.
Oğlu Hasan’ı 3-4 yaşındayken atın heybesinin bir gözüne koyarak Ankara’ya kadar getirmiş. Hocam Hafız Hasan Akkuş “ben atın heybesinde Ankara’ya kadar geldiğimi, oradan da İstanbul’a trenle gittiğimi hatırlıyorum” derdi. Bizim hafızlık cemiyetimizin yapılacağı gün hocamızın babası vefat etti. Cenaze işlerinin bir kısmını bir öğrencisine havale ederek, Akkuş Hocamız hafızlık cemiyetinde buna rağmen bulundu, ağladı, cemaati ve bizleri de ağlattı. Hafızlık cemiyetimize katılanlar ile birlikte topluca gittik, Akkuş Hocamız babasının cenaze namazını kıldırdı. Biz de peşinde kıldık.
Hasan Akkuş hocanın annesi Kezban hanım muhtemelen köyünde vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un gençlik yılları İstanbul Sirkeci semtinde geçmiştir. İlk dini bilgileri babasından almıştır. İlk öğrenimini Hamidiye Mektebinde tamamlamıştır. Daha sonra hıfza başlamıştır. Hıfz hocası Eyüp semtindeki Kızıl Mescid İmam-Hatibi Hafız Hüsnü Efendi’dir.
Hafız Hasan Akkuş, daha sonra Ayasofya Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokul) girmiş, 1912 yılında rüştiyeden mezun olmuştur. Daha sonra Darü’l Hilafeti’l Aliyye medreselerinden Ayasofya Medresesi’ne girmiştir. Medresede öğrenci iken fiilen dini hizmet mesleğini uygulamaya başlamış, 1913 yılında Çemberlitaş Dizdariye Camii müezzinliğine atanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ve müttefiklerinin yanında 1.Dünya savaşı’na katılması üzerine medrese öğrencisi ve Dizdariye Camii müezzini Hafız Hasan Akkuş, 1915 yılında kısa bir eğitimden sonra silah altına alınmış ve Yemen Cephesine gönderilmiştir. 1. Fırkaya bağlı İstihkam Bölüğü yedek subay vekili olarak görevlendirilmiş ve burada savaşın bütün acılarını yaşamıştır. Sonunda İngilizlere esir düşmüştür.
Tutsaklık döneminin tüm sıkıntılarını çekerken, tutsaklıktan kurtulduğu taktirde kendisini Kur’an hizmetine adayacağına dair Yüce Allah’a söz vermiştir. 1918 yılında 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine tutsaklıktan kurtulmuş, İstanbul’a dönerek Dizdariye Camii müezzinliği görevine yeniden başlamıştır. Ancak, medrese eğitimini tamamlayamamıştır.
Hasan Akkuş 1940 yılında 2. Dünya Savaşı nedeniyle ikinci kez silah altına alınmış ve Doğu Cephesi’ne gönderilmiştir. Bu cephede bir yıl kadar yedek subay olarak görev yaptıktan sonra terhis olup, İstanbuldaki görevlerine geri dönmüştür.
Hasan Akkuş Kur’an’a hizmet sözünü yerine getirmek için öncelikle bu alandaki eğitimini tamamlamak istemiş ve Tabak Yusuf Camii imam-hatibi Reisü’l Kurra (Kur’an Okuyucuları Başkanı) Hacı Hasan Efendi’ye öğrenci olmuştur. Bu zattan “SEB’A” ve “AŞERE” seviyesinde Kur’an okuma ilmi almıştır. Bu arada spor ile de ilgilenmiştir. Fatih Spor Kulübü onun sık sık uğradığı yerlerden olmuştur.
Hafız Hasan Akkuş, 1923 yılında Galata Arap Camii imam-hatipliğine atanmıştır. 1926 yılında Nuruosmaniye Camii hatibi ve ikinci imamı olmuştur. Bu dönemde Seher Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Hayrunnas, Hayrunnisa ve Osman isimli çocukları dünyaya gelmiştir.
Bu resmi bize göndererek sizlerle buluşmasına vesile olan Hüseyin Yılmaz Gemici'ye teşekkür ederiz.
Kur’an Eğitimi Hizmetlerine Başlaması
Türk toplumu 1923 yılından itibaren cumhuriyet idaresi ile yönetilmeye başlamıştır. 1923-1949 yılları arasında din eğitimine baktığımızda, çok geri, kuru ve olumsuz uygulamalarla karşılaşmaktayız.
Halbuki, dini öğrenme ve öğretme faaliyeti her dindar insan için vazgeçilmez bir görevdir. Bu konuda, cumhuriyetin kurucusu Atatürk: “Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz müsabiyiz (eşitiz) ve dinimizin ahkamını (hükümlerini) mütesaviyen (eşit olarak) öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir.” demiş olmasına rağmen, 1923-1949 yılları arasında Kur’an kursları dışında (1924-1932 yılları arasında kısmen ve yetersiz şekilde imam-hatip okulları eğitim ve öğretime devam etmiş ise de) bir din eğitim ve öğretim hizmeti kalmamıştır.
O yıllar diyanet hizmetleri ve din eğitimi açısından çok sıkıntılı yıllar ve günler olmuştur. Menemen olayı ve başka olaylar bahane edilerek birçok din bilgini kovuşturmaya uğramış ve çok sıkıntılı günler yaşanmıştır. Hafız Hasan Akkuş, bu çok sıkıntılı koşullar altında dahi İngilizlere tutsak olduğu günlerde Yüce Allah’a verdiği sözü unutmamıştır.
Bu sözün gereği olarak herhangi bir resmi görev ve ücret karşılığı olmaksızın, hatta resmi makamların da bilgisi ve izni dışında Nuruosmaniye Camii kayyımhanesinde Kur’an öğretimi çalışmalarını başlatmıştır. Hafız Hasan Akkuş, bu koşullar altında Kur’an öğrenimini devam ettirirken zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi hastalanmış ve tedavi için İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi’ne yatırılmıştır.
Menemen hadisesi bahane edilerek din adamları arasında yapılan yersiz tutuklamalara, din eğitiminin yok denecek düzeye indirilmesine karşı gerekli tavrı koymadığı düşüncesi ile İstanbul din görevlileri Rıfat Börekçi Hoca’ya kırgındırlar.
Bu nedenle İstanbul hocaları Rıfat Börekçi Hoca’yı hastanede ziyaret etmemişlerdir. Sadece Hafız Hasan Akkuş arkadaşı ve dostu Ayasofya Camii imam-hatibi Hafız İdris Okur’u yanına alarak Rıfat Börekçi Hoca’yı hastanede ziyaret etmişlerdir. Hastalağı iyileştikten sonra hastaneden çıkan Rıfat Börekçi Hoca, nekahat dönemini Hasan Akkuş’un Nuruosmaniye Camii lojmanında geçirmiştir, onun değerli konuğu olmuştur.
Bir gün Hasan Akkuş, Nuruosmaniye Camii kayyımhanesinde öğrencilerinin derslerini dinlerken Rıfat Börekçi Hoca ansızın Nuruosmaniye Camii kayyımhanesine girivermiştir. Hasan Akkuş’un telaşla ayağa kalkalarak Hoca’nın eline sarıldığını gören öğrenciler baskına uğradığını sanarak dışarı kaçmak isterler.
Hasan Akkuş talebelerini teskin ederek yerlerine oturtur ve Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye dönerek: “Bak Efendi Hazretleri! Allah’tan korkuyoruz, bu çocukları okutuyoruz. Sizden korkuyoruz, kaçacak yer arıyoruz. Allah rızası için buna bir çare bulun…” der. Bunun üzerine Rıfat Börekçi Hoca da Ankara söyleyişi ile “Hassen Efendi! Ben bir Engürü’ye varayım. Bizim Kemal ile (Atatürk) bir görüşeyim.” der ve Nuruosmaniye Kayyımhanesindeki Kur’an öğretimini bir süre izler.
Ankara’ya döndüğünde bu sözünü unutmaz. Hafız Hasan Akkuş’un İstanbul ikinci hafız öğreticiliğine atanmasını sağlar. Hacı Hafız Hasan Akkuş’un gizli Kur’an öğretimi çalışmaları böylece sona ermiş, 28.10.1934 tarihinden itibaren Nuruosmaniye Kayyımhanesinde de olsa resmi hafız muallimi olmuştur.
1936 yılında Nuruosmaniye Camii Baş İmam- Hatipliğine de atanan Hafız Hasan Akkuş, 1926-1940 yılları arasında tam 16 yıl süre ile Kur’an öğretimini Nuruosmaniye Kayyımhanesinde sürdürmüştür. Öğrencilerini çok ilkel şartlar içerisinde caminin mahfel kısımlarında barındırmıştır.
Kur’an Öğretim Hizmetlerine Yeni İmkanlar Kazandırması
1924 yılında “TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU” çıkarılmış, din eğitim ve öğretimi tamamı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın tekeline alınmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönetimindeki tek “din öğretim kurumu” Kur’an kurslarıdır. Bu kurslar da Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar tarafından aynı kanun gereğince Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınmak istenmiş ise de zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi bu kursların birer ihtisas okulu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı yönetiminde kalmasını (ve hatta sayılarını artırmayı) başarmıştır.
1924-1949 yılları arasında din eğitim ve öğretiminin çok geri, kuru ve yetersiz hale gelmesi, halkın ve dindar çevrelerin harekete geçmesine neden oldu.Ülkenin çeşitli yerlerinde köylere kadar uzanan gizli din eğitimi dönemi başladı. Jandarma’nın ve ilköğretim müfettişlerinin çeşitli baskılarına karşın, çok zor şartlar altında, tıpkı Hafız Hasan Akkuş benzeri sorumluluk duyguları ile hareket eden bir takım kimseler bu eğitimi sürdürdüler.
Buralarda ilk eğitimlerini alan Anadolu çocukları, eğitimini sürdürmek için İstanbul’a gittiler. İstanbul’da sığınacak yer ve öğretimlerini ilerletecek yetkili öğretmen aradılar. Hafız Hasan Akkuş, bu yoksul Anadolu çocuklarını şefkat kanatları altına alanların başında gelir. Bunlar arasında; Gönenli Mehmet Efendi, Hacı Fahri Kiğılı, Ermenekli Saffet Efendi, Süleyman Hilmi Tunahan vb. de zikretmeliyiz. Yüce Allah, hepsine geniş rahmetini esirgemesin.
Hafız Hasan Akkuş, 1926-1940 yılları arasında Kur’an öğretimini Nuruosmaniye Camii Kayyımhanesinde sürdürmüştü. Taşradan gelen öğrencilerini cami mahfellerinde barındırmıştı.
Ancak artan öğrenci sayısı karşısında artık bu imkanlarla eğitim ve öğretimin devam edemeyeceğini görüyordu. Özel bir dershanesinin, öğrencilerini barındırabileceği bir yurdun olması gerekiyordu. Bu amaçla harekete geçti. Nuruosmaniye Camii külliyesinde bulunan mütevelli odası ile 12 odalı medrese bu hizmetler için en uygun yerlerdi. Mütevelli odası Vakıflar İdaresinin deposu olarak kullanılıyordu.
Medrese, içinde oturulamayacak kadar yıpranmıştı. İşe mütevelli odasından başladı. Buranın dershane olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Kur’an kursuna verilmesini istedi. Fakat, vakıflar yönetiminin ters tepkisi ile karşılaştı. Uzun bir mücadele başlattı.
Başta zamanın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki ve İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen olmak üzere çeşitli özel ve resmi kişilerden destek aldı. Beş yıl süren uzun bir uğraştan sonra, Nuruosmaniye Camiinin mütevelli odası 1945 yılında Hafız Hasan Akkuş’un şahsına beş lira aylıkla kiralandı.
HASAN AKKUŞ DERSHANESİ böylece Kur’an hizmetine başlamış oldu.Hafız Hasan Akkuş, Nuruosmaniye Külliyesi’nin 12 odalı medrese bölümünün, öğrencilerine yurt olarak verilmesi için 1946-1950 yılları arasında tam beş yıl mücadelesini sürdürdü.
Tamamen yıkılmış, yıpranmış ve bakımsız halde bulunan bu medreseyi de kendi adına yıllık 48 lira karşılığında kiralamayı başardı.
Medresenin onarım işlerini yakın dostu Eskişehirli Hacı Süleyman Çakır’a yaptırdı. O günün parası ile Hacı Süleyman Çakır, bu bakımsız ve yıpranmış haldeki medresesinin tamirine 25.000.- lira harcamıştır. Yüce Allah hayrını kabul eylesin, kabrini Kur’an’ın nuru ile aydınlatsın. Böylece, Hasan Akkuş 1940-1950 döneminde yurdumuzda ilk yatılı Kur’an kursu modelini gerçekleştirmiştir.
Bir taraftan Nuruosmaniye Camiindeki imamet ve hitabet görevini yürütürken, diğer taraftan başarılı bir organize ile Kur’an eğitim ve öğretim hizmetinin de yolunu açmıştır.
Hafız Hasan Akkuş, Kur’an’ı Kerim eğitim ve öğretimi hizmetinde, kendine has eda, sada ve Kur’an’ı Kerim okuyuşu ile İstanbul hafızları arasında ön sıraya çıkanlardan biri, belki de birincisi idi. Hasan Akkuş ülkemizin en ünlü Kur’an okuyucuları arasında anılır olmuştu. Onsuz yapılan dini toplantılar tatsızdı. O birçok dini toplantının vazgeçilmez davetlisi idi. Bu maksatla sık sık ülkenin çeşitli yerlerindeki dini toplantılara çağırılııyordu.
Anadolu ve Rumelinin çeşitli il ve ilçelerinden İstanbul’a gelenler Onun arkasında bir sabah namazı kılmaktan büyük zevk alırlardı. Özellikle ticari amaçlarla gelenler Sirkeci ve Mahmutpaşa semtlerindeki otellerde gecelerler, yatsı ve sabah namazlarında Hafız Hasan Akkuş’un arkasında namaz kılmayı, Onun namaz içindeki ve dışındaki Kur’an okuyuşlarını dinlemeyi kaçırılması mümkün olmayan fırsatlar sayarlardı.
Hafız Hasan Akkuş, böylece İstanbul içinde ve dışında Müslüman halkımız arasında büyük bir ün kazanmış, çoğu zengin ve şöhretli kişilerin dostluklarına muhatap olmuştur. Onun dilekleri bu kişiler yanında yerine getirilmesi gerekli emir sayılmıştır.
1950-1960 dönemi Hafız Hasan Akkuş’un en verimli hizmet yıllarıdır. Bu dönemde öğrencilerinin sayısı yıldan yıla artarak devam etmiştir. Gene bu dönemde ülke çapında şöhretini artıran, ancak siyasi bir sıkıntı ve krize sebep olan KORE MEVLİD’İ vesilesi ile davetli olarak katıldığı mevlidin duasını yaparken, heyecanla söylediği “Allah bu Rus milletini kahr-ü perişan etsin.” sözleri ile dilden dile dolaşır olmuştur. Duadaki bu sözler yüzünden zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki çok sıkıntılar yaşamıştır.
(Buraya kadar olan kısımların hazırlanmasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi Recep Akakuş’un Diyanet İlmi Dergisi C.3, S.24, S.75-76-77, Yıl 1988’de yayımlanan makalesinden yararlanılmıştır.)
Hafız Hasan Akkuş, bu dönemde birkaç kez hacca gitmiştir. 1953 yılında hizmet dışı kalacak kadar ağır bir felç hastalığı geçirmiştir. Bu hastalık öğrencisiMehmet Mandal’ın anlattığına göre; “iç gömleğini Mekke’ye gönderip zemzem ile yıkatarak Kabe duvarlarına sürdürüldükten sonra getirilip giymesi ile”, bir başka öğrencisi Maltepe Camii müezzin kayyımlığından emekli Yakup Dinç’in anlattığına göre; “bizzat kendisinin doktor tavsiyesine uygun olarak hocasına 7 gün süre ile yaptırdığı masajlar sonunda şifaya kavuşmuştur.”
Kur’an Eğitim ve Öğretiminin Sona Ermesi, Vefatı, Cenaze Namazı ve Defni
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinden sonra imamet hizmeti ile Kur’an öğretim hizmetinin aynı kişi tarafından yürütülmesi uygulamasına son verildi. Bu nedenle, Hacı Hafız Hasan Akkuş imamlık ve hatiplik hizmetini tercih ederek Kur’an öğreticiliği görevini 18.07.1960 tarihinde sona erdirdi.
Böylece 34 yıllık Kur’an öğretim hizmeti son buldu. Yaşı da hayli ilerlemişti. Daha uzun süre Kur’an öğretimi hizmetini yürütemeyecekti. Her gün yüzlerce öğrenci ile uğraşmak çok yorucuydu. Buna rağmen imam-hatiplik görevini bırakmamıştır. Bir on yıl daha bu görevini sürdürdü.
Ömrünün 75. yılında 30.08.1970 tarihinde kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 1913 yılında Çemberlitaş Dizdariye Camii müezzini olarak başladığı dini hizmetlerini 1970 yılında 57 yıl sonra Nuruosmaniye Camii Baş İmam-Hatibi olarak bitirdi.Hacı Hafız Hasan Akkuş hocanın başlattığı Kur’an öğretim faaliyeti kendisinden sonra da devam etmiştir.
Bu kurs halen verimli bir şekilde onun öğrencileri veya öğrencilerinin öğrencileri tarafından devam ettirilmektedir. Hacı Hafız Hasan Akkuş’tan sonra Nuruosmaniye Camii İmam-Hatipliğine atanan Recep Akakuş (daha sonra Eminönü İlçe Müftülüğüne atanmış) bu görevleri sırasında Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nun daha modern maddi imkanlara kavuşturulması için ciddi çabalar harcamış, bu kursun tanıtımı ve gelişimi için büyük emek sarfetmiştir. Bu nedenle, Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nu tanıyan, seven ve destekleyenler “ Hasan Akkuş kurdu, Recep Akakuş korudu” demektedirler.
Hacı Hafız Hasan Akkuş hoca, 08 Ocak 1972 tarihinde 87 yaşında Yüce Yaradanına kavuştu. Cenazesi Nuruosmaniye Camiine getirildi. Cenaze namazı dostu ve arkadaşı Bayezit Camii Baş İmam-Hatibi Hacı Hafız Abdurrahman GÜRSES tarafından kıldırıldı. Cenazeye geniş bir katılım oldu. Namazdan sonra öğrencilerinin ve dostlarının omuzlarında taşınarak, Levent Zincirlikuyu aile mezarlığında defni yapıldı. Kabri kıyamet gününe kadar Kur’an’ın nuru ile aydınlansın.
Fiziki Görünümü ve Kişiliği
Hafız Hasan Akkuş fiziki görünümü itibariyle orta boylu, beyaz çehreli ve pehlivan yapılıdır. Yüzüne güzellik veren beyaz bir sakalı vardı. Şakacı bir mizaca sahipti. Aşırı ciddiyetten hoşlanmazdı. Dostları ile şakalaşmadan edemezdi. “Şak, Şak” lakaplı dostu Mithat KERSE, onun en çok şaka yaptığı dostu idi. Hayalci değildi. Uygulama şansı olmayan fikirlere değer vermezdi. Böyle düşünenleri, savunanları da dinlemezdi. Eli açıktı, yemeyi ve yedirmeyi severdi. Öğrencisi Yenimahalle Hacı Baki Camii emekli imamı Mehmet Mandal anlatıyor:
- Hafız Hasan Akkuş, Ayasofya Camii imam-hatibi İdris Okur ile yakın arkadaş ve dost imişler. Her ikisi de âmâ hafız Halil Efendi’den Kur’an okuma tavrı açısından yararlanmışlar. Mukabele, mevlit ve hatimlerde beraber bulunmuşlar. Aralarında hizmete ve sevgiye dayanan bir arkadaşlık ve dostluk kurulmuştur. Şakacı mizacı gereği Hasan Akkuş birlikte yolda yürürken Hafız İdris Okur’a şaka yapmak için çelme takarmış. Bu çelmelerle sendeleyen İdris Efendi “Hasen Efendi kardeşim yapma!” dermiş. Yüce Allah her ikisine de geniş rahmetini esirgemesin. Hacı Hafız Hasan Akkuş, her seviyeden halkla iyi ilişki içinde olurdu. Nuruosmaniye Camiinin ayyaşları dahi ona sevgi ve saygı duyardı. Onların dahi olur-olmaz isteklerini yerine getirirdi. Öğrencisi emekli Ankara imamlarındanAli Osman Atakul anlatıyor:
-Bir gün Akkuş Hoca Nuruosmaniye semtindeki köfteci Hacı Nuri’nin lokantasında otururken semtin ayyaşları sarhoş olarak lokantanın önünden geçerken Hocayı görmüşler. “Hocam! Güzel sesinle bize bir gazel söylesen” demişler. Akkuş Hoca hemen elini kulağına atmış bir gazel söylemiş. Sarhoşlar gittikten sonra lokantasında oturduğu Köfteci Hacı Nuri, Akkuş Hoca’ya “Hoca Efendi, bu ne hafifliktir. Sana, sarhoşlara gazel söylemek yakışıyor mu?” diye serzenişte bulunmuş. Bunun üzerine Akkuş Hoca, “Hacı Nuri, ne yapalım. Ezelde Yüce Allah insanlara kaderlerinde bölüştürme yaparken hafifliği bana, ağırlığı da Ayasofya Camii İmam-Hatibi Hafız İdris Efendi’ye vermiş.” diyerek karşılık vermiş.
Öğrencisi emekli imam Mehmet Mandal anlatıyor:
- Akkuş Hoca, arkadaşı ve dostu Bayezit Camii İmamı Abdurrahman Gürses ile Bayezit Camiinden çıkmışlar. Sokakta yürürken esnaftan biri Akkuş Hoca’ya “Hocam işimizin yoğunluğundan güzel sesinizle okuduğunuz Kur’an’ı dinlemeye gelemiyoruz. Ne olur şuraya oturup, bir Kur’an okur musunuz.” deyince, Hoca hemen oracıkta bir sandalyeye oturup, kısa birkaç ayet okuyuvermiş. Arkadaşı çok titiz mizaçlı Abdurrahman Gürses bu tutumunu hoş karşılamadığını söyleyince, Akkuş Hoca, “Abdurrahman Efendi kardeşim, bu insanın isteğini geri mi çevirelim?” demiş.
Yine Mehmet Mandal anlatıyor:
- Akkuş Hoca bir Cuma hutbesinden dolayı emniyet tarafından karakola çağrılmış. Cami cemaati korkmuş, fazla ilgilenememişler. Fakat Nuruosmaniye semtinin sarhoşları Akkuş Hoca’nın karakola çağrıldığını duymuşlar, hemen karakola gitmişler ve ilgililer ile görüşerek Akkuş Hoca’yı karakoldan çıkarmışlar.
- Akkuş Hoca’yı (Ankara’dan) ziyarete iki hanım gelmiş. Hanımlardan biri safra kesesi hastalığının olduğunu söylemiş. Hoca, bu hanıma “Hiç merak etme senin göğsünü yarıp, çıkarırız” demiş.
- Akkuş Hoca’nın talebesi Hafız Esad Gerede hasta olmuş. Hastanede yatarken Akkuş Hoca ziyaretine gitmiş. Esad Hoca yatakta kıvranırken, Akkuş
Hoca “Esad, ne kıvranıp, ah-poh edip duruyorsun. Sen gidersen arkandan da bizler geliyoruz.” demiş. Görülüyor ki, Akkuş Hoca kadere razı, her tür halk insanı ile hoş geçimli bir kişiliktir. Akkuş Hoca, hem devlet adamları ile hem de halk ile yakın ilişki kurmayı en üst düzeyde başarmıştır. Dostlarının olanaklarından yararlanarak bir çok öğrencisinin barınma, beslenme ve giyim ihtiyaçlarını karşılamıştır. Nimet Abla, Hacı Süleyman Çakır, Abdurrahman Cansu, Halil Karaca, Hacı Fahri Kiğılı bunlar arasındadır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş, güreşçi bir babanın oğludur. Babası Osman Efendi Kızılcahamam yöresinin namlı bir güreşçisidir. Çevresinde onun sırtını yere getiren kimse yoktur. Akkuş Hoca da pehlivan yapılıdır, güreş meraklısıdır. Bu spora tutku derecesinde ilgi ve sevgisi vardır. Rüştiyede (ortaokul) öğrenim gördüğü sırada Yakup Hoca ismindeki bir güreş antrenöründen özel güreş dersleri almıştır. Öğrencilerinden yetenekli gördüklerini de bu spor türüne yönlendirmiştir. Öğrencisi ve Akkuş Hoca’nın köylüsü Ankara Maltepe Camii emekli müezzini Yakup Dinç anlatıyor:
- Ben, Akkuş Hocamın 20 günlük öğrencisi idim. Hocam, beni bir gün bir taksiye bindirdi, Vefa Bozacısı İsmail Hakkı Vefa’nın, bozacı dükkanına götürdü. Ona dedi ki; “Sana bir somun pehlivanı getirdim. Masrafları bana aittir. Bunu kulübe yaz, güreş sporunda yetiştir.” İsmail Hakkı Bey Fatih Spor Kulübü’nün başkanı idi. Hocanın ricası üzerine beni kulübe öğrenci olarak kaydetti ve bütün masraflarımı da kulüp karşıladı. Ben kısa zamanda güreşte başarılı oldum, seçmelerde birincilik başarısı aldım. Madalyamı hocama götürdüm. Madalyamı görünce çok heyecanlandı. O sırada (1953 yılı) bir felç hali vardı. Madalyamı aldı, yastığının altına koydu. Gelen ziyaretçilerine benim madalyamı gururla ve öğünerek gösteriyordu. Doktorlar felç durumunu atlatması için bir masaj türü önermişlerdi.Masajı oğulları yapmak istiyordu. Hocam, masajı benim yapmamı uygun gördü. Hocama bir hafta masaj yaptım, Allah’ın izni ile şifa buldu, camideki görevine yeniden başladı.Hafız Hasan Akkuş, güzel sese de aşıktı. Gene öğrencisi Mehmet Mandal anlatıyor:
Akkuş Hoca, gençliğinde Tepebaşı Gazinosunda Safiye Ayla, Hafız Burhan ve benzeri ses sanatçılarını dinlemeye gidermiş. Bu durum İstanbul Müftüsü Fehmi Efendi’ye şikayet edilmiş. Müftü Akkuş Hocayı çağırmış, şikayeti anlatmış. Akkuş Hoca, istifa dilekçesini Müftünün önüne koymuş. Müftü Fehmi Efendi dilekçesini geri aldırmış. “Bildiğin gibi hareket et.” demiş.İstanbul’un mevlit okuyucusu Mecit Sesigür vefat edince, Akkuş Hoca “Bugün Mecit Sesigür’ü değil, Mevlit’i gömdük” demiş.
Öğrencileri, Kur’an Öğretim Metodu ve Öğrencileri ile İlişkileri
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un öğrencileri çoğunluğu itibari ile Anadolu’nunçeşitli köy ve kasabalarında hafızlığını tamamladıktan sonra Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun okuma tekniklerini (kıraat, eda ve sada eğitimi) ve tecvit öğrenmek için İstanbul’a gelmiş gençlerdi.
Barınma imkanlarının yok denecek kadar az olması nedeniyle öğrenci kabulünde seçici davranırdı. Kendi hemşehrisi olan Kızılcahamam – Çamlıdere yöresi çocuklarına ve sesi güzel olana, gırtlak yapısı Kur’an okumaya yetenekli bulunanlara öncelik tanırdı.
İstanbul’da kalacak yeri olanlar ile İstanbul’da başka yerlerde barınma yerleri olan gençlere de öğrencileri arasında yer verirdi. Bu nedenle zaman içerisinde barınma imkanlarına yatılı medrese imkanlarının katılması ile öğrencilerinin sayısı değişik zamanlarda farklılıklar sergilemiştir. Zaman zaman öğrenci sayısı 15-20, 50-60, 100-200 gibi rakamlara ulaşmıştır. Hacı Hafız Hasan Akkuş hocanın öğrencilerini üç kuşak olarak değerlendirmek mümkündür:
1930-1940 ilk dönem öğrencileridir: Bunlar arasında İstanbul Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı Fikri AKSOY, Valide Camii Müezzini Kerim ÖZBAKIR, Hasan GÖKDEMİR, Kapalıçarşı Camii İmamı Raif BAHRİYELİ, Düzceli Hasan Efendi, Adapazarı bölgesinde ASKER HAFIZ namı ile tanınmış ve daha sonra Adapazarı ve Giresun il müftülükleri yapmış olan Mehmet EREN’i, bir kız öğrencisi olan Emine KARACA’yı zikretmek mümkündür.
1940-1950 dönemi ikinci ve oldukça verimli bir dönemdir:
Bu dönem öğrencileri arasında, daha sonraki yıllarda isimlerini ve şöhretlerini bütün Türkiye’nin tanıdığı kimseler yer alır. İstanbul Mihrimah Sultan Camii İmam-Hatibi Esat GEREDE, Ankara Maltepe Camii İmam-Hatibi Ali GÜRAN, Ankara Vaizleri Rıza ÇÖLLÜOĞLU ve Abdullah İŞLER ve Ankara’nın çeşitli camilerinde imam-hatiplik ve Kur’an Kursu öğreticiliği yapan Ali Osman ATAKUL, Ankara Zincirli Camii İmam-Hatibi Ahmet KÖKSAL, Bursa Emirsultan Camii İmam- Hatibi Harun SOYDAŞ, Şişli Camii Müezzini Enver CEYLAN ve benzerleri bu ikinci dönemde Akkuş Hoca’nın eğitim ve öğretiminden yararlanmış ünlü Kur’an okuyucularıdır.
1950-1960 dönemi son dönemdir: Bu dönemde isimleri öne çıkmış, Türkiye’de üstlendikleri dini görevler itibari ile dikkate değer yerlere gelmiş öğrencileri arasında Hafız İlhan TOK, Kemal KÖKSAL, Seyfettin FİDAN, Kemal GÜRAN, Cemalettin ÇİMEN, Arif Mehmet ÖZDEMİR, Mehmet GEMİCİ, Osman EMİROĞLU, Mustafa ÜNAL, Hasan ÇAKMAK, İsmail BİÇER, Şevket YARDIMEDİCİ, Nafiz ÖZDEMİR, Selahattin KAYA, Kamil ÇÖLLÜOĞLU, İstanbul Ağa Camii İmam-Hatibi İsmet AYDIN, Ankara Mamak Camii İmam-Hatibi İsmet AKKUŞ ve benzerleri Akkuş Hoca’nın eğitimi sonrasında dini hizmet mesleğine girmişlerdir.
Hacı Hafız Hasan Akkuş Hoca’nın öğrenci kabulünde seçkinci bir tutum izlediğini belirtmiştim. Akkuş Hoca’nın bu seçkinci tutumuna iki örnek vermek isterim. İlk örnek şudur:
Akkuş Hoca, çok küçük yaşlardan itibaren (4 yaşında iken) köyünden ayrılmış olmasına karşın, köyünü hiç unutmamıştır. Köyünde vefat edip, orada gömülen annesi Kezban Hanım’ı zaman zaman ziyaret etmeyi ihmal etmemiştir. Bu ziyaretlerinden birinde aynı yöre çocuğu Ali Osman ATAKUL’un yeteneğini keşfetmiş ve onu İstanbul’a götürmüştür.
İstanbul’daki Kur’an öğrenimi safhasında sağlık nedenleri ile çeşitli zorluklarla karşılaşan Ali Osman ATAKUL’u Akkuş Hocası her türlü şartlar altında korumuş, eğitmiş, zaman zaman kendi evinde barındırmıştır. Ali Osman ATAKUL, onun eğitimini almış bir ünlü Kur’an okuyucusu olmuş, zamanın Diyanet İşleri Başkanları Ahmet Hamdi Akseki ve Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun beğenilerini kazanmıştır.
Ali Osman Atakul, 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye Radyolarında, Akkuş Hocanın bir başka öğrencisi olan Ali GÜRAN ile birlikte ramazan ayı boyunca,ramazan iftarları öncesinde Kur’an’ı Kerim okuma onurunu kazınmıştır. Ülke çapında şöhretli bir Kur’an okuyucusu olarak tanınmıştır.
İkinci örnek; İsmail BİÇER’dir. Hacı Hafız Akkuş Hocanın oğullarından birinin eşi Göynük ilçesindendir. Akkuş Hoca, zaman zaman dünürünün davetlisi olarak Göynük’e gider. 1958 yılında Göynük’de bir mevlit merasimine katılır.
Bu merasimde Kur’an okuyan küçük bir hafız dikkatini çeker. Bu küçük hafızın ismi İsmail BİÇER’dir. Onu yanına çağırır, ilgilenir, yakınları ile görüşür ve “Bu küçük hafız köyde kalmasın, hemen benim yanıma, Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na gönderin.” der.
Küçük Hafız İsmail Biçer ilk Kur’an öğrenimini Akkuş Hocadan alır, daha sonra Bayezit Camii imam-hatibi Abdurrahman GÜRSES hocanın öğrencisi olur. Zamanla ve bu iki üstad hocanın eğitimi ile İsmail BİÇER, Türkiye’nin yetiştirdiği en ünlü Kur’an okuyucuları arasındaki yerini alır.
Acıklı bir kaza sonunda ve en verimli çağında Yüce Yaradanına kavuşan İsmail BİÇER’in kabrinin Kur’an nuruyla aydınlanmasını dilerim. İsmail BİÇER, okuyuş üslubu bakımından bugün ülkemizde Kur’an okumaya özenen her Türk gencinin özenti duyduğu bir figür olarak etkisini sürdürüyor. O ağırlıkta bir başka ses ortaya çıkıncaya kadar da bu rolünü sürdüreceğe benziyor. Akkuş Hocanın öğrenci profilini incelediğimiz zaman, Kızılcahamam Çamlıdere çocuklarının ağırlıklı olduğu gözlenmektedir. Bunun iki nedeni vardır.
Birincisi 1930-1960 yılları arasında bu yörede hafızlık eğitiminin son derece yoğun olmasıdır. İkinci neden ise, Akkuş Hocanın kendi yöresinin çocuklarına öncelik tanımasıdır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş hoca, öğretim metodu olarak kalfa sistemini benimsememiştir. Öğrencileri ile bizzat kendisi meşgul olmuştur. Öğrencilerine ders verirken grup sistemini uygulamıştır. Birden fazla öğrenciyi aynı anda dinlemiştir. Hafız olmayanları hafız yapmış, hafız olanlara Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun olarak ve güzel bir şekilde okuma eğitimi vermiştir.
Öğrencileri ile ilişkileri son derece sıcaktı. Yetenekli öğrencilerine değerverirdi. Onları mevlit merasimlerine götürür, Kur’an okuma fırsatı verirdi. Davet edildiği hatim meclislerine öğrencilerinden seçtikleri ile birlikte gider, böylece onlara bir miktar cep harçlığı sağlardı. Bazı özel dostlarının yemekli davetlerine dahi öğrencilerinden seçtikleri ile birlikte katılırdı. Burada bizzat yaşadığım bir yemekli davet anısını anlatmadan geçemeyeceğim:
- Nuruosmaniye Kur’an Kursunda öğrenci olduğum 1951 yılında dostu Hacı Süleyman Çakır’ın evine davetli olarak birkaç öğrenci ile birlikte katılmıştık.
Akkuş Hocamız bu davete bizi de götürmüştü. Yemek masasında evin hizmetli kızı olduğunu sandığım benim yaşlarımda bir genç kız hizmet ediyordu. Boşalan tabakları alıyor, dolu tabakları önümüze koyuyordu. Benim boşalan tabaklarımı alırken kızcağızın “Şekerim! Tabağını ver” demeye başlaması Akkuş Hocanın dikkatini çekmiş olacak ki boşalan bir yemek tabağımın aynı sözlerle istenmesinde benim gecikmemi fırsat bilerek bana; “Şekeri! Tabağını versene” diyerek beni utandırmıştı.
Hacı Hafız Hasan Akkuş öğrencileri ile öğrencilik dönemi sonrasında da yakın ve sıcak ilgisini sürdürmüştür. Onlarla arkadaş olmuş, onlarla birlikte olmaktan derin mutluluk duymuştur. Öğrencilerini İstanbul ziyaretlerinde yanından ayırmaz, onların her zeminde ve zamanda Kur’an okumalarını zevkle dinlerdi.
Öğrencisi Ali Osman ATAKUL anlatıyor:
- Benim kendisini bir ziyaretimde hocam Akkuş, Kadıköy Osmanağa Camiindeki mukabelesine beni de götürdü, bana 4-5 sayfa Kur’an okuttuktan sonra kendisi okumaya başladı. İstanbul tarafından vapurla Kadıköy’e geçerken, vapurda ayaklarını ve kollarını sıvadı. Abdest almaya hazırlandı.
Ben “Hocam abdesti Kadıköy’de camiye varınca, daha rahat olarak alırsınız” deyince, bana “oğlum, ben abdestsiz gezemem.” Dedi. Bu sözleri Akkuş Hocanın manevi hayatının ne kadar zengin olduğunun bir göstergesi idi.
Öğrencisi Fahri TIĞLIOĞLU anlatıyor:
- Akkuş Hocam bana bir gün öğrencisi Rıza ÇÖLLÜOĞLU için, “Rıza Çöllü bana bir hanım bulacaktı, ne oldu ona bir sor.” dedi ve arkasından Rıza Çöllüoğlu’nun okuyuşuna dair bir taklidi yapıverdi. Bu olay Akkuş Hocanın öğrencileri ile ne kadar senli benli olduğunun ve onlarla hangi düzeyde şakalaştığının bir göstergesi olarak benim belleğimde kaldı.
Hacı Hafız Hasan Akkuş için son söz olarak özetle şunları söylemek mümkündür:
O, 87 yıllık uzun bir ömür sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarına şahit olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş yılları sıkıntılarını yaşamıştır. Balkan felaketinin dehşetini, İstanbul’u dolduran ve sefalet içinde yüzen balkan göçmenlerinin acılarını içinde hissetmiştir. 1.Dünya Savaşında bizzat savaş alanında bulunmuş, Yemen cephesinde İngilizlere esir düşmüştür. İngilizlere tutsak olduğu günlerde esaret yaşamının bütün çile ve sıkıntılarını çekmiştir.
Böylece olgun ve hayatın sıkıntılarına dayanıklı bir kişilik kazanmıştır. Esaret günlerinde Yüce Allah’a esaretinin sona ermesi halinde Kur’an’a hizmet sözü vermiştir. Bu sözünü esaret sonrasında İstanbul’a dönüşünden itibaren tutmuştur. Kendisini Kur’an hizmetine adamış ve bunda üstün derecede başarılı olmuştur. Cumhuriyet sonrası Türkiye’de uzunca bir süre kesintiye uğratılan din eğitim ve öğretimi boşluğunu kendi çapında doldurmuştur.
Söz konusu eğitim boşluğu nedeni ile ehil Kur’an okuyucularından yoksun kalması olası cami mihraplarını imamsız, ezan okunan minareleri müezzinsiz bırakmamak amacıyla yüzlerce, binlerce gencin eğitim görmesine imkan sağlamıştır. Onun bu konuda Türkiye’de ikinci bir örneği yoktur.
Kabri Kur’an nuruyla aydınlansın. Yüce Allah’ın geniş rahmeti onunla olsun.
Kaynak:Kemal GÜRAN -20. YÜZYILDA KIZILCAHAMAM - ÇAMLIDERE’DE YETİŞEN ÜNLÜ HAFIZLAR - ESYAV