Bu sayfada üyelere özel yazılar bulunuyor. üye girişi yaparak bu yazıları görüntüleyebilirsiniz.
Burayı tıklayarak üye girişi yapabilirsiniz. Burayı tıklayarak üye olabilirsiniz. |
||
|
HAFIZ AHMET ÇİÇEK
Kendi anlatımıyla Hafız Ahmet ÇİÇEK
1959 yılında Çamlıdere’ de doğdum.
1965 tarihinde Çamlıdere merkez İlkokulunda öğretime başladım. Ancak 1966 yılının Ağustos ayında babamın bir trafik kazası neticesinde Ankaraya taşındık.
Babamın kazada çok ağır ve ciddi bir yaralanma sebebiyle hastane işlemleri, tedavi işlemleri yapılması için Ankara da bir sene kalmak zorunda kaldık. T
abii ben ilkokul 2. sınıfı Ankara’da tamamladım. Bilahereki seneden sonra Çamlıdere de ilk ve ortaokul tahsilini yaptım.
Benim iştiyakım İmam -Hatip olmaktı. Ancak İmam hatip lisesi mezunu olmam gerekiyordu.
Bir sene Çamlıderemizin Medarı iftiharlarımızdan olan Hafız Osman TAŞKAN Hocaefendide Kuranı Kerim okumayı bir güzel öğrendim.
Sene 1974. Ankara Merkez İmam Hatip Lisesine başladım ve 1977–1978 öğretim yılı neticesinde mezun oldum.
O zaman İslam Enstitüsünü ön kayıtla kazanmama rağmen terör olaylarının zirvede olması hasebiyle tahsile gidemedim.
Hemen Çamlıdere Meşeler Köyü İmam hatipliğine kasım ayında resmen başladım.
Ama her halükarda ben hafızlığı yapmalıydım. Onun için Osman TAŞKAN Hoca efendide o sene hafızlığa başladım.
Hem görev ve hem de büyük bir gayretle 10 ay gibi bir zamanda ezberimi ikmal ettim.
Ve böylelikle Çamlıdere de 25 sene gibi bir zaman arasında sonra hafız yetişmiş oldu. Zira Çamlıdere öncede hafız hususunda çok nasipli bir belde idi. Neyse inşallah bundan sonraki senelerinde aynı zirveyi elde eder.
1980 yılında askere gittim. Dönüşte Çamlıdere Avdan köyü imam hatipliğine başladım.
Çamlıdere merkezdeki camilerde görevimi devam ettirdim. 2004 Temmuz ayında emekli oldum. Şu an iki oğlum var. Birisi güvenlik görevlisi diğeri ise Saraybosna Üniversitesinde öğrenim görmektedir.
Şu bir gerçekki, hafız olmaktan önemlisi hafızane ölmek çok çok önemlidir. Onun için günde en azından bir cüz ezbere okunmalıdır. Cenab-ı Hak rızasına muaffık kullarından eylesin.
Ahmet ÇİÇEK
.
Kazım Atalık -Haziran 2011
Rıza ÇÖLLÜOĞLU
İsra Suresi 1 İla 14. Ayetler
MEALİ;
Rahman ve Rahim Olan ALLAH’ ın (c.c) Adıyla
1.Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah'ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz o, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir
2.Mûsâ'ya Kitab'ı (Tevrat'ı) verdik ve onu, "Benden başkasını vekil edinmeyin" diyerek, İsrailoğullarına bir rehber yaptık.
3.Ey kendilerini Nûh ile birlikte (gemide) taşıdığımız kimselerin çocukları! Gerçek şu ki, o çok şükreden bir kuldu.
4.Biz, Kitap'ta (Tevrat'ta) İsrailoğullarına, "Yeryüzünde muhakkak iki defa bozgunculuk yapacaksınız ve büyük bir kibre kapılarak böbürleneceksiniz" diye hükmettik.
5.Nihayet bu iki bozgunculuktan ilkinin zamanı gelince (sizi cezalandırmak için) üzerinize, pek güçlü olan birtakım kullarımızı gönderdik. Onlar evlerinizin arasına kadar sokuldular. Bu, herhâlde yerine gelmesi gereken bir va'd idi.
6.Sonra onlara karşı size tekrar egemenlik verdik. Mallar ve çocuklarla sizi güçlendirdik; sayınızı daha da çoğalttık.
7.İyilik ederseniz kendinize iyilik etmiş olursunuz, kötülük yaparsanız yine kendinize yapmış olursunuz. İkinci bozgunculuğun zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daha önce girdikleri gibi yine mescide (Beyt-i Makdis'e) girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi yerle bir etsinler diye (üzerinize yine düşmanlarınızı gönderdik.)
8.Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Eğer yine eski duruma dönerseniz, biz de (cezaya) döneriz. Biz cehennemi kafirlere bir zindan yapmışızdır.
9, 10.Gerçekten bu Kur'an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan mü'minler için büyük bir mükafat olduğunu ve ahirete inanmayanlar için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.
11.İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir.
12.Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.
13.Her insanın amelini boynuna yükledik. Kıyamet günü kendisine, açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkaracağız.
14."Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" denilecektir.
Hafız Rıza ÇÖLLÜOĞLU
Ahzap Suresi 63 İla 73 Ayetler
MEALİ;
Rahman ve Rahim Olan ALLAH’ ın (c.c) Adıyla
63.İnsanlar sana kıyametin vaktini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Allah katındadır." Ne bilirsin, belki de kıyamet yakında gerçekleşir.
64.Şüphesiz Allah kâfirlere lanet etmiş ve onlara alevli bir ateş hazırlamıştır.
65.Onlar, orada ebedi olarak kalacaklardır. Hiçbir dost, hiçbir yardımcı bulamayacaklardır.
66.Yüzlerinin ateşte bir yandan bir yana döndürüleceği gün, "Keşke Allah'a ve Resül'e itaat edeydik" diyecekler.
67.Yine şöyle diyecekler: "Ey Rabbimiz! Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yoldan saptırdılar."
68."Ey Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lanete uğrat."
69.Ey iman edenler! Siz Mûsâ'ya eziyet eden kimseler gibi olmayın. Nihayet Allah onu onların dediklerinden temize çıkarmıştı. Mûsâ Allah katında itibarlı bir kimse idi.
70, 71.Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah'a ve Resülüne itaat ederse, muhakkak büyük bir başarıya ulaşmıştır.
72.Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.
73.Allah, münafık erkeklere ve münafık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve Allah'a ortak koşan kadınlara azap etmek; mümin erkeklerin ve mümin kadınların da tövbelerini kabul etmek için insana emaneti yüklemiştir. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Hafız Rıza ÇÖLLÜOĞLU
Münafikun Suresi 9 İla 11 Ayetler.
MEALİ;
Rahman ve Rahim Olan ALLAH' ın (cc) adıyla,
9. Ey iman edenler! Mallarınız ve evlatlarınız sizi, Allah'ı zikretmekten alıkoymasın. Her kim bunu yaparsa, işte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
10. Herhangi birinize ölüm gelip de, "Ey Rabbim! Beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka verip iyilerden olsam!" demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayın.
11. Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.
Şeyh Ali Semerkandi Hz. Türbesine Sanal Ziyaret
Çerkeş'in Bedil Köyünden Hacı Akif KAYNAR anlatıyor.
Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin (k.s) Hayatı
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ HAZRETLERİNİN (K.S)
MENKIBEVÎ HAYATI
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin hayatı hakkında yazma eserlerde ve evliya menâkıbnâmelerinde bir bilgi yoktur. Cumhuriyet döneminde yayınlanan bazı yayınlarda tamamen rivayetlere dayanan yarı-menkıbevî hayatı ise şöyledir:
Şeyh Ali, miladi 1300 diğer bir görüşe göre 1320 yılında İran-İsfahan’da doğar. Tahsilini Semerkand’ta yaptıktan sonra Buhara’ya gider ve büyük alim Alaüddin Buhari’nin talebesi olur, dini ilimlerde ve tasavvufta kemâle erer. “Bahrül-Ulum” isimli tefsiri yazar.
Şam, Irak, Kudüs gibi şehirleri dolaşır. Mekke’ye gelir ve Kabe-i Muazzama’da ondört sene imamlık yapar. Manevi işaret üzerine Medine-i Münevvere’ye gelir.
Hazreti Peygamber (sallallahü aleyhi vesellem) Efendimizin Ravza-i Mutahharası’nda yedi sene türbedarlık yapar. Birgün rüyasında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kızı Hazreti Fâtımâ (r.a.) validemizi görür. Hazreti Fâtımâ şöyle buyurur: “Yâ Ali! Resûlullah’ın huzuruna git. Seni manevî evlâtlığa kabul buyuracak!”
Ali Semerkandî uyanınca, hemen Resûlullah’ın Ravza-i Mutahhara’daki mübârek huzuruna koşar. Mübârek kabrinin karşısına geçip, diz üzerinde edeble oturur. Başını önüne eğerek, murâkabe halinde beklemeye başlar.
Bir müddet sonra Ravza-i Mutahhara’dan Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) “Buyur yâ Ali! Seni manevî evlâdım olarak kabul ettim. Kıyâmete kadar bu mucizem bakî kalsın. Yâ Ali! Öyle bir beldeye git ki, fakirlikleri sebebiyle beni ziyaret edemiyen ümmetim, seni ziyaret etsinler. Sen benim evlâdım olduğun için, sana yapılan ziyâreti bana yapılmış gibi kabul ederim” mubarek sözlerini işitir.
Aldığı manevi işaret üzerine Hindi Çin’e gider. Hindi Çin kralının ölen çocuğunu diriltir (!) ve kral dahil o ülkenin halkı müslüman olur. Hindi Çin’de irşâd hizmetini tamamlayan Şeyh Ali memleketi olan İsfahan’a gelir ve babasının vefat ettiğini öğrenir. Yaşlı anasını ve kardeşi Ahmed-i Kebîr ile bir müddet kalır.
Daha sonra annesi vefat eder. İki kardeş İsfahan’da hayatlarını sürdürürken, İlhamî yoldan birinin Rum (Anadolu) diyarına irşâd için gitmesi gerektiği bildirilir. İki kardeş bu göreve kimin gideceğini belirlemek için aralarında istişare yapar. Neticede kim mısır taneleri yığını üzerinde ayakları, elleri ve dizleri gömülmeden iki rekat namaz kılarsa onun Rum diyarına gitmesi hususunda fikir birliği ederler. Ayrıca büyük ataları Hazreti Ömer (r.a.)’den miras kalan asayı Rum diyarına giden, kılıcı da İsfahan’da kalanın alması kararlaştırılır. Netice de mısır danesi üzerinde iki rekat namaz kılmayı Şeyh Ali hazretleri başarır ve miras kalan asayı alarak Anadolu’da irşâd görevini üstlenir.
Şeyh Ali, İsfahan ve Şiraz arasında bulunan ve Hazreti Ömer’in (r.a.) yaptırdığı “Sığırcık Suyu” çeşmesine gelerek elindeki asaya bu sudan emdirir. Daha sonra Anadolu’ya gitmek için yollara düşer ve Sultan Murad Hüdavendigar zamanında Anadolu’ya gelir.
Anadolu’ya gelen Şeyh Ali hazretleri Konya, Karaman ve Bozkır bölgesinde irşâd faaliyetlerinde bulunur.Karamanoğlu İbrahim Bey, Şeyh efendiyi hürmetle karşılar ve onun talebesi olur. Bölgede bulunan alimler tarafından büyük saygı gören Şeyh Ali, bir müddet sonra Alanya’ya hicret eder. Burada da irşâd faaliyetlerini sürdürür ve halifeler yetiştirir.
Halifelerine asa, aba ve bazı eşyaları hatıra olarak bırakır. Bu eşyalarhalen Alanya’da bulunduğu zikredilir. Burada “Baba Resül” adında bir halife yetiştirir. Halifesi Baba Resül, Mersin-Gülnar ilçesi Zeyne karyesinde “Şeyh Ali Semerkandî” namı ile ün yapar.
Şeyh Ali Semerkandî hazretleri Alanya’dan ayrılarak Çankırı-Örenşar (Eskipazar) bölgesine hicret eder. Dervîş kılığında Örenşar’a gelen Şeyh Ali’nin büyük bir veli ve mürşid olduğunu yöre halkı bilmez. Burada ücretsiz olarak sığır çobanlığı yapar. Sığırları yavruları ile birlikte emzirtmeden otlatır.
Hatta ekili tarlalarda otlayan sığırlar, tarlalardaki otları yer ama ekinleri yemez. Bu olağanüstü olaylar karşısında ahali hayrete düşer. Durumu anlayan kişiler şeyhin manevi himmetinden istifade ederek irşad olur. Bazıları da cehaletinden dolayı şeyhe karşı tavır alır ve asılsız iftiralarda bulunurlar.
Hatta kinlenen kişiler ve yöneticiler olur. Sığır çobanlığı yaparken günümüzde Eskipazar ilçesi Sadeyaka Köyü yakınında bulunan çeşmeye abdest almak için gelir. Köyün kadınları ise çeşme başında buğday yıkarlar.
Şeyh Ali bu kadınlardan abdest almak için su ister. Çeşme başında bulunan kadınlar şeyhe su vermedikleri gibi hakaret ederler.
Bu üzücü olay üzerine ve namaz vakti de daraldığı için Şeyh Ali hazretleri elindeki asayı yere vurur. Vurduğu yerden ırmak büyüklüğünde su fışkırır. Bu suyu gören çeşme başındaki kadınlar şeyhe gelerek, bu suyun mahsüllerine ve arazilerine zarar vereceğini, hemen bu suyun kesilmesini isterler. Hatta kendisini sihirbazlıkla suçlarlar.
Kadınların bu davranışlarına üzülen Şeyh Ali hazretleri suya “Dur ya mübârek! Bunlara iyilik yaramaz. Çıktığın yerden geri bat, kuruyup gitme. Çık yine bat, olduğun yerde sakin ol. Haşerelerin imhasına vesile ol” der. Bu mubarek su şeyhin emrine uygun duruma gelir. Günümüzde bu su kuyusu Sadeyaka Köyü Şıhlar Mahallesi yakınındadır. Bu suya “Sığırcık Suyu” denilir.
Şeyh Ali hazretleri hiç evlilik yapmaz. Bu yıllarda Osmanlı’nın başkenti Bursa şehrini ve civarını çekirgeler istila eder. Tarım alanlarına ve bahçelere büyük zarar verir. Kıtlık başgösterir ve ölümler artar. Osmanlı padişahının (isim verilmiyor) Bursa’da ki “Has Bahçesi”ne de çekirgeler musallat olur ve bahçeyi telef eder. Bu âfetten kurtulmak için zamanın padişahı çareler arar.
Zamanın alim, bilgin ve şeyhlerini toplayarak bu âfetten kurtulmanın yollarını araştırır. Diğer taraftan Şeyh Ali hazretlerinin yazdığı “Bahru’l- Ulum” isimli eseri zamanın alimleri tarafından okunur ve ilmi şöhreti her tarafa yayılır.
Bursa yöresinde Çekirge istilası devam ederken Osmanlı Sarayı’nda bulunan alimler arasında, Peygamber Efendimizden Hazreti Ömer’e hediye edilen “asa”dan çıkan ve İsfahan şehri yakınlarında bulunan şifalı “Sığırcık Suyu” konuşulmaya başlar. Bu suyun çekirge istilasına iyi geleceği padişaha anlatılır.
Padişah kısa sürede bu suyun Bursa’ya getirilmesi için üç kişiyi görevlendirir. Bu üç kişi İsfahan’a gitmek için yola düşer. Görevli üç kişi İsfahan’a giderken o dönemde güzergâh üzerinde bulunan Örenşar (Eskipazar)’a uğrarlar. Burada sığırları otlatan Şeyh Ali hazretleri ile karşılaşırlar. Görevliler şeyh ile selamlaşarak bir müddet sohbet ederler ve İsfahan’da bulunan sığırcık suyunu getirmek için padişah tarafından görevlendirildiklerini söylerler.
Onun bir ermiş kişi olduğunu anlamayan görevlilerden birisi şeyhi hakîr görür ve “Senin işin yok mu? Haydi sığırlarını güt, neylersin bizi.” der. Bu söz üzerine Şeyh Ali “Üç gider, iki gelirsiniz. Arayı arayı beni bulursunuz. Çobanı o zaman bilirsiniz. Şifayı benden alırsınız” der.
Görevliler yola devam eder ve uzun bir yolculuktan sonra İsfahan’a varırlar. Yolda görevlilerden birisi eşi olduğ(şeyhi inciten kişi) vefat eder. Şeyh Ali’nin kardeşi Ahmed-i Kebir’i bulurlar ve padişahın fermanını verirler.
Ahmed-i Kebir görevlilere aradıkları şahsın kardunu ve oüzerine görevliler Ahmed-i Kebir’den kendileriyle beraber Örenşar’a gelnunda gelirken Örenşar’da konuştukları çoban Şeyh Ali olduğunu söyler. Bunun mesini isterler. Ahmed-i Kebir de bu taleplerini geri çevirmez ve onlara “Biriniz sağ ayağımın ucuna, birinizde sol ayağımın ucuna basın ve boynuma sarılın. Gözlerinizi kapatın. Ben açın diyene kadar gözlerinizi açmayın” der. kısa süre sonra Örenşar yakınlarında bulunan “Dur Dağı”na yaklaşınca Ahmed-i Kebir “Gözlerinizi açın” der.
Görevliler gözlerini açtıklarında kendilerini Örenşar’da çobanlık yapan Şeyh Ali hazretleri ile konuştukları yerde bulurlar. Ahmed-i Kebir görevlilere kardeşi Şeyhi Ali hazretlerinden özür dilemelerini söyler ve oradan ayrılarak Buhara’ya geri döner.
Görevliler Şeyh Ali’yi bularak elini öper ve kendisinden özür dilerler. Şeyh efendiyi de kendileri ile birlikte Bursa’ya gitmeye razı ederler ve kendilerinden önce padişaha müjde vermesi için de köyden bir kişiyi haberci olarak önden Bursa’ya gönderirler. Haberci Bursa’ya varır ve padişahın huzuruna çıkartılır. Padişah ve erkânına Şeyh Ali Semerkandi hazretlerinin şifalı suyu ile birlikte Bursa’ya gelmekte olduğunu, onu karşılamak için istikbâle durulmasını söyler.
Bu haber üzerine vezirler de şeyhin manevi gücünü anlamak için bir imtihan yoluna başvurulmasını padişaha teklif ederler. Vezirlerden birisi şeyhin şehre girceği yere vahşi arslanların yerleştirilmesini ve girişte şeyhin üzerine salınmasını teklif eder. Bu görüşe göre Şeyhin manevi gücü yüksekse aslanların kendisine saldırısını önler, yoksa arslanlar şeyhi parçalar(!).
Bursa halkı ve saray erkânı olacakları seyretmek için şehrin girişinde toplanır. Şeyh Ali hazretleri ile görevli iki kişi şehir kapısına yaklaşınca vahşi arslanları görürler. Görevliler korkularından şeyhi yalnız bırakarak ağaçların tepesi ne çıkarlar. Şeyh Ali hazretleri ise hiç bir şeye aldırış etmeden yoluna devam eder. Şeyhi gören arslanlarise saldıracakları yerde şeyh efendiye karşı selâma dururlar.
Bu imtihanla yetinmeyen saray erkânı canlı bir kişiyi tabutun içine yerleştirip, musalla taşına koyarlar ve namaz için bir cemaat hazırlığı yaparlar. Ali Semerkandi’den bu mevtânın cenaze namazını kıldırmasını talep ederler. Bu ısrarlı talep üzerine Şeyh Ali hazretleri tabutun yanına varır ve “Bu tabutta bulunan şahsın namazı ölü niyeti ile mi, yoksa diri niyeti ile mi kılınacak” diye sorar. Cemaatte “elbette ölü niyetine kılınacak” diye cevap verir.
Şeyh Ali de “Öyle ise ölü niyetine kılalım” der. Cenaze namazından sonra tabuttaki kişinin gerçekten öldüğü anlaşılmış. Bununla da yetinmeyen saray erkânı Ali Semerkandî’yi padişahın sarayına götürürler. Sarayın merdivenleri altına, Şeyh Efendi fark edebilecekmi diye Mushaf-ı Şerîf koyarlar. Şeyh Ali hazretleri merdivenleri yavaş yavaş çıkarken Mushaf-ı Şerîf’i konduğu basamağa gelince eğilir ve hemen Mushaf-ı Şerîf’i alarak öper.
Bu olaylar karşısında saray erkânı Şeyh Ali hazretlerinden özür dilerler ve padişahın Has Bahçesi’ne götürürler. Şeyh Ali hazretleri Has Bahçe’ye girince elindeki mübârek suyu bir kaba boşaltır, bu kabı da bir ağaca asar ve dua eder. Bir bulut görüntüsünde sığırcık kuşları gelir ve bahçedeki çekirgeleri yer. Bahçe çekirgelerden tamamen temizlenir.
Dönemin padişahı Sultan Murad Hüdavendigar, şeyh efendiden özür diler. Saray erkanı ve şehirdeki diğer alimler şeyhe karşı hürmet gösterir, halkın büyük teveccühü ile karşılaşır. Murad Hüdavendigar, Şeyh Ali’ye “vezir”lik ve Bursa’da kalmasını teklif eder. Bu görevi kabul etmeyen Şeyh Ali, Sultan Murad Hüdavendigar’a “Çamlıdere havalisindeki tebânız çok fakirdir. Onları, askerlik ve toprak kirası mükellefiyetinden muaf tutmanızı arzu ediyorum” der.
Sultan bu isteği kabul eder ve derhal bir fermân yazdırarak, bundan sonra Çamlıdere havalisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağını,toprak kirasının da alınmayacağını bildirir. Şeyh Ali hazretleri Sultan Murad Han ve erkânı ile vedalaşarak Bursa’dan ayrılır ve Örenşar’a geri döner.
Bu yayınlarda Şeyh Ali’nin hatırasına Bursa’da “Çekirge Hamamları”nın olduğu yere o gün bugün “Çekirge” semti denildiği, “Çekirge Şeyhi Ali” ve “Çekirge Şeyhi” adındaki şahsın da Şeyh Ali hazretleri olduğu ileri sürülür.
Şeyh Ali hazretleri Örenşar’da bir müdet kaldıktan sonra günümüzde Kızılcahamam ilçesine bağlı Berçinçatak Köyü’ne gelir. Doğdu Dağı’nda çomağı (çomçası) ve hasırını bırakır. Berçinçatak Köyü’ne gelen Şeyh Ali hazretleri köyde ibadet için cami olmadığınıöğrenince hemen bir cami inşaatına başlar. Cami inşaatına vahşi hayvanlar bile taş getirir.
Cami inşaatı tamamlanınca, Şeyh efendiye yanında bulundurduğu “sacayağı”nı fırlatması manen emrolunur. Sacayağı nereye düşerse Şeyh efendinin de oraya gitmesi emredilir. Şeyh Ali hazretleri elindeki sacayağını fırlatır ve sacayağı bugünki Çamlıdere ilçe merkezinin bulunduğu yere (Yayalar Köyü) oturur. Saçayağını takip eden Şeyh Ali Semerkandî hazretleri, Çamlıdere’ye gelerek yerleşir.
Burada Yayalar Köyü’nün sığırlarını güder ve çobanlık yapar. Daha sonra Yayalar Köyü’nün karşısında bulunan Kuzviran Köyü’ne göçer ve buraya yerleşir. Fatih Sultan Mehmed Han, Şeyh Ali hazretleri ile görüşür ve ona büyük saygı duyar. Sultanın bu ilgisini gören bazı alimler de şeyhi kıskanır. Nakşibendî tarikatına müntesip olan Şeyh Ali Semerkandî hazretleri, miladi 1442 veya 1457 yılında, 142 veya 157 yaşında iken Kuzviran (Şeyhler/Çamlıdere) Köyü’nde vefat eder.
33 İslam Alimleri Ansiklopedisi, “Ali Semerkandî”maddesi, Cilt 11.; Hüseyin Aşık, Şeyh Ali Semerkandi (k.s), İlim Yayınları, İstanbul, 1980. muhtelif sayfalar
Şeyh Ali Semerkandî hazretleri hakkında bazı yayınlarda anlatılan bu yarı menkıbevî sözlü nakilleri kısa bir tahlile tabi tuttuğumuzda, şu sonuçlar ortaya çıkmaktadır:
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin doğum tarihi ve doğum yeri ile eğitimi yazılı kaynaklarda zikredilmez.
* “Bahrül-Ulum” isimli tefsirin Şeyh Alaüddin Ali Semerkandi hazretlerine ait olduğu güvenilir kaynaklarda zikredilir..
34 İshak Yazıcı, “Bahrü’l-Ulûm”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 4, s. 517-518.
* “Hindiçin” Güneydoğu Asya’da, kabaca Hindistan’ın doğusu ve Çin’in güneyinde kalan coğrafi bir bölgedir. Tarihi kaynaklarda “Hindiçin Kralı” diye bir ifadeye rastlanmaz. Menkıbelerde “mucize” ile “kerâmet” karıştırılmıştır.
* Babasının adı “Yahya”, kardeşinin adınında “Ahmed-i Kebîr” olduğuna dair yazılı bir kaynak yoktur.
* Konya, Karaman ve Bozkır bölgesinde irşâd faaliyetlerinde bulunan Şeyh Alaüddin Ali Semerkandî hazretleridir.
* Ali Semerkandî hazretlerinin halifesi olarak gösterilen“Baba Resül” diğer adıyla “Babab İlyas” ise Anadolu Selçukluları döneminde yaşamıştır. Baba İlyas’ın asıl adı “Ebü’l-Beka şeyh Baba İlyas b. Ali el-Horasanî” olup, Moğol istilası sırasında Harezmşahlar Devleti’nin yıkılışından sonra Anadolu’ya gelip, Sultan I. Alaeddin Keykubad’ın emrine girmiş bir “Türkmen babası”dır. Baba İlyas, Anadolu’ya “Dede Garkın” adındaki bir başka Türkmen şeyhinin halifesi sıfatıyla gelip Amasya yakınlarındaki Çat Köyü’nde (bugünkü İlyas köyü)zaviye açar. Daha sonra Anadolu’da “Babailer isyanı”nı başlatır ve Selçuklu yönetimi tarafından öldürülür.Mersin-Gülnar ilçesi Zeyne beldesinde türbesi bulunan ise Şeyh Alaüddin Ali Semerkandî hazretleridir.
35 Mustafa Kara, Eşrefoğlu Rumi, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1995, s. 14.- Ahmet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı Aleviliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul, 1996.
* Bursa’da Osmanlı vezirlerinin Şeyh Ali hazretlerini imtihan şekilleri ise İslâm ve Türk geleneğiyle bağdaşmaz. Ayrıca bu tarihlerde Bursa’da zamanın büyük mutasavvıflardan Emir Sultan (Seyyid Muhammed Şemseddin Buhari) ve Somuncu Baba hazretleri ile Molla Fenari gibi alimler yaşamaktadır.
* Şeyh Ali hazretlerinin evlenmediği konusu ise tamamen yanlıştır. Osmanlı vakıf belgelerinde evlatlarının isimleri yazılıdır.
* Sultan Murad Hüdavendigar’ın Çamlıdere havalisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağına ve Toprak kirası ödemiyeceğine dair bir fermanı yoktur. Ayrıca yazarların anlatımlarına göre Şeyh Ali hazretleri henüz Çamlıdere bölgesine gelmemiş iken Padişahtannasıl böyle bir istekte bulunabilir?
* Bu yayınlarda, Şeyh Ali’nin hatırasına Bursa’da “Çekirge Hamamları”nın olduğu yere o gün bugün “Çekirge” semti denildiği görüşü ise tamamen yanlıştır. “Çekirge Sultan” başka bir şahsiyettir. * Berçinçatak Köyü’nde bulunan Şeyh Ali Camii ise daha sonraki yıllarda yapılmıştır. 36 Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi
* Şeyh Ali hazretleri Çamlıdere bölgesine eski adıyla Kuzviran Köyü’ne geldiğinde burası Bizanlılar tarafından terkedilmiş ve viran olmuş bir köydür. Issız ve insansız olan bölgede Şeyh Ali hazretleri bir zaviye (tekke) binası ve su değirmeni yapar.
37 Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi ve Ankara Tahrir Defterleri.
* Fatih Sultan Mehmed Han’ın Şeyh Ali hazretleri ile görüşmesi mümkün değildir. Çünkü bu yıllarda Osmanlı vakıf belgelerine göre Şeyh Ali Semerkandî hazretleri hayatta değildir.
* Şeyh Ali Semerkandî hazretleri hakkında bazı yayınlarda anlatılan bu yarı menkıbelerdeki olaylar bir tahlile tabi tutulduğunda, İslâm itikad esaslarına ve tasavvufi hayatın temel prensiplerine ters düştüğü görülür.
38 Menkıbelerde Şeyh Ali Semerkandî hazretleri devamlı keramet gösteren ve insanların davranışlarından incinen bir kişi olarak gösterilmiştir. Ayrıca Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin Hazreti Ömer (r.a.) evladından olduğu Osmanlı hanedanı ve yöneticileri tarafından bilinmektedir.
Bahrü’l-Ulûm (İlimler Denizi) Tefsiri:
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin menkıbevî hayatında zikredilen ve “İlimler Denizi” anlamına gelen Bahr’ül-Ulûm isimli dört ciltlik Kur’ân-ı Kerîm tefsiridir. Türk asıllı bir müfessir olan Alaeddin Ali b. Yahyâ es-Semerkandi hazretleri tarafından yazılmıştır.Dört ciltten ibaret olan Bahrü’l-Ulûm’un başında ilmin önemi ve Kur’ân mucizesi üzerinde durulmakta ve daha sonra Fatiha sûresi ile Mücâdele sûresinin ilk ayetine kadar sûrelerin tefsiri yapılmıştır. Bu tefsire ait yazma nüshalar Tunus Zeytûne Kütüphanesi, İstanbul-Süleymaniye Kütüphanesi ve Samsun Gazi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
39 İshak Yazıcı, “Bahrü’l-Ulûm”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 4, s. 517-518; Makalât-ı Şeyh Ali Semerkandî, Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi No:13508.; “Menâkıb-ı Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî” Seyyid Nizam Bedahşî tarafından Farsça’dan Osmanlı Türkçesine çevrilmiştir. (Selami Şimşek, Osmanlı’nın ikinci başkenti Edirne’de tasavvuf kültürü, Cilt 3/Velî Dede kütüphanesi, Buhara Yayınları, 2008, s.37.)
Şeyh Alaeddin Ali b. Yahyâ es-Semerkandî:
Müfessir, alim ve mutasavvıflardan olan Şeyh Alaeddin Ali hazretleri Semerkand’ta doğar. Doğumtarihi kesin olarak bilinmemektedir. “Seyyid Ali Semerkandî”, “Şeyh Ali Semerkandî” ve “Seyyid Alaeddin Karamanî” adlarıyla da anılmıştır.
Babası Seyyid Yahya Şirvanî’dir. Alaeddin Ali, yedi yaşında Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlerve büyük Hanefi bilgini Alaeddin el-Buharî’den ilim tahsil eder.
Akli ve nakli ilimlerde kendini yetiştirir. Babası Seyyid Yahya’dan tasavvuf eğitimi alır. Babası ile birlikte Hacca gider ve Medine-i Münevvere’de kırk yıl kalır.
Ravza-i Mutahhara’da türbedarlık, nakibü’leşraflık ve şeyhü’l-haramlık görevlerinde bulunur.
Manevi işaret üzerine irşâd göreviyle Anadolu’ya gelir ve Larende (Karaman)’de kendisine tahsis edilen medresede bir müddet görev yapar ve daha sonra Mersin-Zeyne kasabasına yerleşir. Burada “Zeyniyye” tarikatını kurarak, irşâd faaliyetlerini sürdürür.
Takriben 1456 yılında Zeyne’de vefat eder ve buraya defnedilir. Şeyh Ali Semerkandî’nin hayatı ve menkıbeleri, türbesi Zeyne’de bulunan Şeyh Alaeddin Ali Semerkandî hazretleri ile karıştırılır.
Evliya Çelebi “Seyahatnamesi”nde Şeyh Alaeddin Ali Semerkandî hazretlerinin Zeyne’de bulunan türbesini ziyaret ettiğini nakleder. “Makalat-ı Şeyh Ali Semerkandi”, “Menâkıb-ı Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî”, “Menâkıb-ı Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî” ve “Ahvali’s-Seyyid Alaeddin eş-Şeyh Ali Semerkandî b. es-Seyyid Yahya eş-Şirvanî” isimli eserler Şeyh Alaeddin Ali Semerkandî hazretleri ile ilgilidir.
40 Mustafa Çıpan, “Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî’nin Hayatı, Eserleri ve Kişiliği”, Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî’yi Anma Toplantısı, (Zeyne-02.04.1994), s. 158; Mustafa Utku, Ferahu’r-rûh: Muhammediye şerhi, Cilt 4, Uludağ Yayınları, 2000, s.426; “Menâkıb-ı Şeyh Alâeddin Ali Semerkandî” (Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi, Cilt 1, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı, 2002, s. 83.; Ahvali’s-Seyyid Alaeddin eş-Şeyh Ali Semerkandi b. es-Seyyid Yahya eş-Şirvani, Tarih Dergisi, Sayı 32, İstanbul Üniversitesi. Edebiyat Fakültesi, 1979.
Kaynak:Abdulkerim ERDOĞAN “Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu” Reyhan Yayınları 2010
SIĞIRCIK SUYU ŞEYHLERİ
Sığırcık Suyu, Şeyh Ali Semerkandî hazretlerininvefatından sonraki yıllarda, Osmanlı belgelerinde zikredilmez.Ancak onsekizinci yüzyıldan itibaren belgelerdeSığırcık Suyu’ndan bahsedilmeye başlanır ve busuyun tasarrufu Şeyh Ali Semerkandî hazretleri evladınaverilir. Kutsal kabul edilen su, “Sığırcık Suyu” adıyla tescili yapılır.
Özellikle çekirge afetinin giderilmesindeve diğer zararlı hayvanların zararlarını önlemekmaksadı ile kullanılır. Bu kutsal suyun afet bölgesine taşınmasını sağlayan Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin soyundan gelen ailelere de “Sığırcık Suyu Şeyhleri”veya “Çekirge Şeyhi” denilmiştir.
Sığırcık Suyu’nun afetbölgesine nakli de bu kişiler tarafından yapılmaktadır.
Osmanlı döneminde de bu şeyhlere her türlü vergi muafiyeti tanınmış ve Osmanlı topraklarında seyahat izni ile yol güvenliği sağlanmıştır.
Osmanlı Arşivleri’nde “Sığırcık Suyu’na memur” veya“Sığırcık Suyu Şeyhi” olanlara tanınan muafiyetler hakkında ki belgelerden bazı örnekler sunuyoruz:
“Yabanabad kazasına tabi Şeyhler karyesinde Hazret-iÖmer (r.a.) sülalesinden Şeyh Ali evladı Sığırcık Suyu’namemur olup, bu itibar ile ba-ferman tekaliften (ferman gereğivergilerden) muaf olduklarından kaydının terkini ile emir itasıhakkında Sığırcık Suyu Şeyhi Hüseyin’in arzuhali.”
“Yabanabad, Şeyhler karyesinde Şeyh Ali’nin Sığırcık suyuna memur evladlarının bazı tekaliften (vergilerden) muafiyetleri.”
“Hazreti Ömer (r.a.)’in sülalesinden ve Şeyh Ali Semerkandî evlatlarından ve Sığırcık Suyu Şeyhi Ahmed Efendi’nin Ankara’nın Yabanâbâd kazasında Şeyhli Köyü’ndeki vakfına yapılan müdahalenin men’i.”
“Ankara’da Yabanabad kazası Şeyhler Köyü’nde medfunŞeyh Ali Semerkandî’nin soyundan gelenleri vergiden muafkılan fermanların cülus (padişahın tahta oturuşu) sebebiyleyenilenmeleri emredildiği halde geciktiği.”
“Tekaliften muaf olduklarını belirterek, kendilerine verilecektezkire-i Osmanî için yerel memurlarca resm (harç) talebindebulunulmasından şikayetçi Yabanabad’da medfun Aliel-Semerkandî sülalesinden Şeyh Mustafa Sadi ve İbrahimEfendiler hakkında mahalli malumat ve muamelatın irsali.”
“Ankara’nın Yabanabad kazasında medfun Şeyh Ali es-Semerkandî’nin evlad ve ahfadının tekalif-i emiriyeden (vergiler)muafiyetleri.”
“Ankara vilayeti Yabanâbâd kazası Şeyhler karyesinde Sığırcıksuyuna memur, Hz. Faruk sülalesinden Şeyh Ali Semerkandîahfadının her türlü tekâliften muafiyeti daha evvelce olan fermanlarlaolduğu gibi Abdülmecid tarafından 1255.B.6 tarihliferman ile müeyyed olduğu bu sıralarda yapılan mutakabat vetazyikin ref’ine dair dilekçe suretleri ile fermanın aslı.”
( Başbakanlık Devlet Arşivleri, www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/.)
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin soyundan olmayan ve Şeyhler (Çamlıdere) Köyü’ne sonradan gelerekyerleşen bazı şahıslar da, şeyhin evlatlarının sahip olduğu haklara sahip olmak için kanunsuz yollara baş vururlar. Bu konu şeyhin evladı tarafından yöneticilere bildirilir ve gerekli önlemler alınır.
Konu ile ilgili bazı yazışmalardan örnekler:
“Yabanabad Kazasına tabi Şeyhler karyesinde medfun Farukiyesülalesinden Şeyh Ali Semerkandî’nin halefleri tekalif-iörfiyeden muaf tutulmuş ise de bir süreden beri bazı şahıslarınkaryeye gelerek bu muafiyetten faydalanarak Hazine’yi zararauğrattıklarından bunların tefriki istida olunduğundan gereğinin tahkik ve beyanı.”
“Yabanabad kazası Şeyhler karyesinde bulunan Şeyh Alies-Semerkandî evladının muafiyetlerinden orada bulunanahalinin de istifade ettiği şikayetinin tahkiki.”
“Yabanabad’a bağlı Şeyhler karyesi ahalisinin tekalif-imiriyeden muafiyetleri için İstanbul’a gönderdikleri sözcülerinbağlı oldukları kazaya iadeleri.”
“Yabanabad Kazası’nın Şıhlar karyesi ahalisinin hementamamının şıh kıyafetine girip asker ve teklifat-ı miriye vermekistemedikleri ve bunu gerçekleştirmek için hükümet nezdindefaaliyette bulundukları.”
“Yabanabad kazası Şeyhler karyesine sonradan yerleşenaltı kişinin askerlik ve sair teklifat-ı emiriyeden kurtulmaküzere Dersaadet’e gelmesi.”
“Yabanabad Kazası Şeyhler karyesinde sonradan yerleşenkimselerin askerlik ve saire gibi tekalif-i emiriyeden kurtulmakiçin şeyh kıyafetinde bir hayli dalavereler çevirdikleri.”
“Yabanabad kazasının Şeyhler köyünde defn olunan Ali es-Semerkandî hazretlerinin evladlarına tanınan muafiyetin, kendilerinede tanınmasına dair aynı köyden bazı şahısların talebi.''
( Ziya Şükun, Farsça-Türkçe Lugat, Gencine-i Güftar: Ferheng-i Ziyâ; Başbakanlık Devlet Arşivleri, www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/)
Bu belgelerden bazı kişilerin “şıh kıyafeti” yani yeşilrenkte “emir sarığı” giydiklerini öğreniyoruz. Bu kimselere“müteseyyid” adı verilir. Bunlar “seyyid” olmadığıhalde seyyidlik taslayan kişilerdir. Osmanlı döneminde“Şıh kıyafeti”ni ancak “seyyid” olan ailelerin mensupları giyebiliyordu.
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin evladına tanınanvergi muafiyeti, Cumhuriyet’in ilanından sonra kaldırılır.
Osmanlı Arşivleri’nde “Sığırcık Suyu”nun kullanımıile ilgili tespit edebildiğimiz yazışmalardan bazı örnekler:
“Yabanabad’da Şeyhler karyesinde Sığırcık suyuna memurŞeyh Mahmud serbestiyet fermanının tecdid (yenilediği) ettirdiğine dair.”
“Memleketlerine musallat olan çekirgeleri telef etmek üzereSığırcık kuşu daveti için Sığırcık suyu almalarına müsaadeitasına dair Kırım’dan gelen üç müslüman imzasiyle tahrirat.”“Sığırcık kuşu suyu almak üzere Kırım’dan Yabanabad’dakitekkelerine gelen kimselere izinsiz oldukları için su vermediğinedair Tekke Şeyhi Yusuf mühriyle tahrirat.”
“Yanında Sığırcık suyu şeyhi olduğu halde Karesi (Balıkesir)istikametine gidecek olan Şeyh Ahmed Efendi’ye kolaylık gösterilmesinin istendiği.”
“Şeyh Hüseyin Hilmi ve Şeyh Ömer Lütfi efendiler Sığırcıksuyunu hamilen Aydın ve Cezair-i Bahr-i Sefid (Onikiadalar) vilayetleri cihetine gideceklerinden kendilerine gereklikolaylığın gösterilmesi.”
“Bağdad taraflarına sığırcık suyu götürecek olan Şeyh Hasan Hüseyin Hamdi ve Abdülhamid efendilere gerekli kolaylığınsağlanması.”
“Şeyh Ahmed ve refiki Şeyh Musa Efendiler sığırcık suyunuEdirne taraflarına götüreceklerinden kendilerine gereklikolaylığın sağlanması.”
“Sığırcık suyu ile birlikte Aydın taraflarına gidecek oluptavsiyesini taleb eden Şeyh Ahmed Hamdi Efendi’ye maişetinintemininde gerekli kolaylığın gösterilerek saygıda kusuredilmemesinin istenildiği.”
“Sığırcık suyunu Cezayir-i Bahr-i Sefid ve Hüdavendigâr (Bursa) vilayetlerine götürmekle yükümlü Şeyh Seyyid ve Ahmed efendilere gerekli kolaylığın sağlanması.“Ali es-Semerkandî hazretlerinin sülalesinden olup kerametlisuyu kullanarak dua edecek ve mahsulat ve mezruatamusallat olan zararlı hayvanların zararlarını önlemek için Yanya (Yunanistan’ın Kuzeybatı bölgesinde bir il) vilayetine gidecek olan Sığırcık suyu şeyhlerinden Mahmud Efendi’nin tavsiyesini isteyen arzuhali.”
“Sığırcık şeyhlerinden ve Ali es-Semerkandî’nin sülalesindenAnkara’da mukim Şeyh Ali Rıza’nın, görevli olarak gideceğiManastır ve Serfiçe (Makedonya bölgesi) tarafları içinkendisine bir tavsiyename verilmesi talebi.”
“Sığırcık suyu ile İşkodra (Arnavutluk’ta bir il) taraflarınagidecek olan Şeyh Ali Rıza ve Şeyh Ali efendilere gereklikolaylığın sağlanması.”
“Sığırcık suyu ile Edirne ve Selanik taraflarına gidecek olan Şeyh Mehmed Hamdi ve Şeyh Ali Rıza Efendiler’e gerekliyardımın yapılması.“Erzurum ve Trabzon vilayetlerine girecek çekirgenin ortadan kaldırılması için Ankara’dan Sığırcık Suyu götürülerek dua edileceğini beyan eden Sığırcık Suyu Şeyhi Hüseyin’nin kendilerine kolaylık gösterilmesi talebi.”
“Yanındaki sığırcık suyuyla beraber Üsküb (Makedonya’nınbaşkenti) taraflarına gidecek olan Şeyhzade AhmedEfendi’ye kolaylık gösterilmesi gerektiği.”
“Sığırcık suyu şeyhlerinden olup Trablusgarb (Libya) taraflarına sığırcık suyu götürecek olan Ahmed, Ali Ömer veTevfik efendilere gerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Çekirge şeyhlerinden Osman, Hüseyin ve Ömer efendilerinsığırcık suyuyla beraber Trabzon, Erzurum ve Bitlis taraflarınıziyaret edeceklerinden gerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Haleb, Suriye, Diyarbekir ve Musul Vilayetlerine sığırcık suyu götürecek olan Çekirge Şeyhleri Ali, Ömer Lütfü ve Mehmed efendilere gerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Şeyh Hüseyin Sabri ve Şeyh Ahmed efendilerin sığırcıksuyunu Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerine götürdüklerinde kendilerine yardımcı olunması.”
“Çekirge şeyhlerinden Osman ve Halil Efendiler yanlarında sığırcık suyu oldukları halde Suriye ve Beyrut vilayetleriyle Kudüs Sancağı’na gideceklerinden kendilerine gereklikolaylığın gösterilmesi.”
“Çekirge şeyhlerinden Hüseyin ve Ömer Lütfü efendiler sığırcıksuyunu da yanlarına alarak Suriye, Beyrut ve Kudüs taraflarınageldiklerinde kendilerine gereken yardımın yapılması.”
“Girid, Trablusgarb ve Bingazi’ye gideceklerini bildiren sığırcıksuyu şeyhlerinden Ahmed ve Mehmed Ali’nin evrak talepleri.”
“Sığırcık suyu şeyhlerinden Ali, Mehmed ve Ahmed EfendilerinTrablusgarb ve Bingazi (Libya’nın ikinci büyük şehri)cihetlerine gidecekleri.”
“Şeyh Hacı Ali ve Derviş Hilmi Efendiler sığırcık suyuyla beraber Trabzon, Erzurum ve Sivas vilayetlerine geldiklerinde,kendilerine gereken kolaylığın gösterilmesi.”
“Sığırcık Suyu’nu hamilen Aydın’a gidecek olan ŞeyhHacı Ömer ve Şeyh İbrahim efendilere gerekli kolaylığın sağlanarak İzmir’e kadar vapurla meccanen götürülmeleri.”
“Kastamonu’ya gidecek Çekirge Şeyhleri Mahmud ve BekirEfendiler ile Sivas’a gidecek Mustafa ve Halil efendileregerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Sığırcık suyuyla Selanik, Kosova, Manastır, Yanya veİşkodra taraflarına gidecek olan Şeyh Hasan ve Ahmed Efendileregerekli kolaylığın sağlanması.”
“Sığırcık suyu şeyhlerinden Şeyh İzzeddin Efendi, Dersaadet’teki(İstanbul) işlerini görüp memleketi olan Gerede’yedöneceğinden kendisine kolaylık gösterilmesi.”
“Sığırcık Suyu dağıtmak üzere Konya ve Antalya’ya gitmek isteyenSığırcık Suyu Şeyhi Hacı Ali Efendi’ye yardımcı olunması.”
“Şeyh Hacı Ali ve Ahmed efendilerin sığırcık suyunu Konya’yagötüreceklerinden onlara gereken kolaylığın gösterilmesi.”
“Edirne ve Selanik vilayetlerine gidecek olan sığırcık suyuşeyhlerinden Musa ve Bekir efendilere gerekli kolaylığın sağlanmasıtebliği.”
“Halep Vilayeti’ne gidecek olan sığırcık suyu şeyhlerindenHacı Ali Abdurrahman ve Mahmut Mazhar efendilere kolaylıkgösterilmesi.”
“Sığırcık suyu ile Kastamonu ve Sivas tarafına gidecekolan sığırcık şeyhlerinden Ömer, Hüseyin ve Osman Efendilerekolaylık gösterilmesi.”
“Sıgırcık suyu ile Bitlis ve Van taraflarının giden ŞeyhMehmed Remzi ve Şeyh Rıfat’a kolaylık sağlanması. Sığırcıksuyu ile Trabzon’a giden Şeyh Hasan ve Şeyh Hüseyin’e kolaylıksağlanması.”
“Muzır hayvanata karşı kullanılmak üzere Bursa ve Manisa’ya Sığırcık suyu götürecek Şeyh Ahmed ve Hamdiefendiler ile Şeyh Yusuf ve Naim efendilere gerekli kolaylığıngösterilmesi.”
“Sığırcık suyu’nu yanında bulundurarak Manisa veMidilli’ye gidecek Şeyh Ahmed Hamdi Efendi Gelibolu’yagidecek Şeyh Ahmed ve Yusuf efendilere kolaylık sağlanmasıhususunun ilgili valiliklere tebliği.”
“Yabanabad’ın Şeyhler karyesindeki sığırcık suyunu müstashibenAydın ve Biga’ya gidecek olan sığırcık suyu şeyhlerindenNaim, Yusuf ve Ahmed’e kolaylık sağlanması.”
“Sığırcık suyu şeyhlerinden Yabanabadlı es-Seyyid HalilHakkı üç arkadaşıyla Kale-i Sultaniye (Çanakkale) ve Edirnecihetlerine gideceklerinden kendilerine gerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Sığırcık suyunu müstashaben rüfekasından Emin ve Mehmed Ali efendilerle Kastamonu ve Konya’ya gideceklerinden bahislekendilerine kolaylık gösterilmesini isteyen sığırcık suyu meşayihindenİbrahim Efendi’nin talebi için gerekenin yapılması.”
“Yanında sığırcık suyu bulunduğu halde Konya taraflarınagidecek olan Şeyh Hacı Ahmed Hamdi Efendi ile arkadaşlarıhakkında vilayetce gerekli kolaylığın gösterilmesi.”
“Sığırcık suyu’nu müstashiben Yanya, İşkodra ve Trablusgarbtaraflarına gidecek olan Sığırcık şeyhlerinden Mehmet Tahir,Umyan ve Osman efendilere kolaylık gösterilmesi işarı.”
“Ziraat alanlarında arız olan haşeratın zararlarını def içinsığırcık şeyhlerinden el-Hac Ahmed Hamdi ve refikleri Seyyidve Yusuf efendilerin Edirne Vilayeti ve Çatalca Sancağı’na yapacaklarıseyahatte kendilerine kolaylık gösterilmesi talebi.”
“Ankara’ya gidecek olan sığırcık şeyhlerinden İbrahim ve arkadaşı Ahmed Efendilere gerekli kolaylığın ve yardımın gösterilmesi.”
“Sığırcık suyu’nu dağıtmak üzere İzmid ve Bursa’ya gidecekolan sığırcık suyu şeyhi Ahmed Hamdi ve üç arkadaşınagereken kolaylığın sağlanması.”
“Koyun ve keçiden alınması lazım gelen yapağı ve kıl resminden Kozviran karyesinde kain Sığırcık köyü şeyhlerinin besledikleri bin koyunun istisna tutulması.”
(Başbakanlık Devlet Arşivleri, www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/.)
Bu belgelerden Sığırcık Suyu’nun Anadolu şehirlerinden başka Balkanlar, Afrika ve Asya kıtası şehirlerinde de kullanıldığını görüyoruz.
Kaynak:Abdulkerim ERDOĞAN " Şeyh Ali semerkandi ve Sığırcık Suyu"Reyhan Yayınları 2010
OSMANLI BELGELERİNDE
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ (K.S.)
Kaynak: Abdulkerim ERDOĞAN “Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu” Reyhan Yayınları/2010
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin de Çamlıdere bölgesine bu karışık dönemde geldiği kanaatindeyiz. Hacı Bayram-ı Veli hazretleri de aynı dönemde Ankara şehir merkezinde bir zâviye kurarak, dağılan Anadolu birliğini manen kurmaya çalışır. Anadolu’dan çok sayıda alim ve mutasavvıf Ankara’ya gelir.
Kaynak: Abdulkerim ERDOĞAN “Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu” Reyhan Yayınları/2010
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ (K.S)
Adı ve Nesebi
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin Osmanlı dönemi belgelerinde asıl adı “Ali”dir.
Bu bilgiye Fatih Sultan Mehmed döneminde yazılan 1463 tarihli “Ankara Tahrir Defteri”ndeki kayıtlardan ulaşıyoruz.
Mezkur defterde Yabanabad kazası vakıfları zikredilirken “Kuzvîrân’da yarım çiftlik yer ve bir değirmen kadîmî mülk ıssı Şeyh Ali’ye vakf imiş” ibaresi yazılıdır.17
Yabanabad; günümüzde Kızılcahamam ve Çamlıdere’nin tamamı ile Çubuk, Güdül, Ayaş, Kazan ve Çankırı’nın Orta ilçesini kısmen ihtiva eden Anlara Sancağı’na bağlı bir kazadır.
Kuzvirân Köyü ise günümüzde Çamlıdere ilçe merkezinin bulunduğu yerdir.
1530 yılı Ankara Tahrir Defteri’nde de “Vakf-ı zâviye-i Ali” (Ali Zaviyesi Vakfı) ve “Vakf-ı Cami-i Şeyh Ali” (Şeyh Ali Camii Vakfı) şeklinde kayıtlıdır.18
“Semerkandî” lakabının ise vefatından sonraki yıllarda verildiği anlaşılmaktadır.
1571 tarihli Sultan İkinci Selim’e ait fermanda ise “Şeyh Ali Semerkandî”olarak zikredilir.19
Kanaatimizce Şeyh Ali hazretlerinin doğduğu veya geldiği yer Semerkand şehri olduğu için “Semerkandî” nisbesi verilmiştir.
Nisbe olarak genellikle doğduğu yerin adı verilir. Ankaralıya “Ankaravî” (Hüsameddin Ankaravî), Bursalıya “Bursevî” (İsmâil Hakkı Bursevî), Erzincanlıya “Erzincanî” (Abdürrahim Erzincanî), Konyalıya “Konevî” (Sadreddin Konevî) ve İsfahanlıya “İsfahanî” (Abdülkadir İsfahanî) denildiği gibi.
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin nesebi ise İkinci büyük Halife Hazreti Ömer radıyallahu anhu (Allah ondan razı olsun)’ya ulaşmaktadır. Şeyh Ali Semerkandî’nin Hazreti Ömer (r.a.) soyundan ve “Farukiye” sülalesinden bir aileye mensup olduğu İkinci Selim Han’ın fermanında “Hazret-i Ömer radıyallahu anhu evlâdından Şeyh Ali Semerkandî” ibaresi ile nesebi kesinlik kazanır.20
Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu İkinci Selim Han’dan sonra tahta geçen her Osmanlı padişahı tarafından yenilenen ve şeyhin evlatlarına verilen fermanlarda Ali Semerkandî’nin nesebi hakkında genellikle şu ibareler kullanılır:
“Pişvâ-yı ricâl-i erbaîn,
Halife-i sânî,
Resulü’l-emîn
Hazret-i Ömerü’l-Faruk radiyallahü anh evlatlarından kutbu’lârifîn,rahmete’l-vâsilîn mümaileyhin eş-Şeyh Ali kuddise sırruhü’l-aziz.”21
İlk müslüman olan kırk kişinin önderi, ikinci halife ve Allah’ın elçisi Hazreti Muhammed’in -salât ve selâm O’nun üzerine olsun- en güvendiği kişilerden olan Hazreti Ömer el-Faruk -Allah ondan razı olsun- evlatlarından, ârif kişilerin önderi, rahmete ulaşanlardan olan Şeyh Ali. O’nun sırrı mukaddes olsun.
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin elkâbında kullanılan “Şeyh”, “Kutbu’l-ârifîn”, “rahmete’l-vâsilîn” ve “kuddise sırruhu’l-aziz” gibi övgü ve saygı ifadelerinden, bir tarikatın önde geleni yani “mürşîd” (irşâd eden) makamında olduğunu öğrenmekteyiz.
Vakıf belgelerinde de “Şeyh Ali Zaviyesi”nin Kuzviran Köyü’nde olduğu da açıkca zikredilir.22
“Şeyh”: Tasavvufta bir tekke veya zâviyede reislik edip, müridleri bulunan kişi. Pîr, mürşîd, efendi, seydâ, dede ve baba olarakta anılır. Selçuklu ve Osmanlı ticari hayatında meslek birliklerinin başkanı olan kişilerede “şeyh” veya “pîr” denilmiştir.
Mürşîd kelime olarak “Doğru yolu gösteren, klavuz, rehber” anlamlarına gelir. Terim olarak Mürşîd “velâyet” sahibi olup, müridlerini (bağlılarını) manevi yönden eğiten ve irşâd edendir.
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin elkâbından onun bir tarikatın ve kurduğu zâviyenin de şeyhi olduğunu anlıyoruz.23
15 Eylül 1839 tarihli Sultan Abdulmecid Han Tarafından Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin evlatlarına verilen beratın aslı (BOA Müzehheb Fermanlara, No:812)
“Kutbu’l-ârifîn”:
Mutasavvıflar (tasavvuf büyükleri) için kullanılan bir övgü sıfatı olup, yaşadığı dönemde bulunan diğer ârif ve irfân sahibi olan velî kişilerin önderi, başkanı anlamına gelir.
“Kutup/Kutb”: Değirmen taşının miline verilen ad. Tasavvufta, evrenin manevi yönetiminden sorumlu veliler hükümetinin başkanı. Mutasavvıflara göre değirmen taşı milin çevresinde döndüğü gibi bütün evren de kendisinin çevresinde döndüğü için velîler başkanına “kutub” denilmiştir.
“Kutbu’l-Aktab” ise Kutublar Kutbu anlamında kullanılmıştır. Kutub’a, kendisine sığınanlara yardım eden anlamında “Gavs” ya da “Gavsu’l-Azam” da denir.
Kutub, varlığın yaratılış nedeni olan Muhammedî hakikatin (Hakikat-ı Muhammediye) kendisinde tecelli ettiği kişidir. Veliliğin son ve en yüksek makamı olan kutubluğa kişi kendi çaba ve çalışması ile değil, ancak Allah’ın bağışı, vergisi sonucu gelebilir.
Kutubluk makamının “Kutbu’l-İrşad” ve “Kutbu’l-Aktab” ya da “Kutbu’l-Vücud” denilen iki çeşidi vardır.
Kutbu’l İrşâd, nübüvvet (peygamberlik) kurumunun iç yüzünü (batın);
Kutbu’l-Vücud ise son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’in velayetini (iç yüzünü) temsil eder. İrşâd kutubları nebiler gibi çok olabilir; fakat Vücud Kutbu her dönemde ancak bir tane bulunabilir.
“Ârif”: Bilen, bilgide ileri olan, vâkıf ve âşina olan, zevki ve vicdanî, külfetsiz olarak irfân sahibi olan. Hakkı layıkıyla anlayıp bilen ve ilmi ile âmil olan. Günümüz mürşîdlerinden Abdurrahim Reyhan (k.s.) hazretlerinin ifadesi ile “irfân ruhun tahsili”, ârif ise bu tahsili gören kişidir. Salih Baba Divânı’nda âriflerin sohbetlerinin özelliği şu beyitle anlatılır:
Ârifin her bir kelâmı bir mücevher kânıdır
Cânlara verir hayâtı âb-ı hayatdan lezîz
“Rahmete’l-vâsilîn”:
Mutasavvıflar için kullanılan bir övgü sıfatı olup, Cenab-ı Hakk’ın rahmetine ulaşmış, Allah’ın bağışlamasına ve merhametine kavuşmuş, yarlığanan, merhamet edilmiş, O’nun razı olduğu kullar arasına girmiş kimse anlamlarında kullanılır.
“Kuddise sırruhu’l-aziz”:
Tasavvuf büyüklerinin isimlerizikredildikten sonra, ona dua ve saygı ifadesi olarak kullanılır. Kendisine Allah tarafından verilen manevî sırların mukaddes, üstün ve mübârek olması temennisinde bulunmaktır.24
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin silsilenâmesi, yani mensubu olduğu tarikat soy ağacı günümüze ulaşmadığı için, hangi tarikata mensup olduğunu kesin olarak bilemiyoruz.
1894 miladi tarihli “Sığırcık Suyu şeyhlerinden ve Tarikat-ı Nakşibendîyye’den olup, Manastır’a gidecek olan Şeyh Hacı Ali ve Şeyh Bekir Efendilerin Sülale-i Tahire’den olduklarının tasdik kılındığı”na dair belgeden Şeyh Ali Semerkandî soyundan gelenlerin “Nakşibendî“ tarikatına mensup olduklarını öğreniyoruz.25
Kaynak: Abdulkerim ERDOĞAN “Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu” Reyhan Yayınları/2010
17 Ahmet Nezihi Turan, Yabanabad Tarihini Ararken, Kızılcahamam BelediyesiYayınları, s. 78-79; Muzaffer Arıkan, 867 Tarihli Ankara Tahrir Defteri(Açıklamalarla Metin Tesbiti), A.Ü. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi, BasılmamışDok. Tezi, Ankara, 1943.
18 438 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri, 937/1530, I. Kütahya,Kara-hisâr-ı Sahib, Sultan-önü, Hamîd ve Ankara Livâları, -Dizin veTıpkıbasım-, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,Ankara, 1993, s. 411.
19 Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-ı Kadîme Arşivi, TahrirDefteri, 558, s.91b-92a.
20 Başbakanlık Devlet Arşivleri, Cevdet İktisad, No.1938.
21 Başbakanlık Devlet Arşivleri, Müzehheb Fermanlara, No: 812.
22 438 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Anadolu Defteri, 937/1530, I. s. 411.
23 Ahmet Yaşar Ocak, “Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, S. XII, Ankara, 1979.
24 Süleynan Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü; Kabalcı Yayınları.
25 Başbakanlık Devlet Arşivleri, www.devletarsivleri.gov.tr/katalog/.
HENÜZ VERİ GİRİŞİ YAPILMADI..
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ HAZRETLERİNİN
PEYGAMBERİMİZ (SAV) İLE AKRABALIĞI
SIĞIRCIK SUYU İLE İLGİLİ
ANKARA’DA YAŞANMIŞ BİR OLAY
Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin yaşayan kerametlerinedair, 1890 yıllarında Ankara’da, daha sonra da Kırım’da yaşanan çekirge istilası ile ilgili olarak, Ankara Belediye Reisi Ademzade Ahmet Bey’in hatıra defterinden şu bilgileri, merhum Şeref Erdoğdu “Ankaram” isimli eserinde verir:
Kaynak: Abdulkerim ERDOĞAN Şeyh Ali Semerkandi (k.s) ve Sığırcık Suyu
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HZ.
ÇEKİRGE - SIĞIRCIK SUYU
Günümüzde Karabük vilâyetinin Eskipazar kazası ve civarı Şeyh Ali Semerkandî'nin Alanya'dan sonra teşrif ettiği yerdir. 0 günden bu yana isim, nüfus ve idare değişikliği olmuştur. Eskipazar'a bağlı Sadeyaka köyü vardır. Bu köyün bir de «Şeyhler» mahallesi vardır. Bu Şeyhler mahallesine yakın bir çeşme vardır. Bu çeşme asırlardır durmadan akıyor.
Kaynak: Hüseyin AŞIK Şeyh Ali Semerkandi Hz. Hayatı ve Menkıbeleri , İlim Yayınları
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ SIĞIRCIK - ÇEKİRGE SUYUNUN YERİNDEN ALINMASI VE ZARARLI HAŞERATA KARŞI KULLANILMASI
USUL VE ADABI
Kaynak: Hüseyin Aşık -Şeyh Ali Semerkandî (k.s.) Hayatı ve Menkıbeleri-İlim Yayınları
Sığırcık suyunun çıktığı yerin uydu görüntüleri
Kazım ATALIK
ALİ SEMERKANDİ (Rahmetullahi Aleyh)
Osmanlı Devleti'nin kuruluş devrinde, Ankara'nın Çamlıdere beldesinde yaşayan büyük velîlerden. 1320 (H.720) senesinde İsfehan'da doğdu. Babasının ismi Yahyâ olup, hazret-i Ömer'e dayanır. 1457 (H.862) târihinde Çamlıdere'de vefât etti. Türbesi Çamlıdere kabristanının ortasında bulunmakta, ziyâret edenler, ondan çok feyz almaktadırlar.
Onlar -Allah adamları- öyle kimselerdir ki, yanlarında bulunanlar şaki olmaz. (Hadis-i şerif)
ALİ SEMERKANDİ (Rahmetullahi Aleyh)
Manevi Evlatlık
İsfehan’da dünyaya gelen bu mübarek zat,
Ankara-Çamlıdere nam yerde sürdü hayat.
İslam âlimi olup, veliydi hem kendisi.
Ve hazret-i Ömer’e dayanır sülalesi.
Kudüs, Mekke, Medine, Semerkant, Şam ve Irak,
Dolaştı bu yerleri, emr-i maruf yaparak.
En son Çamlıderede eyleyerek ikamet,
Yüzotuz yaşlarında, vefat etti nihayet.
Tahsilini bitirip, Mekke’ye gitti önce.
Ve Mescid-i Haram’da imamlık yaptı nice.
Sonradan kendisine manevi bir işaret,
Gelerek, Medine’ye hicret etti nihayet.
Yedi yıl türbedarlık icra edip Ravda’da,
Hazret-i Fatıma’yı gördü bir gün rüyada.
Buyurdu: (Git ki hemen huzuruna Resul'ün,
Manevi evlatlığa alacak seni bu gün.)
Çok sevindi böyle bir rüyayı gördüğüne.
Koştu sabah Ravda-i mübarekin önüne.
İki diz üzerine oturdu haya edip.
Beklemeye başladı, başını öne eğip.
Bir sevinç ve heyecan sarmışken kendisini,
İşitti tam o anda Peygamberin sesini.
Diyordu ki ki: (Ya Ali, şu andan itibaren,
Manevi evlatlığa kabul ettim seni ben.
Sen, öyle bir beldeye sefer et ki ya Ali!
Gayetle fakir olsun o yerdeki ahali.
Fakirlik sebebiyle, bana gelemeyenler,
O yerde seni gelip, ziyaret eylesinler.
Manevi bir evladım olduğundan sen benim,
Onu, bana yapılmış gibi kabul ederim.)
Bunları işitince, çok sevindi içinden.
Sonra da, ağlamaya başladı sevincinden.
Bu manevi emirle, sonra bu mübarek zat,
Anadolu’ya doğru eyledi bir seyahat.
Ve nihayet Alanya nam yere vardığında,
Gördü, biri ağlıyor denizin kenarında.
Niçin ağladığını sorunca o kimseden,
Dedi ki: (Bir incimi düşürdüm denize ben.)
Buyurdu: (Dünya malı değil mi o nihayet.
Çok fenadır dünyaya fazla sevgi, muhabbet.
Madem bunu, kendine ediyorsun tasa, gam,
Gel!) deyip, o kimseyi götürdü sahile tam.
Seslendi: (Ey balıklar, Allah’ın izni ile,
O inciyi bulun da, getirip verin bize.)
Hemen binlerce balık, o denizin dibinden,
Ağızlarında inci, çıktılar hepsi birden.
Birisinin ağzından, hemen alıp bir inci,
Verince, o kimsenin avdet etti sevinci.
Kurt Dile Geldi
Ali Semerkandi ki, âlim ve veli bir zat.
Çamlıdere halkını yıllarca etti irşad.
O halk da fakir olup, pek azdı hayvanları.
Hatta otlatmak için, yoktu bir çobanları.
O bu hali görünce, bu, dert oldu içine.
Kendisi talip oldu, bu çobanlık işine.
Buyurdu: (Ben yaparım çobanlığı size hep.
Ve hatta bu iş için, ücret de etmem talep.)
Köylüler, kendisini tanımıyorlardı hiç.
Bu teklif karşısında, buldular neşe, sevinç.
O akşam gördüler ki, ineklerin memesi,
Süt ile dolu geldi, hayrette kaldı hepsi.
Böyle bir neticeyle karşılaşınca ilk kez,
Evliya olduğunu anladı köyde herkes.
Bir gün de, sığırları salmıştı kırlık düze.
Baktı ki, bir kurt gelmiş, kıyacak bir öküze.
Kurda hitab etti ki: (Bunu öldürmek için,
Ey kurt, söyle bakalım, sen kimden aldın izin?)
Dedi ki: (Ey efendim, nasibimdir bu benim.
Allah’ın izni ile öldürüp yiyeceğim.)
Buyurdu: (Şimdi git de, yarın gel ye, olur mu?
Ben dahi sahibine söyleyeyim durumu.)
O kurt (Peki) diyerek, dönüp gitti yerine.
O da, söyledi bunu o akşam sahibine.
Lakin o, bilmiyordu onun büyüklüğünü.
İnanmayıp, hafife aldı onun sözünü.
Ertesi gün kurt gelip, öküze durdu yakın.
Buyurdu ki: (Ye ama, deriyi delme sakın.)
Kurt dahi (Peki) deyip, dokunmadı deriye.
Akşama, sığırlarla deri gitti geriye.
Adam, öküz yerine, görünce sırf deriyi,
Dava etti kadıya Ali Semerkandi’yi.
Kadı, iki tarafı dinleyip, geçti zabta.
(Şahidin var mı?) diye, sordu bu veli zata.
Buyurdu ki: (Ey kadı, bu işi görenler var.
Şahittir o yerdeki ağaçlar ve kayalar.)
O anda bir gürültü kopuverdi derinden.
Ordaki ağaçlar ve dağlar koptu yerinden.
Ve mahkemeye doğru hepsi yol alıyordu.
O ses ve gürültüler, onlardan geliyordu.
İnsanlar, korkusundan kaçışınca etrafa,
O veli, şu şekilde nida etti bu defa:
(Ey ağaçlar, ey taşlar, ne için gelirsiniz?
Size, şahitlik için gelin demedik ki biz.)
O böyle söyleyince, hepsi durdu bir anda.
Gördüler bu durumu kadı ve o adam da.
Onun büyüklüğüne inandılar yakinen.
El öpüp, talebesi oldular hepsi birden.
Çekirge Afeti
Kadınlar çalışırken bir yaz günü ekinde,
Sığır otlatıyordu Ali Semerkandi de.
Baktı ki, namaz vakti ilerlemiş, geçecek.
Lakin su bulamadı abdest tazeleyecek.
Asasını vurarak toprağın bir yerine,
Buyurdu: (Ey su, yerden, çık toprak üzerine!)
Gövde kalınlığında bir su çıktı o anda.
Yayılmaya başladı süratle o alanda.
Lakin bağırdılar ki suyu görüp kadınlar:
(Bu su da nerden çıktı, ekinler gördü zarar.)
O zaman buyurdu ki akan suya bakarak:
(Ey su, şöyle sessizce ve belli belirsiz ak!)
O andan itibaren, su aktı gayet sessiz.
Çıktığı ve aktığı oldu belli belirsiz.
O tarihte Bursa’da, bir çekirge afatı,
Oldu ki, harab etti bilcümle hububatı.
Bundan kurtulmak için, uğraşıldı bir nice.
Lakin alınamadı yine de bir netice.
Âlim ve velilere dahi haber verdiler.
Ki, bunun çaresini söylesinler bilenler.
Ali Semerkandi’ye dahi geldi birisi.
Sordu ki: (Bu afetin, nedir acep çaresi?)
O dahi asasıyla çıkardığı su var ya,
Ondan bir miktar verip, irsal etti Bursa'ya.
Buyurdu: (Haşeratın olduğu yere, biraz,
Bu sudan serpilirse, onlardan eser kalmaz.)
Hakikaten o sudan, o yerlere serptiler.
Çekirgeler, bir anda, orayı terk ettiler.
Padişah çok sevindi duyup bu hadiseyi,
Bursa’ya davet etti, Ali Semerkandi’yi.
Gelince, karşıladı kendisi onu bizzat.
Saygı, hürmet gösterip, eyledi çok iltifat.
O, müsade isteyip, dönecek idi ki tam,
Bursa’da kalmasını etti ondan istirham.
Lakin o istemedi Sultan’ın teklifini.
Arz etti ki, bu babta mazur görsün kendini.
Padişah makul görüp, dedi ki: (Öyle ise,
Varsa bir isteğiniz, söyleyin onu bize.)
Buyurdu ki: (Fakirdir Çamlıdere insanı.
O yöre halkı için, bahşedin bu ihsanı.
Mesela, askerlikten tutulsun onlar muaf.
Ve toprak kirasından, olsunlar cümlesi af.)
Padişah, bu talebi severek kabul edip,
Bu hususta bir ferman yazdırdı emir verip.
Bindörtyüz elliyedi yılında bu büyük zat,
Yine Çamlıdere’de eyledi Hakka vuslat.
Türbesi, kabristanın tam orta yerindedir.
Ziyaret edenlere, halen de feyiz verir.
Abdüllatif UYAN
Kaynak:http://www.siirlerlemenkibeler.com/SiirMenkibe/07AnadoluEvliyalari/151/1%20(187).htm sitesinden alınmıştır.
HAFIZ HASAN BÖKE
Hafız Hasan Böke, 1932 yılında Kızılcahamam İlçesinin
Daha sonra Alpagut köyüne gitmiş
22.06.1963 tarihinde aynı ilçe Koyunpazarı Camii imam-hatibi oldu.
Adı geçen kursta bir kısmı yatılı, bir
Vefatı
1974 yılında, henüz 42
Yüce Allah (cc) rahmetini ondan esirgemesin, kabri Kur’an’ı Kerim’in nuru ile aydınlansın.
Her gün Kur’an’ı Kerim’den 4 sayfa ezberleme gücüne
Halkla ve meslektaşları ile çok fazla ilişkisi olmazdı.
HAFIZ KURBAN KUMAŞ
HAFIZ KURBAN KUMAŞ
BİR MUSİKİ ÜSTADI
HAFIZ VE BESTEKAR ÂMİR ATEŞ
Doğumu ve Eğitimi
Çamlıdere İlçemizin Atça Köyü halkından Hafız Vehbi Efendi, imam-hatiplik yapmak üzere Kocaeli İli Kandıra İlçesine gidiyor. İmamlık yaptığı Kandıra’da yerli halkın kızlarından Dürdane hanımla evleniyor ve orada yerleşiyor.
Hafız Âmir Ateş, 1942 yılında bu evlilikten aileniniki kızından sonra en küçük çocuğu olarak dünyaya geliyor.Hafız Vehbi Efendi ailesi bir daha Atça’ya dönemiyor. Fakat ailenin diğer bölümleri Atça’da kalıyor. Nitekim Ankara halkından dini çevrelerin çok y akındantanıdığı, ömrünün son yıllarını Mekke’de geçiren şoför Ali Metin, Hafız Ami rAteş’in amcası olarak biliniyor.
Hafız Amir Ateş’in dedesi de Atça Köyü ve çevresinde ünlü bir hocadır.“Cinci Hoca” namı ile tanınan bu zat hakkında halen Gerede Müftüsü olan Kemal Cengiz şu bilgileri veriyor:
Atça’lı “Cin Hüseyin” benim Çamlıdere Müftülüğüm sırasında sık sıkziyaret ettiğim hocalardan birisiydi. Kısa boylu, ufak yapılı birisi olduğuiçin halk “Cin” lakabını takmış. Türkçemizde “Cin” çok akıllı ve giriş kenanlamına da gelir. Onun öyle de özellikleri vardı. Cin Hüseyin, tok sözlü biriydi. Bir yanlışı gördüğü zaman hemen kişinin yüzüne karşı o yanlışısöylerdi. Atça Köyünde insanlar Cin Hüseyin Hoca’nın eleştirilerine çarpılmamakiçin ağızlarından çıkan sözlere ve davranışlarına çok dikkatederlerdi. Kılık-kıyafeti düzgün olmayanlar onun yanına gelemezlerdi. Kılık-kıyafetini beğenmediği kimseler için “Sen artist misin? şu haline bak,anan-baban ne ki sen böylesin, sen ne oldun” diyerek bağırıverirdi. Gelenekçibir yapıya sahipti.Cin Hüseyin, Atça’lı “Sofu Hoca” ismi ile tanınan Hüseyin Yılmaz Hoca’dan dini eğitim almıştır. Bilgisinden çok, duygularını zihninde tutmuştur.Kendisi bana “Ben kazan dibi yaladım” derdi. Yani, “Benim ilmimkulaktan duyma şeyler” demek isterdi. Cin Hüseyin’in oğlu Sabri Metinde dini hizmet mesleğine girmiştir. Bir diğer oğlu Ali Metin, Ankara HacıBayram Veli çevrelerinde tanınan bir kişi idi. Uzun yıllar Mekke’de kaldıve sanırım orada vefat etti. “Ot, kök üstünde biter” denir, Cin Hüseyinçevre köylerde uzun yıllar imamlık yapmıştır.Hafız Amir Ateş, ilk Kur’an okuma derslerini Gerede’nin Süller ToplarKöyünden Kandıra’ya gelen ve tıpkı Amir Ateş’in babası gibi Kandıra Yadeş Köyünde (şimdiki adı Esenköy) imam-hatiplik yapan Haydar Hoca’dan aldı. Hafızlık çalışmalarına babası Hafız Vehbi Efendi’de başladı. 7-8 sayfaya kadar Kur’an’ı Kerim’i babasına ders vererek ezberledi.
Babasının vefatı üzerine hafızlık çalışmalarını 17. sayfaya kadar Kandıra Kur’an Kursu’nda, bu kursun Kur’an öğreticisi ve Hasan Akkuş’un öğrencilerinden Gerede’li Hafız Hasan Arslan’da sürdürdü. Daha sonra 1956 yılında İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’ndaHafız Hasan Akkuş Hoca’nın eğitimine dahil oldu.
Hafız Âmir Ateş, Hasan Akkuş Hoca’da okuma özlemini ve onun hakkındakiduygularını şöyle anlatıyor:
- Ben, babama hep Hasan Akkuş Hoca’da okumak istediğimi söylerdim. O zamanlar Akkuş Hoca’da okumak bir efsane ve bir ayrıcalıktı. Babam da bana “acele etme, dur” derdi. 1955 yılı sonlarında babam vefat edince,1956 yılında İstanbul’a Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na gelip, Hasan AkkuşHocamın eğitimine girdim. Ben Kandıra Kur’an Kursu’nda iken, AkkuşHocamın talebesi ve Kandıra Kur’an Kursu öğreticisi Hafız HasanArslan’da Kur’an’ı Kerim okuma yeteneklerimi hayli geliştirmiştim. ÇünküHasan Arslan Hoca gibi Kur’an okuyan kimse bugün dahi çok azdır. Bunedenle ben Akkuş Hoca’ya öğrenci olduğumda Kur’an’ı Kerim’i usulüneuygun okuma çalışmalarını çok hızlı ilerletmeye başladım. Rahmetli hocamHasan Akkuş’un ayrıcalıklı öğrencileri arasındaydım. O bana dershanededers vermedi. Her gün sabah namazından sonra evine götürürdü, benievinde okuttu. Zaman zaman evine gelen misafirlerine Kur’an okumamiçin beni evine çağırırdı. Camide nöbetçi olduğu zamanlarda, namaz sonrasındaokunacak aşr’ı bana okuturdu. Hasan Akkuş Hocam Kadıköy Osmanağa Camii’nde her Çarşamba günü mukabele okurdu. Bana “Her Çarşamba geleceksin ve beni dinleyeceksin” derdi. O benim sanki babam gibiydi.
Hafız Âmir Ateş, Hasan Akkuş Hoca ile ilgili bir başka anısını şöyle anlatıyor:
- İstanbul’un büyük camilerinden birinde mevlit okuyordum. Hafız HasanAkkuş Hocam başta olmak üzere, İstanbul’un ünlü Kur’an ve mevlit okuyucularınınhemen büyük bir kısmı oradaydı. Cami tıklım tıklım doluydu,okuma sırası bana gelmişti. Kürsüye çıktım ve “Fetih Suresi”nin son üçayetini okudum. Okurken son ayetteki “Muhammed Allah’ın elçisidir”cümleciğini yüksek bir sesle okumam üzerine camide büyük kalabalığınyüksek sesle bağırdığını ve rüzgar önündeki olgunlaşmış buğday başaklarıgibi hep birlikte sallanıverdiğini gözlemledim. Ben de şaşırdım, heyecanlandım.Okumamı bitirip, kürsüden inerken Hocam Hafız Hasan Akkuşayağa kalktı, kucağını açarak “gel kucağıma!” dedi. Benim şaşkınlığımdevam ediyordu. Hocamın bu sözleri de şaşkınlığımı artırmıştı. Kürsümerdiveninde durup kalmıştım, inemiyordum. Hocam Hasan Akkuş ise ısrarla“gel kucağıma!” diyordu. Nihayet kendimi Onun kucağına bıraktım.Beni kucakladı, bütün vücudumu iyice sıktı, okumamdan duyduğu sevinciifade ederek beni kutladı.Aradan yıllar geçti, Hocam Hasan Akkuş ile birlikte Kadıköy Osmanağa Camii’ne gidiyorduk. Hocam, Osmanağa Camii’nde mukabele okuyacak,bana da bir miktar okuma fırsatı verecekti. Camiye 150 metre kadar yaklaştığımızda,ben; “Hocam, Beyazıt Camii imam-hatibi Hendek’li Abdurrahman Gürses Hoca, güzel Kur’an’ı Kerim okuması için kıraat hocasından dua almış” der-demez, Akkuş Hocam benim enseme çok güçlübir pehlivan tokadı vurdu. Tokadın etkisi ile birkaç metre ileriye gittim. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Hocama döndüm, bana “ulan hergele! Ben hocan olarak seni kucaklayıp, sıktığım sırada senin hakkında o duayı yaptım, hala farkında değil misin?” dedi. Yediğim pehlivan tokadının cevabını almıştım.
Hafız Âmir Ateş, 1956 yılında İstanbul’a gittiğinde, İstanbul İmam-HatipLisesi’ne öğrenci olmak istedi. Ancak ilkokul diploması olmadığı için bu amacınaulaşamadı. Kandıra’dan bir ilkokul diploması almak istedi ise de bunda da başarılıolamadı. Daha sonraki yıllarda ilkokul diplomasını İstanbul’dan aldı. Buarada geçen yıllarda yaşının ilerlemesi ve maddi yetersizlikler nedeniyle imamhatipokulu arzusu gerçekleşmedi.Hafız Âmir Ateş, 1958 yılında Üsküdar Kur’an Kursu’nda öğretici yardımcısıoldu. Kur’an kursu’nun hocasından daha üstün Kur’an bilgisine sahipti. Bunedenle kurs hocası ona okuyuşunu dinletir, yanlışlarını düzelttirirdi. Daha sonra,onun için Kadıköy Osmanağa Camii’nde hafızlık merasimi yapıldı. Hafızlıkmerasiminden sonra da Kur’an eğitimini sürdürdü. Kadıköy Rasim Paşa Kur’anKursu’nda “AŞERE-TAKRİB” dersleri aldı. Bu arada gözlerinden rahatsız oldu ve musiki eğitimine daha çok ağırlık vermeye başladı.
Musiki Eğitimi
Hafız Âmir Ateş, kendisindeki musiki yeteneğini ve eğilimini genç yaşlarındanitibaren duymaya başladı. Önüne çıkan ilk fırsatta bu yeteneğini geliştirmeyebaşladı. Musiki çalışmalarını şöyle anlatıyor:
- Ben Nuruosmaniye Camii’nde öğrenci iken Çarşıkapı’da bir musiki cemiyetiolduğunu, yetenekli öğrencilerin oraya gitmesi halinde çok yararlıolacağını duyardım. Rahmetli Kemal Gürses Hoca orada ders veriyordu.Bir-iki kez oraya gittim. Daha sonra Kadıköy Kur’an Kursu’na geçince,komşum bir emekli musiki öğretmeni vardı. Bu yaşlı hanım Tamburi ErcümentBatanay’ın kızı idi. Bana ilk nota derslerini O verdi. Daha sonra, bazıdostlarım aracılığı ile 1959’da Üsküdar Musiki Cemiyeti’ne götürüldüm.Ben orada kendimi kaybettim, musikinin içinde kayboldum. Üsküdar Musiki Cemiyeti, Türkiye’nin gelmiş ve geçmiş tek musiki kaynağı. SelahattinPınar, Müzeyyen Senar, Avni Anıl, o tarihlerde Türkiye radyolarındane kadar Türk Sanat Müziği sanatçısı varsa hepsi orada, öğrenci idiler.Emin Ongan, Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde hocamdı. Musiki eğitimiminhemen tamamını orada Emin Ongan Hocamdan aldım. Daha sonra dakendisinin yardımcısı olmak onurunu kazandım. Benim musiki çalışmalarımıilk zamanlarda önceki dini yoğunluklu mesleki çevrem çok yadırgadı.Daha sonra hizmet alanında görev yapan meslektaşlarıma yararlı olmayabaşlayınca, bu hava değişti.
Türk Tasavvuf ve Türk Sanat Müziğine Katkıları
Hafız Âmir Ateş, günümüzde dini musiki, Türk tasavvuf musikisi ve TürkSanat Müziğinin önde gelen üstatları arasında yerini aldı. Önce ünlü bir Kur’an’ıKerim ve mevlidi şerif okuyucusu olarak ün yaptı. Türk tasavvuf musikisine onlarcagüfte ve beste kazandırdı ve fiilen uygulama şansı buldu. Aynı şekilde Türksanat müziğine birbirinden güzel sözler ve besteler kazandırdı. Sözü yine kendisine bırakalım:
- 1966 yılından sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde kalfalık ve hocalık görevlerimbaşladı. Eserlerim radyo ve televizyonlarda okunmaya başlamıştı.Çok yoğun bir tempo içinde çalışıyorduk. Bir kısım kimseler özel öğrencilerimolmak istiyordu. Cemiyetin hazırladığı radyo programlarını da benhazırlıyordum.
Hafız bestekar Âmir Ateş’in ismi Üsküdar musiki çevrelerinde iyice yaygınlaşmıştı.Bu nedenle Türkiye Demircilik İşletmeleri Onu musiki hocası olarakdeğerlendirmek istedi. Denizcilik işletmesinin Kadıköy Vapur İskelesinin üstündeki büyük bir salonunda ders vermeye başladı. Orada on yıla yakın musiki hocalığı yaptı. Üsküdar Musiki Cemiyeti ile de ilişkisini tam olarak kesmemişti.Çünkü Denizcilik İşletmelerine geçerken, hocası Emin Ongan’dan bu şartla izin alabilmişti. Bu nedenle Üsküdar Musiki Cemiyeti ile ilişkilerini kesemedi. Bucemiyetin beste hocası ve yönetim kurulu üyesi olarak ilişkisini sürdürüyordu.Hafız bestekar Amir Ateş’e bu defa Telefon Baş Müdürlüğü musiki hocalığı teklif etti. Bu teklifi kabul ederek İstanbul Telefon Baş Müdürlüğü’nde kısa bir süre musiki hocalığı yaptı.Hafız, bestekar Âmir Ateş, radyo ve televizyon kurumlarında dini içerikli programlar yapıyor, eserlerinden oluşan konserler düzenliyordu. Televizyon programlarında “İnanç Dünyası” programını ilk kez o sunmaya başladı. Bu programların hazırlanması ve sunulmasını 30 yıl sürdürdü.
O, gördüğü her güzelliği,duyduğu her duyguyu denenmemiş bir çok musiki motiflerini ele almak suretiylebenzerlerinin ötesinde orijinal yeniliklere gönlünü açarak, tatlı ses kalıplarına dönüştürüyordu.1959 yılından itibaren başladığı musiki çalışmalarının ürünü olarak TürkTasavvuf Musikisi ile Türk Sanat Müziğine bu özellikleri taşıyan 800-1000 civarında eser kazandırmıştır.
Söz buraya gelmişken, oğlu Mahmut Furkan’ın doğumu üzerine ve Üsküdar ilçesi için bestelediği iki eseri örnek olarak vermek istiyoruz.
Oğlu için yaptığı beste
Söyle hangi gülden aldın bu pembeyi dudağına,
Sanki ballar sürmüş, allar senin o gül yanağına,
Güzelden de güzelsin sen, dünyalara bedelsin sen,
Ümidime, sevincime ne güzel temelsin sen,
Semadan mı düştü söyle bu yıldızlar gülüşüne,
Kurban olsun canlar senin böyle güzel gelişine.
Âmir Ateş, Üsküdar için yaptığı bestenin öyküsünü de şöyle anlatıyor:
- Ben çalıştığım yerler için, hatta verdiğim konserler için “sürpriz olsun”diye bir beste yaparım. Denizcilik İşletmelerine ve Telefon Baş Müdürlüğünede birer beste yapmıştım. Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde yıllarca emek verdiğim halde Üsküdar için bir beste yapma imkanım olmadı. Yoğun çalışmalar nedeniyle sadece hocam Emin Ongan için bir beste yapmıştım.
Bir gün Üsküdar Musiki Cemiyeti’nin bir konserine katılan Üsküdar Belediye Başkanına dedim ki; “Başkanım, Üsküdar ‘Üsküdar’a gideriken aldı da bir yağmur’ ile mi kalacak, neden başka şarkıları yok?”Başkan; “Emredin olsun” dedi, ben de adımı ima ederek “Amir olarak başkanıma emrediyorum, hemen bir söz ve şiir yarışması açılsın, söz yazarlarınave bestekarlara duyurulsun” dedim. şiir günü yapıldı, 200’ünüzerinde şiir geldi. Fakat ben jüri başkanı olduğum için yarışmaya katılamadım. Fakat ben de Üsküdar için bir şiir yazdım ve onu, Üsküdar sultanlarbeldesi olduğu için “Sultaniyegah” makamında besteledim. O şiir şu oldu:
Üsküdar için yaptığı beste
Üsküdar’ın güzelliği dünyaya bedel,
Kız Kulesi gelin gibi, özel mi özel,
Dağların, martıların, serin suların,
Şarkıların, türkülerin, güzel mi güzel,
Üsküdar’ın yamaçları tarih kokuyor,
Çamlıca’dan gönüllere huzur akıyor,
Camilerin, türbelerin, minarelerin,
Oraya gelip sanki Bilal ezan okuyor.
Hafız Âmir Ateş, kendi kurduğu ilahi grubu dışında, Diyanet İşleri Başkanlığıncacami görevlileri ve Kur’an kursu öğreticileri için açılan hizmetiçi eğitim kurslarında da hocalık yaptı. Bu tür katkıları hakkında da şu bilgileri veriyor:
Türkiye’de ilk kez güzel ezan okuma ve müezzinlik yapma kurslarında eğitim vermeyi ben başlattım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Haseki Yüksekİhtisas Eğitim Merkezi’nde birkaç sene ders verdim. Mevlit okuma usul ve adabı derslerini de burada başlattım. Önce bu kursa gelen öğrenciler arasından ses yeteneği ve musikiye kulak yatkınlığı olanları çağırdık. Gördükki, gelen kişi örneğin Rast makamında bir şey okuyor, fakat okuduğu makamın ismini bilmiyor. Sesi güzel olunca Hicaz, Rast ve Hüzzam makamlarını benden güzel okuyor. Atalarımız ezanı, mevlidi, salayı gelişigüzel okumamış. Herkesin keyfine göre ezan ve mevlit okumasını uygun görmemiş.Bu tür dini etkinliklere sanatsal bir nitelik kazandırmış. Buna göre;sabah ezanı “saba”, öğle ezanı “rast”, ikindi ezanı “uşşak”, akşam ezanı“segah”, yatsı ezanı “hicaz” makamı ile okunur.
Mevlit’in ilk kısmı (YüceYaradan’a övgü ile başlayan kısım) Saba, ikinci kısmı (Peygamberimizin doğumu kısmı) Rast, üçüncü kısmı (Peygambere övgü kısmı) Uşşak,dördüncü kısmı (Peygamberimizin miracını anlatan kısım) Segah, Hüzzam,son kısmı (dua kısmı) Hüseyni makamlarında okuna gelmiştir. Mevlit’in sonundaki dua kısmı Yüce Allah’a bir yakarıştır. Mevlit’i yazan SüleymanÇelebi, bu kısımda Allah’a yalvarmaktadır, “Ey Allah’ım beni bağışla”diyor. Bu nedenle bir hüzünlü makam olan, bir yakarış hüznü olan Hüseyni makamı ile okunur.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında bütün Kur’an ve mevlit okuyucular bu makamları bilirler ve uygularlardı.Mevlit, Süleyman Çelebi tarafından bir şiir ölçüsü olarak “Aruz Ölçüsü”nde yazılmıştır. Bu ölçü “Failatun, Failatun, Failun” ölçüsüdür. Okunurkende bu ölçüye uygun okunması gerekir. Örneğin “Allah adın / zikredelim/ evvela…” gibi.
Güzel Sesle Kur’an Okuma Konusunda Görüşleri
Hafız Âmir Ateş, Kur’an’ı Kerim’i güzel sesle ve kıraat kurallarına uygunokumanın önemi ile ilgili görüşlerini şöyle açıklıyor;
- Yüce Allah’ın güzel sesle ve usulüne uygun olarak okunan Kur’an’ı Kerim’idinlediği kadar, hiçbir şeyi dinlemediği rivayet edilmektedir. SevgiliPeygamberimiz Hz.Muhammed (S.A.V.) sık sık Abdullah İbn’i Mesud HazretlerineKur’an okumalarını emreder ve zevkle dinlerdi. Böyle güzel şeyleryaşandı. Kur’an’ı Kerim’i kesinlikle güzel sesle ve ehliyetle okumakgerekli. Tabii Kur’an okurken sesi ve makamı Kur’an okuma usullerininemrine bırakmak lazım. Elbette Kur’an’ı Kerim’i okurken, onu makama vesese uyduralım diyemeyiz. Böyle bir hataya ve böyle bir hevese düşersekdoğru olmaz. Allah korusun.
Güzel sesle ve kıraat kurallarına uygun olarak okunan Kur’an, dinleyenlere haz verir. Bizim yörede “ses ilmin yarısı”derlerdi. Bazı cahil kimseler, güzel sesle okunan Kur’an’ı dinlemek istemiyor.Ben onlara “sen güzel sesi dinleme, okunan Kur’an’ı Kerim’idinle” diyorum.
Bir şey daha anlatılır; Mısır’da sesi güzel olmayan birisi Kur’an’ı Kerim okuyormuş. Anlayan birisi gelmiş, “sen ne yapıyorsun?” demiş. Okuyanadam “Allah rızası için Kur’an okuyorum” demiş. Dinleyen adam “sen Allah rızası için şu kötü sesinle okuduğun Kur’an’ı bitir de, bizi kurtar”demiş.
Resmi Görevleri
Hafız Âmir Ateş, 1959 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kadıköy Mezarlıklar Müdürlüğü’nde Kur’an’ı Kerim okuyucu kadrosunda ilk resmi görevine başladı. Burada 11 ay görev yaptı. Kadrosu kaldırıldığı için boşta kaldı. Geçimini sağlamak için 3-4 ay bir havlucu dükkanında tezgahtar olarak çalıştı. Daha sonra bakkal ve benzeri yerlere çakmak benzini pazarladı. Bu işlerden sonuç alamayacağını anladı.
1964-1965 yıllarında vatani görevini Çorum Garnizonundayaptığı sırada hem kışlanın imamıydı, hem de assolistiydi. Vatani görevini tamamladıktan sonra Belediyedeki görevine yeniden dönme fırsatı buldu. 1991 yılında emekli oldu.
Hafız Âmir Ateş, halen Prof.Dr. Alaaddin Yavaşca, Prof.Dr.Teoman Önaldı,Kenan Güden, Suat Yıldırım, Erkan Yüksel ve Zekai Tunca gibi tanınmış musiki üstatları ile birlikte TRT Repertuar Kurulu Üyeliği yapıyor. TRT repertuarınaalı nacak eserlerin incelenerek karar verilmesinde hizmet veriyor.
Evliliği ve Çocukları
Hafız Âmir Ateş, 1971 yılında ilk eşi şükran hanımla evlendi. Bu evliliktenMahmut Furkan isimli oğlu dünyaya geldi. 1977 yılında ikinci çocuklarını beklerken, doğum sırasında ilk eşi şükran hanım vefat etti. 1985 yılında İzmit’denKeriman hanımla ikinci evliliğini yaptı. Aynı yıl bu evlilikten şevval isimli kızı dünyaya geldi. Oğlu Mahmut Furkan Yalova’da serbest ticaret yapıyor, kızı şevval henüz üniversite öğrencisi.
Hafız Amir Ateş’le İlgili Çeşitli Yayınlardan Seçmeler
Manisa Belediyesi, Manisa Mevlit Okuyucular Derneği Türk Tasavvuf Musikisi Grubu tarafından 13.07.2007 tarihinde düzenlenen “Anılarla Bestekar Amir Ateş Gecesi”nin tanıtım yazısında şunlar yazıyor:
- İstanbul Ehli Kur’an ve Mevlidhanlar Derneği’nde musiki hocalığı veüyeliği yapan Amir Ateş, Türk dini musikisine yönelik hizmet ve faaliyetlerineburada da devam etmiş, musiki camiasına güzel sesler kazandırmıştır.
Mevlidhanlar Cemiyeti çatısı altında yaptığı Türk tasavvuf musikisi çalışmalarını Türkiye’de ilk kez radyo ve televizyonlara taşımış, Türkiye radyo ve televizyonlarında yayınlanan “İnanç Dünyası” programları kuşağı altında, dini musiki yayınlarına öncülük etmiştir.Âmir Ateş ilahi korosu, özel radyo ve televizyonların yayın hayatına girmesiile birlikte, çalışmalarını bu kanalların “Tasavvuf Musikisi ve Dini Program”kuşaklarına taşımıştır.
Amir Ateş ilahi korusunun yanı sıra, bir çok derneğin özel korosunda şef ve hocalık yapmış ve yurdun değişik yerlerinde konserler vermiştir.70’li yıllardan sonra medyanın ve Türk Devleti’nin de desteği ile Avrupa’nındeğişik ülkelerinde tasavvuf konserleri veren Amir Ateş, özellikle HollandaKültür Bakanlığı’nın desteği ile yapılan bir davet üzerine seri televizyon programlarıve değişik şehirlerde konserler vermiştir. Yurt içinde de kendi eserlerinden oluşan ve kendi onuruna düzenlenen konserler, Ankara, Balıkesir, Çanakkale,Denizli, Eskişehir, İstanbul, İzmit ve Manisa illerinde çok büyük ilgi görmüştür.Milliyet Gazetesi, yılın sevilen 10 sanatçısı ve TRT 1’de 2004 yılında yapılan Alaturka Beste yarışmasında ki ödüllerinin yanı sıra, çeşitli dernek ve kuruluşlardanda değişik besteleri ile pek çok ödül alan Bestekar Amir Ateş; “Besteci olunmaz, doğulur” inancının tam bir numunesidir. Nefes alırken bile adeta musiki ile iç içedir. Amir Ateş’in eserlerinin büyük bir kısmı TRT repertuarındadır.Gönül dünyasındaki berraklığını eserlerine de yansıtan Bestekar Amir Ateş,çalışmalarına 30’a yakın makamı ustaca kullanarak çok şirin, sevilen ve beğenilen üzlerce esere imza atmıştır.
Türk Tasavvuf Musikisi ve Türk Müziği camiasında sanatı, sempatikliği, mütevaziliği ve cömertliği ile çok sevilen Amir Ateş, 6 albüme imza atmıştır. Halenkaset ve cd çalışmaları yapan bestekar, 3 dönem MESAM yönetim kurulu üyeliğinde bulunmuştur. Kartal Musiki Derneği kuruculuğu ve halen yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra, Üsküdar Musiki Cemiyeti beste hocalığı ve yönetim kurulu üyeliğini de devam ettiren bestekar, TRT repertuar kurulu üyeliğini de başarıile sürdürmektedir.
Hafız Bestekar Amir Ateş İçin Kocaeli’de düzenlenen gece için, Kocaeli’deyayınlanan “Özgür Kocaeli” gazetesinde şu yayın yapıldı:
Âmir Ateş’e Büyük Onur.Âmir Ateş için gece düzenlendi. Sanatçının ismi Yahya Kaptan Mahallesi’nde bir caddeye verildi.Türkiye’nin tanınmış mevlithanlarından, bestekar ve güftekar Amir Ateş için Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde gece düzenlendi. Ateş’in ismi Yahya Kaptan Mahallesi’ndeki bir caddeye verildi. Bekirpaşa Belediyesi,İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kocaeli Aydınlar Ocağı ile Kandıra’lılarDerneği’nin birlikte düzenlediği Amir Ateş Gecesi’ne Sanayi ve TicaretEski Bakanı Ali Coşkun, Vali Gökhan Sözer, Büyükşehir Belediye Başkanıİbrahim Kocaosmanoğlu, Vali Yardımcısı Yusuf Odabaş, Emniyet MüdürüHüseyin Namal, Kandıra Kaymakamı Hamza Erkal, Bolu eski Emniyet Müdürü Uğur Gür, Yenice, Köktürk, Kahraman Belediye Başkanları, tanınmışTürk Müziği ve ilahi sanatçıları da katıldı.
Sevilen Eserlerini Seslendirdiler
Türk Müziğine önemli eserler kazandıran Amir Ateş onuruna düzenlenen gecede şef İnci Yaman yönetimindeki Gönül Dostları Türk Müziği TopluluğuKorosu sevilen eserleri seslendirdiler. Piyanist Deniz Bakırcıoğlu’nun konuk sanatçıolarak katıldığı gecede sunuculuğu Nuriye Eracar yaptı. Türk Müziği topluluğunun yanı sıra Kandıra Türk Sanat Müziği Derneğinin şef Aysel Demircan yönetimindeki korosu da hem Türk Müziği hem de ilahi eserlerini koro ve solo olarakseslendirdi. Amir Ateş için düzenlenen gecede Türk Müziği yazarları Ali Coşkun, Yaşar Nuri Öztürk, Yılmaz Karakoyunlu ve Necati Çetinkaya’nın da aralarında bulunduğu güfte yazarlarının eserlerini seslendirdiler. Geceye katılan bestekar, güfte yazarları ve ses sanatçıları Sami Savni Özer, Muzaffer Çağman,Ali şenozan solo şarkı ve ilahiler söylediler.
Caddeye Adı Verildi
Doyumsuz müzik ziyafetinin yaşandığı gecede 2 şubat 1942 doğumlu olan Âmir Ateş’in doğum günü de kutlandı. Ünlü mevlithan ve bestekarın isminin Bekirpaşa Mahallesinde bir caddeye verilmesi nedeniyle Vali Sözer, Belediye Başkanı Karaosmanoğlu ve Bekirpaşa Belediye Başkanı Köktürk, üzerinde “Bestekar Amir Ateş Caddesi” yazılı ahşaptan yapılan şık bir tabelayı Amir Ateş’e hediye ettiler. Amir Ateş, hediyeyi alınca “Bu benim için dünyalara değer” dedi.Akşam saat 18.00’de başlayıp gece 23.30’da sona eren programın bir bölümünde davetlilere Kandıra Yoğurdu da ikram edildi. (Özgür Kocaeli,06.02.2008)
Hafız Bestekar Âmir ile ilgili olarak “Aksiyon Dergisi” bir yazısındaşu değerlendirmeyi yapıyor:- Mevlidhanlık Gönül İşiHayatının 50 yılını mevlidhanlığa adayan Hafız Amir Ateş,Mevlithanlık için gereken şartları Aksiyon’a anlattı.Sultanahmet Camii’nin içi tıklım tıklım dolu. Kur’an’ı Kerim tilavetiylebaşlayan mevlit programındaki manevi yoğunluk, hafız ve mevlidhan AmirAteş’in “Allah adın zikredelim evvela…” mısrasını dillendirmesiyle bircoşkuya dönüşüyor adeta. Efendiler Efendisi’ne sevdanın 600 yılı aşkınsüredir sembolü Süleyman Çelebi’nin mevlidi, Ateş Hoca’nın üslubuyladinleyenleri değişik bir manevi atmosfere sokuyor. Okunan her mısra, seslendirilenher makam gönüllerde Hazreti Muhammed’in dünyayı şereflendirmesindenduyulan sevinci büyütüyor. 1,5 saatlik merasimin sona erdiği,Ateş Hoca’nın suskunluğuyla ancak fark ediliyor.Yıllarını mevlidhanlığa veren Ateş, babasının manevi ortamından etkilenerek başlar hayata. İkamet ettikleri köyde ilkokul yoktur. Oğlunun eğitimine önem veren baba “dini eğitimden de geri kalmasın” diye hafızlığa başlatır.Uzun süre köyde devam eden eğitimini 1956’nın ilk günlerinden itibaren İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nda devam ettirir. Hasan AkkuşHoca’nın talebesi olur. 3 yıl sonra Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde tasavvuf müziğiyle hasbihali başlar. Bestekar, hattat ve tamburi Kemal Batanay,Neyzen Halil Can, Rebabi Sabahattin Volkan gibi devrin en değerli isimlerinden musiki dersleri alır. Sadettin Kaynak gibi Türk müzik tarihine damgasını vurmuş bir üstadın sohbetlerinde bulunur.İşte bu günlerde hafızlığa mevlidhanlık sıfatı eklenir. Hocaları ona icazet verirken kulağına küpe öğütleri sıralamaktan geri kalmaz.
Üzerinden 50 yıla yakın zaman geçse de söz konusu tavsiyeleri unutmuyor Amir Ateş:“Mevlidhanlık için sesin güzel olacak ama bu yeterli değil. Dini ilimlere vukufiyet ve gönlünün bir köşesinde coşkun bir Resulullah sevgisi de yeralacak. Sen duymazsan nasıl tesiri olabilir ki. Yani mevlid hem okuyana hem dinleyene aynı duygu yoğunluğunu yaşatmalı ki yazılma gayesine uygun düşsün.”
Âmir Ateş bu güne kadar okuduğu mevlidlerde bu düsturlara dikkat eder.Ancak üstünde durduğu noktalardan biri de mevlidi dinleyenlerin ihlası.Ona göre içinde yer alınan topluluğun lakaytlığı, bir an önce bitse de gitsek anlamı taşıyan davranışları, okuyanı olumsuz etkiliyor. İşte bunlardan kurtulmak için her merasimin bitişinde kısa bir konuşma yapıyor. Bu hitaplarda toplanılma gayesi, mevlidin anlamı, nasıl davranılması gerektiğigibi konularda gelenlere tavsiyelerde bulunuyor.
Mevlid Nasıl Okunmalı?
Mevlid birkaç bahirden (bölümden) oluşuyor ve her birinin kendine göreokunuş makamları var. Tevhid bahri Saba, Nur Hicaz, Veladet Rast, Merhaba Uşşak,Miraç Hüzzam ve Son kısım Münacat da Uşşak makamı ile okunuyor. Ancak son dönemlerde bu kaidelere yönelik farklı açılımlar dillendiriliyor. Bunun nedenini klasik ve neo klasik arasındaki anlaşmazlığa bağlayan mevlidhan Ateş,“Eskiyi beğenmeyen de var yeniden hazzetmeyen de. Ancak şu var ki okunuş zaten zaman içinde değişiyor ki bu olması gereken bir şey. Nasıl ki Kur’an’ı Kerim’in belirli dönemler içinde yeniden tefsir edilmesi gerekir;aynen öyle de mevlidin okuma üslubunda, tavır ve tarzında hatta ifadelerinde farklılıklar gerekir.”diyor.
Mevlidin manevi bir kültür mirası olduğunu belirten Amir Ateş, insanlarıngerek düğün, nişan ya da yeni bir eşya alma gibi sevinçli anlarında gerekse vefatmisali hüzünlü demlerinde Kur’an ve mevlidle beraber rahatladığını kaydediyor.Bu yüzden onu küçümsemenin yanlışlığına işaret ediyor. Hatta mevlidin Efendiler Efendisi’ne bir salat-u selam gönderme tarzı olması hasebiyle, “Allah ve melekleri o nebiye çok salat-u selam edin” mealli ayetin paralelinde, Kur’an’ı Kerim’ın ışığı altında gittiğini söylüyor.
Mevlid Okumayın Bid’at!
Tüm bunlara rağmen mevlidin sonradan ortaya çıkan bir adet (bid’at) olduğuna dair yaklaşımlar da var. Söz konusu bakış açısıyla çoğu zaman karşılaşan Amir Ateş’e bunu dillendirenlerden biri de merhum Turgut Özal’ın annesi Hafize Hanım olur. Bir akrabalarının vefatının ardından çağrıldıkları mecliste kendilerine,“Hafız efendiler, mevlid okumayın, bid’at; sadece Kur’an okuyun” diyen Hafize Özal’a mevlidin güzel bir adet (bid’at-ı hasene) olduğunu kabul ettiremez.O gün ortada kalan tatlı sert tartışmanın üzerinden yıllar geçer, aynı mevlidhan grubu bu sefer Hafize Hanım’ın vefatı münasebetiyle bir araya gelir. ÖnceKur’an’ı Kerim okunur, ardından merhume Özal adına mevlid.
Âmir Ateş’in 50 yılda katıldığı mevlidlerin sayısı belirsiz. Meçhulde bereket vardır’ sözünce bugüne kadar iştirak ettiklerini hiç saymaz. Yine de zihnininbir köşesine sakladığı birkaç tanesini kendi tabiriyle “Değil 50, Allah ömürverirse 100 yıl bile unutmam” diyor.
İsmet İnönü’nün annesi için Kartal’daki konağında, Kenan Evren’in, her ne kadar kendisi katılmasa da talebeleri iştirak eder, hanımının vefatının 40. gününde Çankaya Köşkü’nde okuttuğu, Memduh Tağmaç ve Cemal Tural gibi eski askerlerin katıldığı mevlidler bunların başlıcaları.
Göz önünde yer alan insanların dini merasimleri gizli kapaklı yaptığına dikkat çeken Ateş, İnönü ailesinin babaları İsmet Paşa için her yıl tertiplediği mevlidi buna misal gösteriyor.
Ecevit Televizyon Başında Mevlid Bekliyor
1970’li yılların ortalarından 2000’e kadar TRT’de yayınlanan ‘İnanç Dünyası’isimli programda görev alan Amir Ateş, bu süre içinde nelerle karşılaşmazki. Programa ilk başladıkları günlerde Sultanahmet Camii’nde düzenlenen bir mevlid esnasında başından geçenleri şöyle anlatıyor: “Her şey kurulmuş, TRTcanlı yayın yapacak. Tam mevlid merasimine başlayacağız birden caminin elektrikleri kesildi, her yer zifiri karanlık. 1980 öncesi akla ilk gelen hemen dillerde, ‘Komünistlerin işidir, yaptılar yine yapacaklarını mübarek gecede.’Tabii biz problemi halletmeye çalışırken. Canlı yayın aracından birigeldi, ‘Amir Bey, Sayın Başbakan Bülent Ecevit aradı. Selamı var ve yayının neden kesildiğini soruyor?’ demesin mi? O yıllarda takip edilirdi programlar beğenilmeyen bir şey olmasın diye. Anlattık durumu, mabedin sigortalarının yetersiz kaldığını söyledik.”1
1980 darbesinden sonra telaşa kapıldıklarını dile getiren Amir Ateş, tüm arkadaşlarıgibi ne yapacağını düşünür, çünkü hiçbir şey bilmemektedir. Ancak birgün televizyonun kendi ilahi grubunun merasimiyle açıldığını görünce sıkıntısını üzerinden atar. “Yani o an tabiri caizse yüreğimize su serpildi. Benim için o dönem şartlarında güzelden de güzel bir şey oldu. Düşün darbe gerçekleşmiş ama manevi ortam kesintiye uğratılmamış ki bunun için ancak Allah’a şükretmek gerekirdi.” diyor.
EZAN OKUYUŞLARI GÖNÜLLERİ ÜRPERTEN
HAFIZ
Hafız Ali Güran’ın da hafızlık hocası
Görevleri
Evliliği ve Çocukları
Hafız Cemalettin Çimen, 1955 yılında Turnalı Köyü imam-hatibi iken Mürüvvet
Vefatı ve Defni
Hafız Cemalettin Çimen, 2002 yılında Yüce Allah’ın rahmetine kavuştu.
Genel Bir Değerlendirme
HAFIZ İSMET AYDIN
Doğumu ve Eğitimi
Hafız İsmet Aydın, 1935 yılında Kızılcahamam İlçesinin
Görevleri
Kaynak: ESYAV
MİHRAPTA GEÇEN UZUN YILLAR
YILLARIN KUR’AN ÖĞRETMENİ
HAFIZ SEYFETTİN FİDAN
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Seyfettin Fidan, 1934 yılında Kızılcahamamİlçesi’nin Kırkırca Köyü’nde dünyaya geldi. Babası Hilmi Efendi, annesi Kezban Hanım’dır. İlkokulu 3 sınıflı köyokulunda okudu.
İlk Kur’an’ı Kerim okuma derslerini köyün imam hatibi İsmail Efendi’den aldı. Kur’an’ı Kerim’iokuma derslerine Kırkırca Köyü’nün yetiştirdiği “TOPALHOCA” ismiyle çevre köylerde tanınan Ahmet Efendi’dedevam etti.
Daha sonra Kur’an eğitimini köyün imam hatibi İstanbullu Hoca ismiile bilinen Muhsin Efendi’de sürdürdü.
1944 yılında komşu köy Alpagut’a gitti.Alpagut’lu ünlü hafız Ali Güran’da hafızlığa başladı. Daha sonra hafızlığını aynıköyden Hafız Mehmet Yılmaz’da bitirdi.
1946 yılında İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na gitti. Nuruosmaniye Kur’an Kursu öğretmeni Hafız Hasan Akkuş’ta tecvit ve Kur’an’ı Kerim’iusulüne uygun okuma dersleri aldı.
1949 yılında köyüne döndü. 1952-1953 öğretim yılında önce dışarıdan 5 sınıflıilkokul diploması aldı ve sonra da Ankara İmam Hatip Lisesi’ne öğrenci kaydını yaptırdı.
Ankara İmam Hatip Lisesi’nin lise kısmını 1958-1959 öğretim yılındabitirdi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne girdi. 1963 yılında İstanbul Yüksekİslam Enstitüsü’nü bitirdi.
Görevleri
Hafız Seyfettin Fidan, dini hizmet mesleğine 1949 yılında İstanbul’dan köyünedöndüğünde, köy bütçesinden imam-hatip olarak görevlendirilmek suretiylekendi köyünde başladı.
1951 yılında Ankara Kurşunlu Camii müezzinliğineatandı. Bir yıl sonra 1952 yılında imam-hatiplik imtihanını kazanarak, Ankara içkalede bulunan Müsafir Fakih Camii imam hatibi oldu. Anılan camide bu görevi 7 yıl sürdürdü.
14.12.1959 tarihinde Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi olduktan sonra,imam-hatiplik görevini İstanbul Eminönü İlçesi Köprülü Mehmet Paşa Camii’nenaklettirdi. Bu camide iki yıl görev yaptı.
Daha sonra aynı ilçe Yerebatan Camiiimam-hatibi oldu. 1963 yılında Ankara Merkez İmam-Hatip Okulu meslek dersleriöğretmenliğine atandı.
1966-1968 yılları arasında Ankara Etimesgut ZırhlıBirlikler Komutanlığı’nda tank teğmeni olarak vatani görevini tamamladıktansonra, yeniden Ankara Merkez İmam-Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmeni vemüdür yardımcısı olarak atandı.
1972 yılına kadar bu görevini sürdürdü. Dahasonra idarecilik görevinden ayrıldı. Meslek dersleri öğretmeni olarak 1994 yılınakadar çalıştı.
1994 yılında Ankara Merkez İmam-Hatip Lisesi meslek dersleri öğretmeniolarak emekli oldu.
Evliliği ve Çocukları
Hafız Seyfettin Fidan, kendi köyünden Zeynep Hanım ile evlendi. Bu evliliktenNeslihan isimli kızı, Nurullah ve Lütfullah isimli oğulları dünyaya geldi.
Oğlu Nurullah, Diyanet İşleri Başkanlığı Teftiş Kurulunda Başmüfettiş olarakgörev yapmaktadır. Başkanlığın yurtdışı kuruluşlarında da aktif görevlerde bulunmuştur.
Oğlu Lütfullah, Diyanet İşleri Başkanlığı merkez kuruluşunda çeşitli görevlerdeçalışmıştır. Her ikisi de Başkanlık merkez kuruluşundaki görevlerini sürdürmektedirler.
Genel Bir Değerlendirme
Hafız Seyfettin Fidan, Ankara İmam-Hatip Okulu meslek dersleri öğretmeni olarak binlerce öğrenciye Kur’an’ı Kerim dersleri okuttu. Ankara camilerinde,zaman zaman radyo ve televizyon kanallarında, yüksek sesi ile Kur’an’ı Kerimokudu.
Meslektaşları, hemşehrileri ve Ankara halkı tarafından sevildi. O, Kızılcahamam Çamlıdereyöresinde ünlü hafızlar arasında yerini aldı. Özellikle Ankara İmam-Hatip Okulu’ndanmezun ettiği öğrencileri üzerinde derin etkileri oldu.
Ankara İmam-Hatip Okulu’ndan mezun olması ve aynı okulda uzun yıllar Kur’an’ı Kerim dersleri okutması nedeniyle,okul yönetimi, okul öğretmenleri ve öğrencileri arasında saygın bir kişi oldu.
Hocaların hocası olarak tanınan hafız Seyfettin Fidan Ramazan Bayramının 2. günü 21 Eylül Pazartesi Hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Seyfettin Fidan Hocamızın cenaze namazı 22 Eylül Salı günü öğle namazının ardından Karşıyaka Mezarlığı Camii’nde kılındıktan sonra Kızılcahamam’ın Kırkırca köyü kabristanlığına defnedilmiştir.
Allah c.c makamını cennet etsin nur içinde yatsın.
BİR DİNİ-HAYRİ HİZMET ÖNDERİ
HAFIZ ARİF MEHMET ÖZDEMİR
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Arif Mehmet Özdemir, 1933 yılında Kızılcahamam İlçesinin Alpagut köyünde dünyaya geldi. Babası Mustafa, annesi Hafize Hanımdır.
Hafız Arif Mehmet Özdemir, eğitimine köyünde sadece üç sınıflı ilkokul olduğu için, önce köyündeki üç sınıflı ilkokulu bitirerek başladı. Önce babası Mustafa’dan ilk Kur’an okumayı öğrendi. Daha sonra dayısı köyün hatibi Osman Güran’da hafızlık çalışmalarına başladı. Hafızlık çalışmalarını ikinci dayısı Hafız Ali Güran’da bitirdi. Köyünde dayıoğlu Kemal Güran ve bir başka hafızlık arkadaşı Kamil Yalçınkaya ile birlikte çevreden çok sayıda köy halkının da katılımı ile görkemli bir hafızlık merasimi yapıldı.
1951 yılında, dayıoğlu Kemal Güran’la İstanbul Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na, usulüne uygun Kur’an’ı Kerim okuma ve tecvit dersleri almak için gitti. Burada uzun süre
kalamadı. Yaklaşık iki ay kadar sonra Ankara’da bir imam hatip okulu açılacağı haberleri üzerine Ankara’ya döndü. 40-50 günlük özel bir hazırlık öğreniminden sonra dışarıdan beş sınıflı ilkokul diploması aldı. Aynı yıl Ankara İmam-Hatip Okulunun ilk bölümüne öğrenci oldu.
Ankara İmam-Hatip Okulunda 7 yıl düzenli ve disiplinli bir lise eğitimi gördü. 1958 yılında bu okul’un 7 yıllık lise bölümünden mezun oldu. İmam-Hatip okulu diploması ile herhangi bir fakülteye giremediği için dışarıdan lise bitirme sınavlarına girdi. Lise diploması aldıktan sonra 1961 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğrencisi oldu. Bu fakültede de 4 yıl süren bir eğitimden sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni bitirdi. Hafız Arif Mehmet Özdemir, bu resmi eğitimi yanında özellikle Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun okuma çalışmalarını özel olarak da sürdürdü.
Dayısı Hafız Ali Güran’dan özel dersler aldı. Hafız Ali Osman Atakul’dan aldığı derslerdeki başarısından sonra, 1953 yılında 11 arkadaşı ile birlikte Ankara Hacıbayram Camii’nde coşkulu ve yoğun halk katılımı ile gerçekleştirilen hafızlık merasiminden sonra Kur’an kıratında başarı diploması aldı. Hafız Arif Mehmet Özdemir, hafızlığı ile ilgili olarak, şunları söylüyor:
- Diyanet işleri Başkanlığı merkez kuruluşunda idari görevler aldığım yıllarda, hafızlığımı biraz zayıflattım. Ben, kendi kendime “rahat bir görevim olsa da, hıfzımı yeniden güçlendirsem” derdim. Yüce Allah, bana bu imkanı lütfetti. Din İşleri Yüksek Kurulu Raportörü, daha sonra da baş raportörü oldum. Bu görevlerde iken ben o sözümü gerçekleştirmeye çalıştım. Akşam eve gelince, her gün beş sayfa hazırlamadan yatmadım. Ertesi sabah işe gidince o sayfaları görev arkadaşlarıma okudum.
Benim en büyük duam “Yarabbi benim canımı hafızlığımı unutmadan al. Hafız olarak huzuruna geleyim.” dileğidir. Daha sonraki yıllarda, yaz aylarında Yalova’da kaldığım yıllarda hafızlığımı güçlendirme çalışmalarını sürdürdüm. Bu çalışmamın peşini bırakmadım.
Görevleri
Hafız Arif Mehmet Özdemir, ilk görevine 1952 yılında girdiği müezzinlik sınavında başarılı olarak Ankara Dışhisar Ramazan Şemsettin Camii müezzini olarak başladı. Aynı zamanda Ankara İmam-Hatip Okulu öğrencisi idi. Bu görevini Ankara İmam-Hatip Okulunu bitirinceye kadar 7 yıl sürdürdü. 1958 yılında İmam-Hatip Okulu’nu bitirdikten sonra 31.10.1958 tarihinde Ankara Çankaya Maltepe Camii imam-hatipliğine atandı. Çok kısa süren bu görevini vatani görevini yapmak için bıraktı.
1959-1960 yıllarında vatani görevini yedek subay olarak yaptı. Vatani görevini top teğmeni olarak tamamladıktan sonra, 20.06.1960 tarihinde Ankara Merkez Arslanhane Camii imam-hatibi olarak atandı. Daha sonra 1962 yılında Yenimahalle Esentepe Camii İmam-hatibi oldu. Bu görevleri toplam 5 yıl kadar sürdü. Aynı zamanda Yenimahalle Kız Lisesi din bilgisi öğretmenliği yaptı.
Yenimahalle Tepe Camii imam-hatibi iken Türkiye Din Görevlileri Federasyonu tarafından yayımlanan “HAKSES” dergisi yayın sorumlusu olarak çalıştı. Hafız Arif Mehmet Özdemir, 1967-1968 yıllarında Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde özel olarak eğitim veren “Yabancılar” bölümünde “Dini yüksek ihtisas eğitimi” aldı.
Hafız Arif Mehmet Özdemir, 1965 yılında yasalaşan Diyanet İşleri Başkanlığı yeni kuruluş yasasının yürürlüğe girmesinden sonra Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez Kuruluşunda görevler aldı. Sıra ile 1966 yılında Dini Hizmetler Ve Olgunlaştırma Dairesinde müdür yardımcısı, donatım müdür yardımcısı, donatım müdürü, Din İşleri Yüksek Kurulu Raportörü, Din İşleri Yüksek Kurulu Başraportörü oldu. 1983 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Vaizi olarak emekli oldu. Dini hizmette 31 yıl görev yaptı. Hafız Arif Mehmet Özdemir, Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez Kuruluşunda görevli iken “Hafızlık Tespit Sınavı”, “vaizlik-müftülük sınavı”, “yurt dışı dini hizmetlerde görevlendirme sınavı” gibi çok çeşitli sınavlarda komisyon başkanı veya komisyon üyesi olarak görevler aldı.
Hac hizmetlerinin Türkiye Diyanet Vakfı ile işbirliği halinde Diyanet İşleri Başkanlığınca yürütülmeye başlamasından sonra, hac organizasyonlarının yürütülmesinde üst düzeyde önemli görevler yaptı. Başkanlığın henüz hac organizasyonu tecrübesinin bulunmadığı ilk yıllarda bu organizasyonda hacı adaylarının kara yolu ile nakli çalışmalarının organizasyonunda en üst düzeyde görevler üstlendi.
Hafız Arif Mehmet Özdemir, diyanet hizmetlerini desteklemek amacı ile kurulan Türkiye Diyanet Vakfı’nın üst yönetimlerinde de görevler üstlendi. Türkiye Diyanet Vakfı genel kurul üyesi seçildi. Zaman zaman bu Vakfın mütevelli heyetlerine seçildi. Halen Türkiye Diyanet Vakfı’nın Genel Kurul üyesidir.
Hayır Amaçlı Dini ve Sosyal Hizmetlere Destekleri
Hafız Arif Mehmet Özdemir, hayır amaçlı dini ve sosyal hizmetlere de maddi destekler sağladı. Öncelikle doğduğu Alpagut Köyünün Camii’ne bakım ve tamir amaçlı maddi destekler verdi, köyün içme suyunun zenginleştirilmesi çalışmalarına önemli maddi katkılarda bulundu. Kızılcahamam merkezde inşa edilen YABANABAT CAMİİ’nin inşa çalışmalarını maddi katkıları ile destekledi.
Özel kütüphanesinde biriktirdiği kitaplarından bir kısmını Türkiye Diyanet Vakfı’nın bilimsel bir kuruluşu olan İslam Araştırmaları Kütüphanesine, bir kısmını da Kızılcahamam İmam-Hatip Lisesi kütüphanesine bağışladı. Yaz aylarında kalmak üzere Yalova İlçesi Koru Köy’de bir yazlık edinmişti. Yaz aylarında orada kaldığı köyün ihtiyacı olan caminin yapılmasına öncülük yaptı. Cami tamamlandıktan sonra bu camide Cuma ve bayram vaazlarını verdi. Yöre çocuklarına Kur’an okumayı öğretti. İlmihal bilgisi düzeyinde dersler verdi.
Hafız Arif Mehmet Özdemir, Türkiye Diyanet Vakfı ile ortak olarak masraflarını karşılamak üzere Kırım’da da bir cami yaptırdı. Bu camiye “Hacı Arif Bey Camii” ismi verildi. Hafız Arif Mehmet Özdemir, Kırım’da Diyanet Vakfı ile ortaklaşa inşaat masraflarını üstlendiği Hacı Arif Bey Camii ile ilgili hatıralarını da şöyle anlatıyor;
- Diyanet İşleri Başkanlığı’nda çalışıyorken bir ara Başkanlık dünyanın çeşitli ülkelerini gruplandırmış ve çalışanlara o ülkelerle ilgili görevler vermişlerdi. Örneğin Kemal Güran hocaya Balkanlar ile ilgilenme görevini vermişlerdi. Balkanlardaki din hizmetlerinin Türkiye adına izlenmesinden Kemal Güran hoca sorumluydu. Keza, Yakup Üstün Hoca Kırım tarafındaki din hizmetlerinin yürütülmesinden sorumluydu. Bir gün Yakup Üstün Hoca’nın yanına gittim. Vakıf’ta konuşuyorduk, bana “Kırım’da emekli bir öğretmen kadın cami yaptırıyor” dedi. Ben, bu sözle çok ilgilendim. Bu işin nasıl olduğunu sordum. Kırım o zamanlarda çok yoksuldu. Açlık vardı, halkın refahı en alt düzeye düşmüştü. Kırım halkı çok sefalet çekti. Gorbaçov hükümeti dağıldıktan sonra Kırım Türklerinin sürgünden dönmeleri ile Kırım’da bıraktıkları ev, mal, mülk talan edilmiş ve döndükleri ülkelerden kazandıkları her ne ise ellerinde o kalmıştı. Ellerinde kalan sadece o imkanlarla ülkelerini yeniden kurdular. Ben Kırım’a gittiğimde orada yiyecek-içecek hiçbir şey bulamadım. Halk zor şartlarda ellerindekilerle yetiniyorlardı. Orada bulunduğum sırada Türk markalı bir bisküvi gördüm, onun dışında satılan bir şey yoktu. Ben orada ne doğru dürüst bir ev görebildim, ne de bir cami. Orada hiçbir şey yok, hal böyle olunca Yakup Üstün bana Kırım’da 30.000 Marka bir öğretmen kadının cami yaptırdığını anlatmıştı. Ben de “O camiyi nasıl yaptırdıysanız, ben de 30.000 Mark vereyim, bir cami daha yapın” dedim. Vakfa hemen parayı yatırdım ve Yakup Üstün ile beraber Kırım’a gittik. Kırım’da cami için uygun yer araştırdık. 40.000 m2’lik bir arsa üzerine cami inşaatını başlattık. Yüce Allah bize orada da bir cami yaptırmayı nasip etti. Vakıf, Camiye “Hacı Arif Bey Camii” diye de isim koydu. Öğretmen bir kadın tek başına bir cami yaptırmıştı. Bu benim çok ilgimi çekti.” Neden yapılmasın?” dedim. Böylesine bir hayır işine aracılık yapanlardan ve böylesine hayırları gerçekleştirenlerden Allah razı olsun.
Hafız Arif Mehmet Özdemir, emekli olduktan sonraki hayatında Yalova’da gerçekleştirdiği hayır hizmetleri ile ilgili çalışmalarını şöyle anlatıyor:
- Emekli olduktan sonra, emekli hayatım genellikle Yalova’da geçti. Yalova’da bir arsa satın aldım ve oraya bir ev yaptım. 25 senedir yazları oraya gider, gelirim. Yeri Yalova ve Çınarcık arasında Koruköy ve Akköy civarında. Oraya ilk gittiğim zaman pek çok mahrumiyet vardı. Su yoktu, elektrik yoktu, yol yoktu. Orada evimde mahallenin çocuklarını okuttum. Mahallede cami de yoktu, cemaat de yoktu. Ezan sesi gelmeyen bir yerdi. Ankara’da Mehmet Filiz isimli bir arkadaşımız vardı. şimdi vefat etti, Allah rahmet eylesin. Kızılcahamam Çeltikçi Nahiyesi Kurumcu köyünden Ankara’ya gelmişti. Bizim de Ankara’da kiracımız oldu ve teyzemin kızı ile evlendi. Mehmet Filiz Küçükesat Mahallesinde bir gecekondu yaptı. Orada kendi arkadaşlarını ve akrabalarını topladı, bir mahalle kurdular ve orada bir mahalle camii yaptılar. Paraları olmadığı halde yaptılar, kendi güçleri ile yaptılar. Mesela; akşam birleşirler cami inşaatının betonunu kararlar, sabah erken saatlerde de betonunu atarlardı. Çok zevkli bir çalışma ile camilerini yapıp, ibadete açtılar. Ben de o caminin muhasebe defterlerini tutuyordum. Dolayısıyla caminin her şeyini yakinen bilirdim. Bana göre çok güzel bir iş başardılar, oraya bakanların imrendiği bir iş yaptılar. İçten gelerek, paraları olmadığı halde, üçer-beşer kuruş biriktirerek malzeme alıp da yaptılar. Bu durum beni çok etkilerdi. Yüce Allah acaba
bana da böyle bir iş nasip eder mi? O caminin yapımında çalışanların durumlarına çok imrendiğim için Yalova’da kaldığım zamanlarda acaba Yalova’da benim oturduğum köyde de bir cami yapılır mı? diye düşünürdüm. Yalova’da arsa çok kıymetli, civardaki camiler de halka bu mahalle için çok uzaktı. Bu köy için bir cami ihtiyacı olduğunu, bunun da her şeyden önce bir arsa temini ile olabileceğini anlattım. Allah rızası için bir Müslüman çıksa da cami için bir arsa verse, “camiyi ben yaptırmayı taahhüt ediyorum” derdim. Yüce Allah birisinin kalbine ilham verdi herhalde. Kışı Ankara’da geçirdiğim bir zamanda bana haber gönderdi. “Hocam gelsin, ben caminin yerini vereceğim” diye. Kış aylarında cami için arsayı verdi ve 1986 yılında yaz aylarında inşaata başladık. İki sene sonra cami inşaatı tamamlandı ve ibadete açıldı. İki senede o cami nasıl bitti, o kubbe nasıl çatıldı, o minare nasıl yükseldi? Hâlâ aklım almıyor. Yüce Allah bu zevki bana tattırdı. Aynen, Mehmet Filiz kardeşimin yaptığı cami gibi bir cami yapmayı bana nasip etti. Bundan dolayı Yüce Allah’a çok şükrediyorum. Caminin inşaatı safhasında şöyle olaylarla karşılaştım; köy halkı ve çevresinde oturanlardan eli keser tutan adamları çağırıyordum, halktan komşulara“şu kalıp çakılacak” diyordum. Hemen eli keser tutanlar tarafından kalıp çakılıyordu ve ertesi gün mahallede ilan ediyorduk. “Beton dökülecek, haydi gelin” diyorduk. Hemen traktörlerle kum taşınıyor, hep birlikte orada betonu imece usulü hazırlayıp, döküyorduk. Öyle düşünüyorum ki, Yüce Allah, Mehmet Filiz ve komşularının yaptığı camiye imrendiğime acıdı da bana bu camiyi yapmayı nasip etti herhalde. Yalova’da bulunduğum bir sırada evimdeydim. Bir gece hepimizin çok iyibildiği Sakarya, Kocaeli ve Yalova çevresinde meydana gelen büyük deprem oldu. Bizim caminin de minaresi yıkıldı.
Başka tarafına bir şey olmadı. Yalova benim hayatımın en verimli olduğu zamanlarımda meyvelerimi topladı, kendine hizmet ettirdi: anlattığım camii yaptık, Kur’an Kursu açtık, öğrenci yetiştirdik, inşa ettiğimiz ve hizmete açtığımız camide din görevlisi olmadığı zamanlarda imam-hatiplik yaptım. Camiye resmi imamhatip tayininden sonra vaizliğini yaptım, müezzinliğini yaptım. Yüce Allah bana bu değişik hizmetlerin hepsini tattırdı.
Evliliği
Hacı Arif Mehmet Özdemir, Afet Hanımla evlendi, çocukken geçirdiği bir hastalık nedeniyle çocukları olmadı. Halen her ikisi de hayattadır. Yüce Allah uzun ve sağlıklı ömürler versin.
HAFIZ MUSTAFA ÜNAL
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Mustafa Ünal, 1932 yılında Kızılcahamam İlçesinin
Görevleri
Hafız Mustafa Ünal, 10.12.1954 tarihinde Ankara Müftülüğü’nce açılan
HAFIZ İHSAN BULUT
Doğumu ve Eğitimi
Hafız İhsan Bulut, 1943 yılında Kızılcahamam İlçesinin Süleler Köyünde dünyaya geldi. Babası Sadullah Efendi, annesi Anahanım’dır.
Hafız İhsan Bulut’un eğitim hayatı çok zor koşullar adlında, değişik yerlerde, değişik zamanlarda, değişik hocalardan ders alarak, canlı ve heyecanlı şekilde sürüp gitti. Hafız İhsan Bulut henüz 6 yaşında iken Kur’an okumaya başladı ve köyün 25-30 kadar çocuğuna özel olarak dini eğitim veren Emin Hoca’da Kur’an’ı Kerim’i başından sonuna kadar okuyarak hatmini bitirdi.
Daha sonra yakın köylerden Yayalar köyüne gitti ve orada Halil Hoca’da “Yasin” ve “Mülk” sureleri gibi bir kısım sureleri ezber yaptı. Hafız İhsan Bulut, Komşu köy Çatak’da imamlık yapan Gerede İlçesinin Avşar Köyünden Seyit Mehmet Hoca’da henüz 10 yaşlarında iken hafızlığa başladı ve 1955 yılında hafızlığını bitirdi. Hafızlığını tamamladıktan sonra 1956 yılında talim, tecvit ve usulüne uygun Kur’an’ı kerim okuma dersleri almak için Ankara’ya geldi ve Hafız Ali Osman Atakul’un öğrencisi oldu.
1957 yılında Gerede Müftüsü Merhum Hafız Şeref Danışman’dan Arapça dersleri almak için Gerede’ye gitti ve Gerede’de 1960 yılına kadar Arapça ve dini bilgiler eğitimi aldı. 1958 yılında yayla mevsiminde Süleler Köyü yaylasında hafızlık merasimi yapıldı. 1960 yılının temmuz ayında Arapça öğrenimini ve dini bilgiler alanındaki eğitimini tamamlamak için Diyarbakır Silvan ilçesinde bu tür eğitimler veren Hadi Efendiye öğrenci oldu ve orada bir yıl bu eğitimini sürdürdü.
Hafız İhsan Bulut’un resmi herhangi bir öğrenimi yoktu. Sadece okur-yazardı. 1963-1965 yıllarında vatani görevini tamamladıktan sonra gece okuluna devam ederek ilkokul diploması aldı. 5 sınıflı ilkokul diploması ile yetinmedi, gece ortaokulunu da bitirdi. İmam-hatip birinci devresinin fark derslerini verdi. Ankara’da yıllarca “Aşere-Takrib” eğitimi veren Hacı Bayram Veli Camii imamhatibi Saffan Çakıroğlu’ndan “Aşere-Takrib” tersleri almaya başladı. Ancak araya ramazan ayının girmesi nedeniyle Kur’an’ı Kerim’in 1.cüzünü (Kur’an’ın ilk 20 sayfası) tamamladıktan sonra bu eğitimini tekrar sürdürme imkanı bulamadı.
Görevleri
Hafız İhsan Bulut, kendisini dini-mesleki hizmete hazırlamak için köyünde, çevre köylerde, Gerede’de, Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde eğitimini sürdürüp giderken, vatani göreve çağrıldı. 1963-1965 yıllarında vatani görevini yaptı. 1967 yılında Ankara Merkez Müftülüğünce açılan müezzinlik imtihanını birincilikle kazandı ve Yenidoğan Merkez Camii müezzini oldu.
Hafız İhsan Bulut’un eğitim hayatı çok zor koşullar altında geçtiği gibi, ilk kez dini-mesleki alanda bir resmi göreve atanması da çok zor şartlar altında oldu. Kendisi ilk resmi görevi olan Yenidoğan Merkez Camii müezzinliğine atanması ile ilgili olayları şöyle anlatıyor:
- 23 Temmuz 1963 tarihinde fiilen vatani görevimi yapmaya başlamıştım. 24 ay askerlik yaptım ve 25 Temmuz 1965 tarihinde vatani görevimi tamamlayarak Ankara’ya geldim. Merhum Arif Mehmet Güran Hoca vardı, vekaleten Altındağ Müftülüğü’ne tayin olmuştu. Kendisi ile görüştük, bana “Seni kanuni yollardan göreve alacağım” dedi. Göreve başlayabilmek için sınava girmek gerekiyordu. Ben ilkokulu okumadım, sınavlarda sözlü sınavlardan geçiyordum ama yazılıyı yapamıyordum. 4 sene gece okuluna gittim ve dışardan ilkokulu, ortaokulu bitirdim ve imam-hatip okuluna girdim. Müftülüklerin açtığı sınavlara girdiğimde matematik ve tarih derslerini daha önce görmediğim için başaramıyordum ve çok zorlanıyordum. Daha sonra müezzinlik sınavlarının yalnızca Kur’an okuma ve dini bilgilerden yapılacağı açıklandı. Bu şekilde yapılan sınavda birinci oldum. Benimle birlikte merhum Mehmet Bayram ve Fethi Yeğen de müezzinliksınavına giriyorlardı. İki boş kadro var ama sözlü sınavda ilk üçe girenleri çağırmışlar. Ben birinci olduğum için 1967 Temmuz ayında Yenidoğan Merkez Camii’ne müezzin oldum.
Hafız İhsan Bulut, Yenidoğan Merkez Camii’nde aralıksız 6,5 yıl görev yaptı. Bu görevi sırasında da boş durmadı. İmam-hatip okulunun birinci devresinden dışarıdan girdiği imtihanlar sonucunda mezun oldu ve 1974 yılında Altındağ İlçesi Önder Mahallesi Hacımusa Camii imam-hatipliğine atandı. Bu camide bir yıla yakın imam-hatiplik yaptıktan sonra Ankara Merkez İlçe Tabakhane Camii imam-hatibi oldu. Bu görevi aralıksız 14,5 yıl sürdü.
Kısa bir süre Hacıbayram Camii’nde de imam-hatiplik yaptı. Daha sonra Keresteciler ve Marangozlar Sitesi Merkez Camii imam-hatibi oldu. Hafız İhsan Bulut, 1988 yılında Keresteciler ve Marangozlar Sitesi Merkez Camii imam-hatipliğine atandı. Bu görevi 3,5 yıl sürdü. Bu görevde iken 1992 yılında vatani görevi dahil 28 yıl 7 ay devlet hizmeti yapmış olarak emekli oldu.
Evliliği ve Çocukları
Hafız İhsan Bulut, 1960 yılında kendi köyünden Ayşe Hanımla evlendi. İlk çocukları uzun süre yaşayamadı, daha sonra Anahanım, Suna ve Saliha isimli kızları ile Sadullah, Yusuf ve Orhan isimli oğulları dünyaya geldi. Suna isimli kızı iyi bir hafızdır. Hacıbayram Camii imam-hatibi Saffet Çakıroğlu’ndan kıraat ve tecvit dersleri aldı. İlk çocuğunu kendisi hafız yaptı, ikinci çocuğunu da kendisi hafız yapmaya çalışıyor. Orhan isimli oğlu deniz pilot üsteğmendir.
Genel Bir Değerlendirme
Hafız İhsan Bulut, dini hizmet mesleğine çok zor koşullar altında kendini hazırladı. Uzun yıllar özel dini eğitim alma çabası verdi. Bu amaçla değişik yerlerde, değişik hocalardan dersler aldı. Resmi eğitimini tamamlayabilmek için ilerlemiş yaşına rağmen büyük çaba harcadı ve başarılı oldu.
Amirlerince dini hizmet mesleğinde Ankara’nın Hacıbayram gibi önemli bir camiinde imam-hatiplik yapabilecek nitelikte görüldü. Kısa bir süre de olsa bu önemli görevde bulundu.
Kaynak:ESYAV
HAFIZ FERDA ÇİMEN
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Ferda Çimen, 1940 yılında Kızılcahamam İlçesinin Turnalı Köyünde dünyaya geldi. Babası İsmail Efendi, annesi Fatma Hanımdır. Köyünde ilkokul bulunmadığı için ileri yaşlarda dışarıdan sınava girmek suretiyle beş sınıflı ilkokul diploması aldı. Dedesi Ömer Ağa’nın yönlendirmesi ile Kur’an’ı Kerim öğrenimine önce köyün imam-hatibi Hafız Hakkı Çoban’da başladı. Hakkı Çoban’ın köy imam-hatipliğinden ayrılmasından sonra köy imamı olan Hafız Ali Çalık’ta hıfza başladı ve hafızlığının ilk 1. sayfasını onda tamamladı. Hafızlığını amcasının oğlu rahmetli Cemalettin Çimen’de bitirdi, 1953 yılında hafız oldu.
Görevleri
Hafız Ferda Çimen, dini hizmet mesleğine Ankara Müftülüğü’nce açılan sınavı kazanarak 1959 yılında Karacabey Camii müezzini olarak başladı. 1960 yılında Ankara Çankaya İlçesi Kurtuluş semtindeki Abdülhadi Camii müezzinliğine atandı. 1960-1961 yıllarında vatani görevini yaptıktan sonra Ankara Merkez Yeşilahi Camii müezzinliğine atandı. 1965 yılında aynı ilçe Cenab-ı Ahmet Paşa Camii müezzinliğine nakledildi. Aynı yıl kendi isteği ile Tacettin Camii müezzini oldu. Dokuz yıl bu görevde kaldıktan sonra 1974 yılında Ankara Yenimahalle İlçesi Kızılırmak Camii müzezzinliğine nakledildi.
Hafız Ferda Çimen, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılan bir imtihanla başarılı görülerek 1980 yılında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne imam-hatip olarak görevlendirildi. Fakat ücret göndermede karşılaşılan bir takım olumsuzluklar nedeniyle iki buçuk ay kadar Kıbrıs’da görev yaptıktan sonra Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldı ve aynı yıl Yenimahalle İlçesi Çavuşoğlu Camii müezzinliğine atandı. 1985 yılında kendi isteği ile emekli oldu.
Hafız Ferdi Çimen, emekli olduktan sonra 1988 yılında Almanya’nın Köln şehrine gitti. Ücreti Köln’deki Türk işçileri tarafından ödenmek üzere Köln’de 6 yıl süre ile imam-hatiplik yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra ücreti ilgili dernek tarafından ödenmek üzere Demetevler Aziziye Camii imam-hatibi oldu. Bu görevi de bir süre devam ettirdikten sonra dini mesleki hizmet hayatı sona erdi. Halen özel bazı toplantılara katılarak Kur’an’ı Kerim ve mevlid okuyarak mesleki hayatını kısmen de olsa sürdürmektedir.
Evliliği ve Çocukları
Hafız Ferda Çimen, 1958 yılında kendi köyünden Gülhanım’la evlendi. Bu evlilikten, Rıdvan, Salih, Ömer ve Mehmet Akif isimli oğulları ile Hafize isimli kızları dünyaya geldi. Gülhanım 1985 yılında vefat ettikten sonra aynı yıl ikinci eşi Ümmiye hanımla evlendi. Hafız Ferda Çimen ve ikinci eşi Ümmiye hanım halen hayattadır.
Genel Bir Değerlendirme
Hafız Ferda Çimen, yüksek perdeli sesi ve kıraat kurallarına uygun Kur’an’ı Kerim okuyuşu ile dinleyenlerin dikkatini çeker, beğenisini kazanır. Sesinin yüksekliği yanında, okuyuşunun ruhlara nüfuz eden bir yönü de vardır. Özellikle okuduğu ezanlar ve mevlidler dinleyenler üzerinde oldukça etkilidir. Sesi ile orantılı olarak bir musiki eğitimi görebilmiş olsa idi, sınıf üstü bir Kur’an okuyucusu olmaması için hiçbir sebep yoktu.
Hafız Ferda Çimen, sessiz ve uyumlu kişiliği ile de meslektaşları, cemaatı ve hemşehrileri arasında sevilen ve sayılan özelliklere sahiptir. Yurtiçinde ve yurtdışında ifa ettiği dini-mesleki hizmetlerinde başarılı olmuştur. Hafız Cemalettin Çimen’den sonra aynı ailenin yetiştirdiği ikinci bir ünlü Kur’an’ı Kerim okuyucusudur.
BİR GÖNÜL ADAMI
HAFIZ DURSUN ALTUNDAL
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Dursun Altundal, 1936 yılında Kızılcahamam
Daha sonra
Görevleri
İstanbul’daki eğitimini tamamladıktan sonra 1956 yılında vatani görevini
Okuduğu Kur’an’ın nuru ile kabri aydınlansın.
Hemşehrisi ve meslektaşı İhsan Bulut, Hafız Dursun Altundal hakkında şu
Hafız Dursun Altundal, gönülleri ürperten etkili sesi ile okuduğu Kur’an’ı
HAFIZ KAMİL ÇÖLLÜOĞLU
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Kamil Çöllüoğlu 1932 yılında Kızılcahamam İlçesinin Korkmazlar köyünde dünyaya geldi. Babasının adı Hüseyin, annesinin adı Fatma’dır. Hafız Kamil Çöllüoğlu, Kur’an’ı Kerim’i yüzünden okuma bilgilerini köyün imamı Mehmet Karataş’tan aldı.
Ağabeyi Rıza Çöllüoğlu’nda hıfzını tamamladı. Kamil Çöllüoğlu köydeki Kur’an eğitimini ve daha sonra Kur’an eğitimi için İstanbul’a gidişini ve oradaki eğitimini şöyle anlatıyor:
-Ben 1940 senesinde Mehmet Karataş hocada okumaya başladım ve Kur’an’ı Kerim’i yüzüne okuyarak bitirdim. Ağabeyim Rıza Çöllüoğlu, Çamlıdere’de hıfzını tamamlayarak 1944 yılında köye dönünce, köyümüzde imamlık yapmaya başladı. Köy imamlığı yaparken öğrenci de okutuyordu. Bizim yöreye (Berçin yayalar, Korkmazlar, Gebeler, Çatak, Şahinler, Eskice köyleri) “Berçin Ortalığı” denir. O yörede Berçin Yayalar hatibi dışında din adamı yoktu. Bu nedenle Rıza Hoca öğrenci okutmaya başlayınca çevreden ve bizim köyden öğrenciler toplanmaya başladı. Onların arasında ben de vardım. Bir yıl sonra Rıza Hoca babamın ve annemin dahi haberi olmaksızın İstanbul’a gitti. Öğrenciler hocasız kaldı. 1946 yılında yeniden köye geldi, yeniden öğrencilerini topladı, fakat ikinci kez İstanbul’a gitti. Ben ve arkadaşlarım diğer öğrenciler gene öğreticisiz kaldık.
1948 yılında rahmetli babama “Ben de okuyacağım, hoca olacağım” dedim. Babam “Bir ailede bir tane hoca yeter, sen de hayvanları güdeceksin” dedi. O yıl babam bir hayvan satmıştı. Onun parasını anneme vermişti. Annemden o parayı aldım, ben de İstanbul’a geçtim gittim. Fatih Camii’nde ağabeyim Rıza Hoca’yı buldum. Ağabeyim Rıza Çöllüoğlu, beni İskender Paşa Camii’ndeki Mehmet Zahit Kotku’ya götürüp teslim etti. Daha sonra Mehmet Gönenli Hoca’nın Üçbaş Kur’an Kursu’na girdim. O yılın ramazan ayında, Rıza Hoca İpsala’ya gitti, daha sonra beni de çağırdı. Rıza Çöllüoğlu imamlık yapıyor, vaaz ediyor, ben de müezzinlik yapıyordum. Ramazan bitince birlikte İstanbul’a döndük.
Hafız Kamil Çöllüoğlu, İstanbul’daki Kur’an’ı Kerim eğitimini 1949 yılının son aylarına kadar İstanbul’da sürdürdü. Bu dönemde Fatih Camii müezzini Hüsnü Efendi’de Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun olarak okuma dersleri aldı.1949 yılının son aylarında ağabeyisi Rıza Çöllüoğlu ile birlikte Ankara’ya döndüler ise de 1950 yılı başlarında Kamil Çöllüoğlu yeniden İstanbul’a gitti.
1950 seçimleri sonrasına kadar İstanbul’da kaldı. Altı ay kadar Mahmut Ustaosmanoğlu Hoca’dan Arapça dersleri aldı. Hafız Kamil Çöllüoğlu, 1954 yılında Dikmen gazino durağındaki camide imam-hatiplik ve Kur’an kursu öğreticiliği yaptığı yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Kurulu Başkanı ve aynı caminin cematinden olan Hasan Fehmi Başoğlu’ndan tecvit ve kıraat derslerini, ağabeyisi Rıza Çöllüoğlu’dan aldığı derslerle sürdürdü.
Zaman zaman ağabeyisi Rıza Çöllüoğlu’ndan Arapçayı öğrenmek için ‘Sarf-Nahiv’ dersleri okudu. İlkokul diplomasını 1955 yılında dışarıdan sınava girmek suretiyle aldı. Verilen bu bilgilerden anlaşılacağı üzere; Hafız Kamil Çöllüoğlu’nun eğitim hayatı köyünde, İstanbul ve Ankara’da dağınık bir şekilde sürüp gitti. Kendisi bu dağınık ve daha çok kendisini yetiştirme biçiminde sürüp giden eğitim-öğretim hayatını şöyle özetliyor;
- 1940-1950 yılları arasında orada-burada okudum. Ara-sıra Ankara’ya gelip hamallık yaptım. Yazları davar güttüm, kışları okudum. Tevazudan söylemiyorum, fakat tevazu edip de zillete düşmemek lazım. Bu gün Ankara’da kendi kendini yetiştiren veya yetiştirmeye çalışan iki kişi varsa, birisi benim. Kader böyle tecelli etmiş, ben kendi kendimi yetiştirdim.
Görevleri
Hafız Kamil Çöllüoğlu, ilk resmi görevine 1950 yılında Ankara Müftülüğü’nce açılan imtihanı ve sözlü sınavı kazanarak, Leblebicioğlu Camii müezzini olarak atandı.
1952 yılında vatani görevini yapmak için bu görevinden ayrıldı. 1954 yılında vatani görevini tamamladı. Ankara Müftülüğü’nce açılan imam-hatiplik imtihanına girdi. İmtihanı kazanarak Çankaya İlçesine bağlı bugün Dikmen Merkez Camii olarak bilinen cami imam-hatipliğine tayin edildi.
Daha sonra sıra ile Ankara Merkez Mehmet Çelebi, Yenimahalle İlçesi 10.Durak Esentepe Camii imam-hatibi olarak görev yaptı.Hafız Kamil Çöllüoğlu, Yenimahalle Esentepe Camii’nin hizmete açılışı ile ilgili hatıralarını şöyle anlatıyor:
- Cami ramazandan önce hizmete açıldı. Merhum Başbakan Adnan Menderes açılışa davet edilmişti. Açılışa Suudi Arabistan ve Irak büyükelçileri katıldı. Rahmetli Adnan Menderes açılışa katılamamıştı. Ramazanın 3.günü sabah namazından çıktık, bir araba gelip caminin önünde durdu. İçinden Başbakan Adnan Menderes çıktı ve bize, “Ben caminin açılış davetinize katılamadım” dedi. Ben ömrümde Rahmetli Menderes kadar kibar ve temiz giyinen bir insan görmedim. Camiye girerken bir terlik vermek istedim, “Yok öyle şey olmaz” dedi, ayakkabılarını çıkarıp, içeri girdi.
Rahmetli Menderes ellerini önünde bağlamış olarak, üstün bir saygı içinde camii geziyordu. Bana, “Hoca efendi, caminiz çok güzel olmuş, sakın buraya levha astırmayın, namaz kılanları meşgul eder” dedi. Onun hatırası olarak hala o camide levha yoktur. Dışarıya çıktık, yanında Ankara Valisi Dilaver Argun da vardı. Önce bize “Bu caminin minaresine bir lamba takın” dedi ve Ankara Valisi’ne dönerek, “Bahçeler müdürlüğüne söyleyin, bu caminin bahçesini düzenlesin” emrini verdi.
Hafız Kamil Çöllüoğlu, 1960 yılına kadar Esentepe Camii’ndeki görevini sürdürdü. Aynı yıl Çankaya İlçesi Çankaya Camii imam-hatipliğine naklen atandı. Bu camide 4 yıl görev yaptı. Bu görevi sırasında 1960 askeri darbesinden sonra Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel’i yakından tanımıştı. Çünkü, Süleyman Demirel’in İlkiz sokaktaki evi Çankaya Camii’ne çok yakındı. Demirel, Cuma ve bayram namazlarını Çankaya Camii’nde kılardı. Kamil Çöllüoğlu, Süleyman Demirel ve Onun din-dinayet politikaları ile ilgili tutum ve davranışlarını da kendi orijinal üslubu içinde şöyle anlatıyor:
Çankaya Camii imam-hatipliğim sırasında başta Süleyman Demirel olmak üzere, Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Mehmet Turgutlar, şu Turgutlar, bu Turgutlar, Hacı Ali Demirel de aralarında olmak üzere onların hepsi ile iç içeydim. Hükümet ile din görevlileri arasında dolaşıp duruyordum. Ankara’da Din Görevlileri Cemiyetini Rahmetli Mustafa Maden ile beraber kurduk.
Türkiye Din Görevlileri Federasyonu kuruluş çalışmalarına öncülük edenlerden birisi Mustafa Maden, diğeri de ben idim. Hükümet ve Cemiyet arasında geliver-gidiver derken ben yanımda ağabeyim Rıza Çöllüoğlu’nu da sürükledim.
Din görevlileri yöneticisi olduğum, 1965 yılında ittifak ile Süleyman Demirel iktidara geldi. Kemal Güran, Mustafa Maden, Ali Osman Atakul ve birçok arkadaşımızla Süleyman Demirel’i ziyaret ettik.Bize dedi ki, “Biz sizin kıymetinizi anladık, din görevlileri bize çok büyük yardımda bulundu ve size hemen vaat ediyorum, Konya’da Selçuk üniversitesini kuracağım ve orada bir ilahiyat fakültesi açılmasını sağlayacağım” dedi.
Bu üniversite ve Konya Yüksek İslam Enstitüsü senelerce sonra kuruldu. Demirel bize o gün “Ne işiniz olursa emrinizdeyim” diyerek, bizi alladı, pulladı ve bizi gönderdi. Daha sonra bizim Elmalılı kavgamız çıktı.
Rahmetli İbrahim Elmalı’nın Diyanet İşleri Reisi olması için Kemal Güran, Mustafa Maden Hocalar Onu İstanbul Müftülüğü’nden aldılar, geldiler. O arada Yaşar Tunagür, İbrahim Elmalı ile ikisi takıştılar. YaşarTunagür, Süleyman Demirel’in Diyaneti tedvirle görevlendirilen adamı idi. Biz de din görevlilerini teşvik ettik, dedik ki, “Biz Elmalı’yı istiyoruz” ve bir müddet yazışmaların ardından biz Süleyman Demirel’e tekrar çıktık. Kapıdan girerken, hani eskiden “Selçuk Üniversitesi kuracağım ve orada bir ilahiyat fakültesi açacağım” demişti ya, bu sefer de, “Siz bu işlerin neden bu kadar üstünde duruyorsunuz? Bu işleri böyle yaparsanız, bu işler kopar! Karışmayın” dedi.
Ben o zaman anladım ki, bunlar din adamlarını bir manivela olarak kullanıyorlar, din adamlarının diyanet hizmetleri ile dahi yakından ilgilenmesini hiçbir zaman istememişler. Hem din adamı olacaksın, hem de bu işlerde aktif olacaksın, olmaz böyle şey demişler. Bizi Süleyman Demirel oradan kovdu ve ağabeyim Rıza Çöllüoğlu Hoca ile Muammer Dolmacı’ya gittik.
Muammer Dolmacı, Süleyman Demirel’in müsteşarı ve benim de cemaatimden. Dedik ki, “Yaşar Tunagür’ü alsın, üç gün sonra da Elmalı’lıyı alsın.” Allah rahmet eylesin, Muammer Dolmacı bize vaaz ediverdi; “Fitne çıktığı zaman yürürken duracaksınız, dururken oturacaksınız, otururken yatacaksınız” diyor. Bunları bana anlatıyor görünüyor ama gerçekte Rıza Çöllüoğlu’na anlatıyor. Ben dedim ki, “Muammer bey, sizde hiç akıl yok, ben dinimi senden öğrenecek değilim, sen bana ne diye vaaz ediyorsun.” Ben Çankaya Camii’nde 4 sene görev yaptım, iyi günlerim geçti ve o caminin yapılmasında büyük rolüm oldu. Şevket Alptekin Doğuda Atatürk Üniversitesi’nin inşaat işlerini yapmıştı. Rahmetli Menderes demiş ki, “Atatürk Üniversitesi’ni yaptın, şu camiyi Çankaya Camiini de yap.” Bunun üzerine inşaata başlandı. Bu sırada 1960 askeri darbesi oldu, askeri darbe sonrası günlerde Şevket Alptekin’i “sen cami yaptın” diye süründüre süründüre öldürdüler.
Hafız Kamil Çöllüoğlu, 1964 yılında Altındağ İlçesi Marangozlar Sitesi Camii imam-hatipliğine atandı. Emekli oluncaya kadar bu camide görev yaptı. 1977 yılında emekli oldu. Emekli oluncaya kadar aralıksız 14 yıl görev yaptığı Marangozlar Sitesi’ndeki imam-hatiplik görevi ile ilgili olarak da şunları anlatıyor:
Marangozlar Sitesi Camii imam-hatipliğine atandığım zaman, caminin dernek başkanı merhum Tahsin Kahraman idi. Ben de dernek yönetim kuruluna seçildim. Derneğin yıllarca muhasipliğini yaptım. Camide müezzin yoksa müezzin oldum, imam yoksa imamlık yaptım.
Hafız Kamil Çöllüoğlu, emekli olduktan sonra da dini-mesleki alanlardaki hizmetlerini aralıksız sürdürdü. 1982 yılında Fransa Lyon’a gitti ve orada bir yıl ücreti Lyon’da bulunan Türk işçileri tarafından karşılanmak üzere imam-hatiplik yaptı, cemaatini dini konularda aydınlatmak için vaaz etti.
Bir yıl sonra eşini ve hafızlığa çalışırken kendisinin Fransa’ya gitmesi nedeniyle, hafızlık çalışmasına ara vermek zorunda kalan oğlu Hazım’ı da yanına alarak yeniden Lyon’a döndü.
Orada bir yıl daha görev yaptı. Lyon’da bir taraftan imam-hatiplik ve vaizlik görevlerini sürdürürken, bir taraftan da oğlu Hazım’ın hafızlığını tamamlamasını sağladı.
Hac mevsiminde Lyon ve çevresinden toplanan hacı adayları ile hacca gitti ve onlara din görevlisi olarak rehberlik yaptı.
1987 yılında TEKDAV Vakfı’nın temsilcisi olarak Hollanda’ya gitti. Hollanda’da Türk işçilerine bir yıl süre ile imam-hatiplik yaptıktan sonra 1988 yılında Türkiye’ye geri döndü.
Hafız Kamil Çöllüoğlu, imam-hatipliği yanında cemaatini dini konularda irşat etmek için gücü yettiğince, dili döndüğünce ve samimi duygularla vaazlar etti. Yaptığı vaaz ve irşat hizmetlerini de şöyle özetliyor:
Ben dilim döndüğünce cemaatimi ve bulunduğum yerdeki Müslümanları aydınlatmak için, içten duygularla vaaz ettim. Niyetimiz doğru olduğu için Yüce Allah yaptığım konuşmalardan dolayı bana hiçbir sıkıntı yaşatmadı. Halbuki pek çok hatalarım oldu, samimi olduğum için hiç sıkıntıya düşmedim. Kendim iyi bir hoca olmayı, güzel Kur’an’ı Kerim okumayı çok istedim. İslami konulardaki geniş bilgileri ile iyi hoca olanların, güzel Kur’an’ı Kerim okuyanların aşığı oldum.
Hiçbir zaman “Hocayım” iddiasında olmadım. Hiçbir meslektaşıma haset (kıskançlık, çekememezlik) etmedim. Elimden geldiğince, gücüm yettiğince meslektaşlarıma yardımcı olmaya çalıştım. Herkesin derdine ortak olmaya çalıştım. Bunu kendi yararım için, Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için yaptım, hiç kimseden bir şeyler beklemedim.
Bunlardan çok büyük manevi haz aldım. Son yıllarda idari makamlar benim gibi karşılıksız dini-mesleki hizmet verenlere pek fırsat vermiyor. Bundan dolayı herhangi bir rahatsızlık duymuyorum. Halk ifadesi ile “Harç bitti, yapı paydos!” diyorum. Yaşım 77, şu anda bir görevim yok. Sağlığım da yapmaya uygun değil.
Evliliği ve Çocukları
Hafız Kamil Çöllüoğlu, 1950 yılında Elmas Hanımla evlendi. Bu evlilikten Melahat isimli kızı ile Kazım, Mustafa ve Hazım isimli oğulları dünyaya geldi.
Eşi, kızı ve oğulları hayattadır.
HAFIZ ALİ OSMAN ATAKUL
Doğumu ve Eğitimi
SANKİ YÜRÜYEN BİR KUR’AN
HAFIZ ALİ GÜRAN
Doğumu, Eğitimi Ve Evliliği
Hafız Ali Güran, Ankara Müftülük Kontrol Memurluğu sonrasında, Ankara’nın çok önemli camilerinde (Hacı Bayram, Maltepe, İçcebeci, Yenimahalle Çavuşoğlu Camileri) imam-hatiplik yaptı.
(24.04.1962 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dini Eserler inceleme Kurulu Katipliği, 17.03.1966 Ankara Altındağ Müftülük Şefliği, 10.10.1966 Ankara Altındağ Hacıbayram Camii imam-hatipliği, 29.06.1968 Ankara Yenimahalle Karşıyaka Camii imam-hatipliği, 16.05.1970 Çankaya Cebeci Camii imam hatipliği, 27.04.1976 Yenimahalle Çavuşoğlu Camii imam-hatipliği.)
İmam-hatiplik yaptığı camilerde cemaatinin büyük sevgi ve saygısını kazandı. 16.05.1980 tarihinde Yenimahalle Çavuşoğlu Camii imam-hatibi olarak emekli oldu.
Demokrat Parti’nin 1950 yılında iktidara gelmesinden sonra, din eğitim ve öğretimi alanında önemli değişiklikler oldu. Ülkenin ihtiyacı olan din görevlilerini yetiştirmek için ilkokula dayalı, yedi yıl süreli, lise dengi imam-hatip okulları açıldı.
1951-1952 öğretim yılında 7 ilimizde açılan bu okullardan biri de Ankara’da açılmıştı. Hafız Ali Güran, bu kere de zamanın Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun uygun görmesi ile Ankara İmam-Hatip Okulu Kur’an’ı Kerim dersleri öğretmenliğine ek görevle atandı. Bu görevi aralıksız olarak 1963 yılına kadar 12 yıl süre ile devam ettirdi.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin önemli işlerinden biri de ilk defa Ankara Radyosunda canlı olarak Kur’an’ı Kerim okutması, dini sohbetler yapılmasını sağlamış olmasıdır.
Hafız Ali Güran, ilk defa 1950 yılı Ramazan ayında başlatılan bu uygulamada hemşehrisi ve meslektaşı Hafız Ali Osman Atakul’la birlikte görev aldı. Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’nin uygun görmesi ile Ali Osman Atakul ve Hafız Ali Güran ramazan ayı boyunca iftar saatinden önce canlı olarak Ankara Radyosundan tüm Türkiye halkına Kur’an dinleme zevkini tattırdılar.
Böylece Hafız Ali Güran’ın Kur’an’ı Kerim okumadaki üstün nitelikleri tüm ülkeye yayılmış oldu. O artık Türkiye çapında, Kur’an’ı Kerim okumadaki üstün yetenekleri ile tanınan bir hafızdı.
Hafız Ali Güran ve benzerleri, 70 yıl önce bir yerlere gelmek için hafız olmadılar. Onlar Allah Elçisi’nin müjdesine kavuşmak için hafız oldular. Fakat Yüce Allah’ın lütfu ile ummadıkları yüksek makamlara da ulaştılar.
Kişisel Özellikleri
Hafız Ali Güran bir kır gezisinde Namaz Kıldırırken
Evlilikleri ve Çocukları
Hafız Ali Güran’ın ilk eşi Ulviye Hanım, 1976 yılında vefat etti. Bu evlilikten üçü oğlan, dördü kız yedi çocukları dünyaya geldi. En büyük oğlu Mustafa Güran, İçişleri Bakanlığı’nda Kaymakamlık ve genel müdür yardımcılıkları görevlerinde bulundu. Halen Bu Bakanlıkta Hukuk Müşaviri olarak görevini sürdürmektedir.
İkinci oğlu Nevzat Güran, İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde İktisat Profesörü ve şu anda emeklidir. Küçük oğlu Ahmet polis memuru olarak görevini sürdürmektedir.
Hafız Ali Güran ilk eşi Ulviye Hanım’ın vefatından sonra ikinci evliliğini Hatice Hanım’la yaptı. Hafız Ali Güran, Hatice Hanım’la da 30 yıla yaklaşan mutlu bir hayat sürdürdü. Bu evlilikten çocukları olmadı.
Ölümü ve Defni
Hafız Ali Güran, 2006 yılının mart ayında, yaklaşık üç ay kadar süren bir hastalık sonrasında Yüce Allah’a kavuştu. Ankara Sami Efendi Külliyesi’nde çok kalabalık bir cemaatin katılımı ile kılınan cenaze namazından sonra, Yenimahalle Karşıyaka Mezarlığında defnedildi.
Ağır hastalık halinde geçirdiği son üç aylık süreye kadar, her gün evinde yüksek sesle Kur’an okumaya devam etti. Bütün hayatı boyunca Kur’an okumak, onun vazgeçilmez işi idi. Yüce Allah kabrini Kur’an’ın nuru ile aydınlatsın.
HAFIZ OSMAN KAYA
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Osman Kaya’nın eğitim hayatı son derece ağır şartlar altında ve1955-1988 yıllarını kapsayacak şekilde, uzunca bir süre (30 yılı aşkın) devam etmiştir. Bu yönü ile takdir edilecek bir başarı örneğidir.
Osman Kaya, mesleki hizmetlerdeki başarısı ile de öne çıkmaktadır. Etkili, yüksek perdeli bir sesi ve Kur’an-ı Kerim okuyuşu vardır. Bu özelliği ile müezzinlik ve imam-hatiplik yaptığı camilerde cemaatine kendisini sevdirmiştir.
Dini hizmet mesleğinde sadece müezzinlik ve imam-hatiplik hizmeti ile yetinmemiştir. Medrese eğitimi tarzında aldığı eğitiminden dini yükseköğrenime, vaizlik-müftülük ihtisas kurslarına kadar uzanan bir eğitim sürecinde edindiği bilgiler ve cemaatini dini konularda aydınlatma yeteneği ile de öne çıkmıştır. T
anıyanları, hemşehrileri ve meslektaşları arasında sevgi ve saygıya dayanan bir yeri vardır. Emekli olduktan sonra da dini hizmet mesleğine olan katkılarını çeşitli fırsatlardan yararlanarak sürdürmektedir.
Yüce Allah kendisine sağlıklı, uzun ömürler versin.
Kaynak:ESYAV
Hafız Osman KAYA'ya ait bilgiler 29.08.2013 tarihinde güncellenmiştir.
HAFIZ HÜSEYİN AKGÜL
GÖREVİNİ KUR’AN ÖĞRETİMİ İLE DE TAÇLANDIRAN BİR MÜFTÜ HAFIZ HÜSEYİN AKGÜL
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Hüseyin Akgül, 1939 yılında Kızılcahamam İlçesinin Berçin Yayalar Köyünün Korkmazlar Mahallesinde doğdu. Babası İdris, Annesi Zeynep Hanımdır. Hüseyin Akgül, köyünün geçim şartlarını ve aile yapısını şöyle anlatıyor:
- Babamın babasına “Müezzin Hüseyin Efendi”derlermiş. Bana dedemin adını vermişler. Dedem köyünde imamlık yaparmış. Gençliğinde İstanbul’a gitmiş ve dini eğitimini İstanbul’da almış. Babam 97 yaşında olgun bir insandır. Korkmazlar Kızılcahamam ilçesinin en yoksul köylerindendir. Ekim-dikim için uygun toprak yoktur, orman köyüdür. Köy halkı geçimini orman ürünleri satımı, daha çok büyük ve küçükbaş hayvancılıkla sağlar. Bu nedenle1945 yılından itibaren yöre köylerinden Ankara’ya göç başlamıştır. Öyle sanıyorum ki, çevre köylerden Ankara’ya göç eden ilk ailelerden bir ailede bizim ailemizdir. Ankara’ya çok erken dönemde göç eden, Vehbi Koç ile arkadaşlık yaptığı bilinen, zamanında Ankara’nın sayılı zenginlerinden “ÇITAK MUSTAFA” ismi ile ünlü Mustafa Önen, babamın dayısı olur. Dayım Mustafa Önen, babamı Ankara’ya götürmüş, iyi insanlarla tanışmasına, büyük şehir kültürü almasına yardımcı olmuş ve Onu şehir yaşamına hazırlamış. Babam Ankara’da dayımın yanında 5 yıl kalmış. Babamın öz dayısı Çıtak Mustafa, “YABANÂBAD” yöresinden Ankara’ya gelen, bilgisi ve yetenekleri ile başarılı olmuş bir iş adamı idi. Ben kendisini tanıdım. Hayırsever bir kişi idi. Bahçelievler Camiine maddi yardımları olurdu. Kızılcahamam’daki Aşağı Merkez Camii ilk inşaatını da yaptırmıştı. Ankara Kur’an Kursu Öğrencilerini Koruma Derneğine de Dikmen Caddesi üzerindeki çok değerli bir arsasını Kur’an Kursu yapılmak üzere bağışlamıştı. Fakat orada bir Kur’an Kursu inşa edilemedi. Arsa dernek tarafından satıldı. Babam köye dönünce, köydeki geçim zorluklarını, arazi yokluğu nedeniyle köy halkı ile arasındaki geçimsizlikleri göz önünde bulundurarak Ankara’ya göç ediyor. Genelde Kızılcahamam ve Çamlıdere yöresinden Ankara’ya göç edenlerin yerleştiği Kazıkiçi Bostanlarına yerleşiyor. İlk zamanlarda bahçelerde işçi olarak çalışıyor. Zamanla Soğukkuyu’da kereste ticaretine başlıyor.
Hafız Hüseyin Akgül ilk dini eğitimini almaya başladığı günleri de şöyle anlatıyor:
- Biz üç erkek kardeştik. İbrahim ağabeyim genç yaşta vefat etti. Babamın ideali ağabeyimizi okutmaktı. Bize iş yaptırmazdı; “Ben işleri yürütürüm, siz okuyacaksınız” derdi. Babam önce İbrahim ağabeyime dini eğitim verdirmek istedi, fakat olmadı. Benim büyüğüm Mustafa ağabeyimi de okutmayı denedi. O da bir süre devam etti, ama o da okumadı. En son beni denedi. Bende başarılı oldu. Ben ilk önce Kur’an’ı Kerim okumayı Rıza Çöllüoğlu Hocamda öğrendim. O benim sadece Kur’an’ı Kerim hocam değil, hayatım boyunca dini-mesleki hayatımda kendisinden sürekli bir şekilde yararlandığım hocamdır. Her insanın pek çok hocası olur, ama asıl bir tek hocası olur. İşte Rıza Çöllüoğlu, benim asıl hocamdır.
Hafız Hüseyin Akgül’ün hafızlık hocası Hafız Ahmet Köksal’dır. HüseyinAkgül, Ahmet Köksal Hoca’da hafızlık çalışmalarını yaparken karşılaştığı olayları da şöyle anlatıyor:
- Hafızlık hocam Hafız Ahmet Köksal, Hafız Hasan Akkuş’un yetiştirdiği iyi öğrencilerinden ve en ünlü Kur’an okuyucularından biri idi. Önce İbadullah Camii’nde, daha sonra Kubbeli Mescit’de Onda hafızlığımı bitirdim. Usulüne uygun Kur’an’ı Kerim’i okuma dersleri aldım. O iyi bir öğretici idi. Herkes ilim sahibi olur, pek çok şey bilir, ama öğretme işi farklı özellik ister. Yüce Allah geniş rahmeti ile Ona rahmet eylesin, Ahmet Köksal Hocam bizi iyi eğitti. Hafız Ahmet Köksal’da hafızlık çalışması yaptığımız günlerde başımızdan geçen bir olayı da anlatayım; biz öğrenciler o zamanlar yoksul aile çocuklarıyız. Köyden gelmiş, başı önüne eğik köy çocuklarıyız, heyecanla Kur’an okumayı sürdürüyoruz. 1950 yılında Demokrat Parti iktidar olduama, iktidar olmakla bir şeyler hemen değişmiyor. 3-5 sene geçecek, bazışeyler oturacak. Cumhuriyet Halk Partisi yönetimleri tek parti yönetimi dönemindeki olumsuz uygulamalar, özellikle bürokrasi kanadındaki anlayışlar devam ediyordu. Bir gün okuduğumuz mescidi bastılar. Geçen yıllarda yanan Modern Çarşının bulunduğu yerde “Devrim İlkokulu” vardı.Bizi oraya götürdüler ve orada alıkoydular. 6-7 öğrenciydik, özellikle yaşı küçük olanları, benimle 12-13 yaşlarında olan öğrencileri uzun süre Devrim İlkokulunda alıkoydular. Devreye İsmetpaşa Mahallesi Muhtarı İbrahim Yel ve daha başka güçlü kişiler girdi, bizi oradan çıkardılar. Bize dediler ki; “Bundan sonra sizin Ahmet Köksal Hoca’da okumanız sakıncalı, bunun ileriside yok. Size hoca temin edelim, ders versin, dışarıdan ilkokul bitirme sınavlarına girin” Biz de onların dediklerini yaptık.
Hafız Hüseyin Akgül, ilk üç sınıfını dışarıdan imtihana girerek, 4. ve 5. sınıflarını Bozkurt İlkokulunda okuyarak ilkokulu bitirdi. İlkokul eğitimi sırasında Kur’an eğitimini de sürdürdü. Bu eğitimini başarı ile tamamladı, hafızlığını bitirdi. Diğer mezun arkadaşları ile birlikte Ankara Zincirli Camii’nde kalabalık bir cemaatin katılımı ile hafızlık merasimleri yapıldı.1954-1955 yılı öğretim yılında Ankara İmam-Hatip Okulu öğrencisi oldu.1961 yılında Ankara İmam-Hatip Okulu’nun ikinci devresinden mezun oldu.1962 yılında İstanbul Yüksel İslam Enstitüsüne kayıt yaptırdı. 1966 yılında bu enstitüden de diploma aldı.Hüseyin Akgül, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde öğrenci iken sadece resmi eğitimle yetinmedi. İstanbul’da özel olarak dini ilimler okutan hocalardan Arapça, tefsir ve hadis dersleri aldı.1969 yılında bilgi ve görgüsünü artırmak üzere Irak’a gitti. Bağdat’da biryıl süre ile Bağdat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yabancılar Bölümünde dini mesleki bilgiler yüksek ihtisası eğitimi aldı. Türkiye’ye döndükten sonra da özeldini eğitimine ara vermedi. İsmail Turan Hoca’dan tefsir ve hadis dersleri almaya devam etti. Zaman zaman ilk hocası Rıza Çöllüoğlu ve benzeri meslektaşlarıi le özel olarak bir araya gelmek suretiyle yapılan dini konulu tartışmalara katıldı. Böylece dini bilimlerdeki ihtisasını zenginleştirdi.
Görevleri ve Kur’an’ı Kerim Eğitimine Katkıları
Hafız Hüseyin Akgül, 10.11.1958 tarihinde Ankara Müftülüğü’nce açılan imtihanı kazandı ve ilk dini hizmet mesleğine Ankara Arslanhane Camii Müezzini olarak başladı. Yüksek İslam Enstitüsüne öğrenci olunca müezzinlik göreviniİ stanbul Neşetağa Camii’ne naklettirdi. Daha sonra Beşiktaş Kuruçeşme Testereci Osman Camii imam-hatipliğine nakledildi. Yüksek İslam Enstitüsü öğrencisi olduğu sürece bu görevini sürdürdü. 1966 yılında Yüksek İslam Enstitüsünü bitirdikten sonra Ankara’da görev istedi. Ankara Müftü Yardımcılığı’na atandı. Bu görevde iken vatani görevini yapmak üzere Ankara Müftü Yardımcılığı görevinden ayrıldı. 1967-1969 yıllarında yedek subay olarak vatani görevini tamamladı. Vatani görevini bitirdikten ve ihtisas eğitimi için gittiği Bağdat’dan döndükten sonra 30.09.1970 tarihinde Yenimahalle Müftülüğü’ne atandı. Bu görevi 17.10.1994 tarihine kadar aralıksız 24 yıl sürdü. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilgili yönetmeliği gereğince rotasyona tabi tutuldu ve 17.10.1994 tarihinde Ankara Mamak Müftülüğü’ne nakledildi. Bu görevde 2002 yılına kadar 8 sene çalıştı.29.11.2002 tarihinde Gümüşhane İl Müftülüğü’ne atandı. Kendi ifadesi ile dini hizmetler yönünden çok yetersiz kalmış olan bu ilde gece-gündüz demeden çalıştı. Altı adet Kur’an Kursu’nu hizmete koydu. Türkiye Diyanet Vakfı Gümüşhane Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı sıfatı ile bu Vakfın çalışmalarına da hız kazandırdı.13 daireli bir binayı adı geçen Vakfa kazandırdı. Gümüşhane Müftülüğü’nde görev yaparken devlet memurları için 63 yaş sınırı getirilmesi üzerine 24.09.2003tarihinde emekli oldu. Hafız Hüseyin Akgül, resmi görevleri sırasında bu görevini yapmakla yetinmedi. Özellikle uzun yıllar süren Yenimahalle ve Mamak Müftülüklerinde imam-hatip okullarında, ilahiyat fakültesinde okuyan ve ses durumu bakımından güzel Kur’an’ı Kerim okumaya yetenekli öğrencilere görev yaptığı müftülüklerin kapısını açtı. Onlara müftülüklerde Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun okuma dersleri verdi, tecvit dersleri okuttu. Eda ve sada eğitimi yaptırdı. Bunların dışında Kur’an Kurslarında okuyan yetenekli öğrenciler de Hüseyin Akgül’ün öğrencileri arasında yer alıyordu. Aynı eğitimi onlara da verdi. Bu çalışmalarını kendisi şöyle anlatıyor:
- Benim okuttuğum öğrenciler girdikleri sınavlarda başarılı oluyorlardı. Bu durum, Türkiye genelinde bir ilgiye neden oldu. Eğitim verdiğim yüzlerce genç Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açılan sınavlarda başarılı olarak hafızlık diploması aldılar, Kur’an Kursu öğreticisi oldular. Cami görevlisi olarak imam-hatip, müezzinlik gibi görevlere atandılar. Bazıları da eğitim gördükleri imam-hatip okullarında başarılı oldular, ilahiyat fakültelerine girdiler ve ilahiyat fakültelerinde önemli görevlere yükseldiler.
Hafız Hüseyin Akgül, emekli olduktan sonra da dini-mesleki hizmetlerini sürdürüyor. Hüseyin Akgül emeklilik sonrası dini-mesleki hizmetlerini de şöyle özetliyor:
- Evimin altında bir mescit var. 15-20 kişilik cemaatımız oluyor. Orada sabah, akşam ve yatsı namazlarını kıldırıyorum. Cemaatimizden isteyenlere Kur’an’ı Kerim’i yüzünden okumayı öğretiyorum. Ben bulunmadığım vakitlerde cemaat arasından yetiştirdiğim ehliyetli kişiler vakit namazlarını kıldırıyorlar. Benim imam-hatiplik görevini yaptığım vakitlerde zaman zaman okuduğum ayeti kerimelerin açıklamalarını yaparım, kendi aramızda bilgileniyoruz. İşte biraz dünya, biraz ahret işleri böyle devam edip gidiyor. Bu uğraşılarımın dışında en önemli işim, 97 yaşındaki babama hizmettir. Onun kişisel ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlıyorum.
Hafız Hüseyin Akgül, sesli yayın hayatında da aktif görevler üstleniyor. Butür çalışmalarını da kendisi şöyle anlatıyor:
- Beş yıla yakın zamandır Radyo Arifan’da programlar yapıyorum. Şimdide Hedef Radyo’da dini konularla ilgili sohbetlerim yayımlanıyor. 2004 yılından bu güne kadar Çarşamba günleri 10.30-12.00 saatleri arasında konuşuyorum. İzleyiciler dini konularda sorular soruyor, ben de o soruları cevaplandırıyorum. Ara sıra Dost FM’de de konuşuyorum. Radyo kanallarının çok sayıda izleyicileri var. Camilerde bu sayılara ulaşmak mümkün olmuyor. İnsanlar, özellikle kadınlar kendi evlerinde radyolarını açıp, yapılan konuşmaları dinliyorlar, sorular soruyorlar.
Basılmış ve Basılmamış Kitapları
Hafız Hüseyin Akgül’ün yayımlanmış yazılı eserleri de bulunuyor.
• İlk yayımlanmış kitabı “Kur’an Dili” isimli, Kur’an kursu öğrencileri için yazıp, yayımladığı Kur’an’ı Kerim’i okuma alfabesidir.
• İkinci kitabı “Huzur İslamdadır” isimli kitabıdır.
• Üçüncü kitabı “Temel Dini Bilgiler” isimli ilmihal türü bir kitaptır.
• Yayınlanmış dördüncü kitabı 571 dini soruya cevap niteliğindeki “Günümüz Meseleleri İle İlgili Fetvalar” kitabıdır.
• Beşinci kitabı çocuklara yönelik, resimli “Ailede Dini Sohbetler, Çocuklarıma Dinimi Öğretiyorum” isimli kitaptır.
• Altıncı kitap “Sureler-Dualar”,“Hac ve Umre” konusunda yayınlanmış bir kitaptır.
• Yedinci kitabı “İşte Dünya, İşte Ahiret” isimli kitaptır. Bu kitapta da ölüm, ölüm ve sonrası ile ilgili konular ele alınmıştır.
• Sekizinci kitabı “Peygamber Sevgisi, Kırk Hadis-i Şerif” isimli kitaptır. Bu kitapta da Hz. Peygamber’den öğütler yer almaktadır.
Bunların dışında hazırlanmış fakat basılmamış 3 kitabı daha bulunmaktadır. Bu kitaplar:
• “İslam’da Aile”
• “Özel Kadın İlmihali”
• “İslam’da İşçi ve İşveren Münasebetleri”
Evliliği ve Çocukları
Hafız Hüseyin Akgül’ün eşi Zehra Hanımdır. Zeynep Beyza, Sümeyye Şule, Esra Merve, Halenur, Reyyan ve Feyza isimli kızları vardır. Bir oğlu İdris Akgül1976 yılında acıklı bir kaza sonucunda Yüce Allah’ın rahmetine kavuştu. Kızlarının tamamı yüksek öğrenim gördüler, çeşitli iş ve mesleklerde çalışıyorlar.
Genel Bir Değerlendirme
Hafız Hüseyin Akgül, çok etkili sesi ile okuduğu Kur’an’ı Kerim’le dikkatleri çeken bir dini hizmet elemanıdır. Çocukluk günlerinden itibaren bu özelliği ile Ankara halkı, Kızılcahamam ve Çamlıdere’li hemşehrileri arasında tanınmış ve sevilmiştir. İkinci önemli özelliği ise uzun yıllar Kur’an’ı Kerim eğitimine verdiği destektir. Kur’an’ı Kerim okumadaki başarısını eğitim hayatına da yansıtmayı başarmıştır. Yenimahalle ve Mamak Müftülüğü dönemlerinde bu tür eğitim ve öğretim çalışmalarını, karşılıksız bir dini hizmet olarak aralıksız sürdürmesi övünülmesi gereken bir hizmet olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki hizmetlerini il müftülüğü düzeyinde tamamlamış olmasını önemli başarıları arasında saymak mümkündür.
Emekli olduktan sonra da dini hizmet mesleğinden kopmamış olmasını, sınırlı bir cemaate de olsa imam-hatiplik hizmeti vermeyi sürdürmesini, çeşitli özel radyolarda dini programlara katılmasını da dini-mesleki hizmet ve faaliyetlerinin hanesine olumlu bir not olarak eklemek gerekiyor. Dini hizmet mesleğinde görev alanların sözlü irşadda genelde başarılı oldukları hatta diğer meslekler mensuplarına göre olağanüstü başarılı oldukları bilinmektedir.Fakat yazma konusundaki başarıları, konuşmadaki başarıları ile ölçülemeyecek düzeydedir. Hüseyin Akgül’ün yazma konusunda da başarı sağladığı gözlemlenmektedir. Halkın, Kur’an kurslarının, imam-hatip okullarının ve genel öğretim kurumlarında okuyan öğrencilerin dini gereksinimlerine cevap verecek nitelikte kitaplar hazırlayarak bastırması ve dağıtması da bir başka başarı örneğidir.
Kendisine sağlık ve mutluluk dolu uzun ömür diliyoruz.
Kaynak:ESYAV
HAFIZ MUSTAFA SABRİ MÜLKOĞLU
HAFIZ İSMAİL HAKKI KILINÇ
Ölümünden bir
Ertesi gün (11 Mayıs 1975 Pazar günü) ikindi namazı için abdest almaya hazırlandı. Abdestini aldı, ikindi namazını kılamadı.
Cenazesi
BİR KÖY KUR’AN ÖĞRETİCİSİ
ALPAGUT’LU HAFIZ MEHMET YILMAZ
Doğumu, Eğitimi, Evliliği ve Çocukları
Çevrede “Alpagut’lu Büyük Hafız” ismi ile tanınan Hafız Mehmet Yılmaz, 1886 yılında Kızılcahamam’ın Alpagut Köyünde doğdu. Babası köyün ileri gelen zengin ağalarından Ömer Ağa, annesi aynı köy halkından Havva Hanımdır. Mehmet Yılmaz, bir ağa çocuğu olarak doğdu, babasının vefatından sonra, ölümüne kadar “HAFIZAĞA” diye tanındı. Mehmet Yılmaz, hıfzını köyünde tamamladı. Ankara’da çeşitli Kur’an üstadlarından Kur’an talimi ve tecvit dersleri aldı. Bir süre İstanbul’da okuduğu söylenir.
Hafız Mehmet Yılmaz, önce Akgül Hanım ile evlendi. Ondan Ziya, Emin, Hacı Ömer, Ünzüle ve Akgül isimli çocukları dünyaya geldi. Eşi Akgül Hanım’ın, kızı Akgül’ün doğumu sırasında ölümünden sonra Kezban adındaki ikinci hanımı ile evlendi. Bu hanımdan Ali isimli oğlu dünyaya geldi. Eşi vefat ettiği için dul kalan Sabire Hanımı ikinci eş olarak aldı. Ondan da Hacı İbrahim isimli oğlu dünyaya geldi.
Hafız Mehmet Yılmaz kendi çocuklarını okutmak için büyük çaba harcadı ise de bunda başarılı olamadı. Özellikle küçük oğulları Ali ile Hacı İbrahim’i okutmak için çalıştı. Ancak her ikisini de mesleğine varis etmeyi başaramadı. Önce oğlu Ali’yi, köyün imamı “DEMİR HAFIZ” ismi ile tanınan Mustafa Çoban’da hafızlığa başlatır. Ali, hareketli bir genç, yaşı da ilerlemiş, babasını, hocasını dinlemez, hafızlığa çalışmayı bırakır. Küçük oğlu Hacı İbrahim’i Çeltikçi Beldesindeki ilkokula gönderir, fakat onda da başarılı olamaz. Bir süre zihinsel bir hastalık geçirdi. Fakat daha sonra kendiliğinden iyi oldu.
Geniş arazisini ve otlaktaki küçükbaş hayvan sürülerini yönetmek onu hayli yormuş ve yıpratmıştır. Oğullarını genç yaşlarında köyün başka zengin ailelerin kızları ile evlendirmiş, ancak onlardan sahip olduğu mal varlığının yönetiminde yeterli yararı sağlayamamıştır.
Çevre köylerden işlerinde ücreti ile çalıştırmak üzere anlaşma yaptığı kimselerden de verim alamamıştır. Uzun yıllar aile uğraşıları, mal-mülk yönetimi sıkıntıları ile uğraşan Hafız Mehmet Yılmaz, 1935’li yıllara geldiği zaman ellili yaşlar olgunluğuna kavuşmuştu. Kendi köyünden ve çevre köylerden gelen öğrencilerine, kendi evinin bir özel bölümünde hafızlık yaptırmaya başladı.
Öğrencileri, Öğretim Metodu ve Öğrencileri İle İlişkileri
Hafız Mehmet Yılmaz’ın ilk öğrencisi kendi köyünden Hafız İbrahim Özdoğan oldu. Ankara’da Sultan Alaaddin, İbadullah, Kocatepe ve Aydınlıkevler Camilerinde imam-hatiplik yapan İbrahim Özdoğan, sonraki talebelerine de kalfalık yaptı. Daha sonra yine kendi köyünden Kazım Yalçınkaya, çevre köylerden gelen Seyfettin Fidan, Abdullah İşler, Mustafa Ünal, Hasan Böke, Durmuş Abacı, İsmail Fidan vb. Hafız Mehmet Yılmaz’da hıfzını tamamlayanlar arasında yeraldılar. Hafızlığını tamamlattığı öğrencilerinin toplam sayısı yaklaşık 50 kadar olduğu sanılmaktadır.
Öğrencilerinin Alpagut Köyünde kalabilecekleri özel bir yer yoktu. Diğer köylerden gelen çocukların aileleri köy halkından biri ile olan yakınlığına dayanarak çocuklarını getirir, Alpagutdaki bir dostunun evine bırakırlardı. Bu çocukların tüm kişisel ihtiyaçları (yemek-barınma-temizlik) Alpagutlu aile tarafından herhangi bir maddi karşılık beklenmeksizin karşılanırdı. Bazen bir köy evinde bu yabancı çocuklardan 1, 2, 3 yabancı çocuğun aynı zamanda barındıkları görülürdü. Bu çocuklar günlük derslerini kaldıkları evin imkanları ölçüsünde çalışır ve hazırlarlar, Hafız Mehmet Yılmaz’a dinletirlerdi. Öğretim metodu, tek tek öğrencilerinin dersini dinleme şeklinde olurdu. Öğrencilerin ders çalışma ortamı son derece yetersizdi. Bazen tek odalı bir evde, evin erkeği, hanımı, çocukları, öğrenci çocuklar aynı odada yatıp-kalkar, yiyip-içerlerdi.
Abdullah İşler Hoca, Durmuş Abacı ile birlikte, Alpagut’lu Durmuş Özbek’in tek odalı evinde aynı koşullar altında hıfzını tamamladığını anlatıyor. Genelde kış şartlarında sürdürülen bu eğitimin hangi zorluklara karşı başarıldığını tahmin etmek güç değildir. Hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerine karşı tutumu oldukça serttir. Günlük dersini veremeyen öğrenci hocasının dayağına her zaman hazır olmalıdır. Dersini iyi hazırlamamış öğrenci kesinlikle bağışlanmaz. Ancak, Hocanın bu sert tutumu, öğrencilik yıllarında hoş karşılanmasa da ileriki yaşlarda Hafız Mehmet Yılmaz’a dua vesilesi sayılmıştır.
Rahmetli Kazım Yalçınkaya’nın hocası ile ilgili hatıraları bunu ortaya koymaktadır. Hafız Seyfettin Fidan’ın değerlendirmeleri de bu doğrultudadır. Hafızağa’nın öğrencileri, onun eğitiminden yaşamları süresince mutlu olmuşlardır. Sonraki yıllarda, o yıllara ait anılarını zevkle anlatırlar. Alpagut’lu Hafız Mehmet Yılmaz’da hıfza çalışan öğrencilerin, başta evinde kaldıkları aile büyükleri olmak üzere tüm köy halkı denetçileridir. Dersini savsaklayan ya da köyde olumsuz davranışları görülen öğrenciler, köy erkekleri tarafından da sık sık uyarılırlardı. Gerekirse bu tür davranışları olan öğrenciler Hocaları Mehmet Yılmaz’a bildirilir, şikayet edilirlerdi. Hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerinin hemen tamamı onda hıfzını tamamladıktan sonra daha yüksek eğitim için Ankara ve İstanbul’a gitmişlerdir. Hatta Abdullah İşler gibi eğitimini Mısır’da Ezher Üniversitesinde devam ettirenler dahi olmuştur. Bu öğrencilerden önemli bir kısmı daha sonra ülkemizde önemli dini hizmetler yapmışlardır.
Günümüzün bazı eğitimcileri çocuklara Kur’an’ı Kerim’i ezberletmenin, onların belleklerine ömürleri boyunca bir gereksiz yük yüklenmiş olacağını savunuyor, Kur’an’ı Kerim’i çocuklara ezberletmeyi eleştiriyorlar. Bu iddia tartışmaya açıktır, “İki kere iki dört eder” gibi matematiksel bir zorunluluk değildir, çünkü biz belleğimizin tamamını kullanamamaktayız. Büyük bir kısmı işlevsiz kalıyor. Çok çalışan, çok biriktiren zihinler daha canlı, daha derin, daha güçlü oluyor.
Hafız olanların bellekleri daha canlı kalıyor. Beyin hücreleri daha sağlıklı oluyor. Bu nedenle Kur’an öğretiminde Kur’an’ı Kerim’in tamamını ezberlemek, bir şiiri, bir yabancı dil metnini ezberlemek, bir eğitim kusuru olarak düşünülemez. Kaldı ki, hafızlık yapmak o kadar zor değildir. Yüce Allah’ın bir lütfu olarak Kur’an’ı Kerim’i ezberlemek, herhangi bir Arapça metni ezberlemek gibi değildir. Kur’an’ı Kerim hem kolay ezberlenir, hem de bellekte uzun süre kalır. Bu Kur’an’ı Kerim’e özel bir niteliktir.
Hafız Mehmet Yılmaz’ın Özellikleri
Hafız Mehmet Yılmaz, kırmızı çehreli, büyük burunlu, uzun ve beyaz sakallı, orta boylu ve güzel giyimli idi. Gerçek bir hoca, aynı zamanda gerçek bir ağa idi. Çok akıllı, çok tedbirliydi. Kendisini topluma kabul ettirirdi, toplum da onun dini otoritesini kabul ederdi. Bir dini merasime katıldığı zaman sarığı ve cübbesi ile görünürdü. Halkın içinde ayrıcalıklı bir konumu vardı. Onun bulunduğu dini toplantılarda, toplantıyı yönetme yetkisi daima Onun olurdu. Başka kimseler bilgisi ve sıfatı ne olursa olsun, bu tür dini toplantıları yönetme cesaretini kendisinde bulamazdı. Örneğin bir mevlit okunuyorsa, kimin ne okuyacağına, ne kadar okuyacağına o karar verirdi. Okuyuşunu beğendiği kimseleri uzun süre okutur, beğenmez ise okuyuşunu uygun şekilde kesiverirdi. Okuyucular da bu engellemeyi saygı ile karşılardı.
Hafız Mehmet Yılmaz’ın Kur’an öğretimine başladığı dönem, tek parti hükümetleri dönemi, şeflik yönetimi dönemi. Her türlü din eğitim ve öğretiminin yasaklandığı, jandarmanın, ilköğretim müfettişlerinin çok sıkı takibine uğradığı dönemdi. Bu dönemin sıkıntılarından Hafız Mehmet Yılmaz da kısmen payını almıştır. Ancak, Hafız Mehmet Yılmaz bu baskıları göğüsleyebilecek siyasi bir güce de sahipti. Başkent Ankara’da milletvekili düzeyinde dostları vardı. Başı sıkıştığında onların korumasından yararlanabilecek olanaklara her zaman sahipti. Şu olay onun siyasi gücünü göstermesi bakımından önemli bir tespittir:
Hafız Mehmet Yılmaz’ın oğlu Hacı İbrahim hastalanmıştı. Babası onu Ankara’ya tedavi için götürmüş, baba-oğul Numune Hastanesine varmışlar, tedavi için başvurmuşlardı. Hastanenin kayıt memuru çocuğun ismini sormuş. Babası “Hacı İbrahim” deyince, kayıt memuru “haydi defolun buradan, şimdi Hacı ismi mi kaldı?” diyerek baba-oğulu hastaneden kovmuştu.
Mehmet Yılmaz Hoca, hemen dostu bir Ankara milletvekiline ulaşmış, olayı anlatmış, milletvekilionları kovan memura telefon ederek, çocuğun tedavi için hastaneye alınmasını istemişti. Baba-oğul, Numune Hastanesinde yeniden aynı memurun önüne çıkmışlar. Memur yeniden çocuğun ismini sorunca, Mehmet Yılmaz Hoca, o memura hakaret edercesine çocuğun ismini yüksek sesle “Hacı İbrahim Yılmaz, Hacı İbrahim Yılmaz!” diyerek birkaç kez tekrar etmiştir. Tabii çocuk hastaneye yatırılmış ve tedavisi sağlanmıştır.
Görülüyor ki, Hafız Mehmet Yılmaz, şeflik döneminin sıkı koşulları altında dahi amacına ulaşabilecek mali ve siyasi güce sahip bir kimsedir. Bu nedenle onun yürüttüğü Kur’an öğretimi çalışmaları ciddi anlamda bir sıkıntıya uğratılamamıştır. Hafız Mehmet Yılmaz, öğrencilerinin velilerinden herhangi bir maddi karşılık almazdı. Geniş tarla, bağ ve bahçelerinin ekim-dikim işlerinde, çeltik kaldırımı, bağ bozumu, pekmez kaynatımı vb. işlerinde öğrenci velilerinin işgücü desteğini kabul ederdi. Ancak, öğrenci velileri için bu bir zorunluluk değildi.
Vefatı ve Defni
Hafız Mehmet Yılmaz’ın ölümü de -Allah’ın takdiri- bir tuhaf oldu. Köy komşusu birinin evine bayram ziyaretine gitmişti. Ziyaret sırasında köyün onun yaşındaki başka erkekleri de vardı. Ev sahipleri, kendi evleri ile evlerine üç-beş metre uzaklıktaki bir samanlık damı arasına ağaçlar uzatmışlar, üzerine tahtalar çakmışlar, döşekler- halılar atmışlar, oturacak bir yer oluşturmuşlardı. Mevsim yaz ayları idi. Oluşturulan oturma yerinin ufku açık, seyir olanağı geniş, hava esintisi çok güzeldi. Ev sahipleri konuklarını orada ağırlıyorlardı.
Oturulan yerin alt tarafı da biraz taşlık ve dört-beş metre yükseklikteydi. Gelen ziyaretçilerin sayısı bu yerin altındaki ağaçların çekemeyeceği kadar artınca, ağaçlardan biri kırılmış, orada oturanların tümü alttaki boşluğa düşmüşlerdi. Bu kaza sırasında Hafız Mehmet Yılmaz’ın bir bacağı kırılmıştı.
Önce çevre imkanları ile tedavisi sağlanmaya çalışıldı, sonuç alınamadı. Hastanın 80 km mesafedeki başkent Ankara ile Alpagut Köyü arasında hayvan sırtı dışında taşınması imkanı yoktu. Çok zor şartlar altında bir taksi köye getirilebildi. Hafız Mehmet Ankara Numune Hastanesi’ne götürüldü, fakat iyileşemedi. Numune Hastahanesi’nde vefat etti.
Bir ay kadar sonra gene zor şartlar altında cenazesi köyüne getirildi. Çevre köylerden toplanan halk ve öğrencilerinin büyük katılımı ile köy mezarlığına defni yapıldı.
Genel bir Değerlendirme
Hafız Mehmet Yılmaz, Kur’an öğretimine ileri yaşlarında (yaklaşık 50-53 yaşlarında) başladı. Eğitimi on yıl kadar sürdü. Bu kısa süre çok verimli ve hızlı geçti. Ansızın ölümü ile karşılaşılmasaydı, daha uzun yıllar yöredeki yüzlerce genci hafız yapabilirdi. Onda ve Alpagut Köyü ile çevresinde bu potansiyel vardı. Ne var ki, beklenmedik ölümü ile bu hızlı eğitim sona erdi.
Hafız Mehmet Yılmaz, aynı zamanda bir köy ağası idi. Bu nedenle dünya işleri, bağ-bahçe, tarla, küçük-büyük baş hayvan yetiştirme işlerinden de uzak kalamadı. Mal-mülk işleri ile ilgili uğraşıları onu uzun süre Kur’an eğitimi çalışmalarından alıkoydu. Kur’an eğitimi çalışmaları sırasında da bu ilişkilerini sürdürmek zorunda kaldı. Bu nedenle Kur’an eğitimi çalışmalarına dünya geçimi ile ilgili çabaları her zaman baskın geldi.
Hafız Mehmet Yılmaz, çok otoriter bir Kur’an öğretimi sürdürdü. Ancak öğrencileri onun bu otoriter tutumunu yadırgamadılar; daha sonraki yıllarda onu sevgi ve saygı ile andılar. Hocalarına her zaman Yüce Allah’ın rahmetini istediler.
Öğrencisi Hafız Abdullah İşler, hocası Hafız Mehmet Yılmaz’ı şöyle tanımlıyor:
- Allah kendisine geniş rahmetini esirgemesin, hocamız Hafız Mehmet Yılmaz, talebelerine karşı görkemli, disiplinli ve sert bir insandı. Dersini iyi yapmayan öğrencilerine tolerans göstermezdi. Onu köyün bir yerinde görsek korkudan kaçardık, yanına yaklaşamazdık. Bir anımı aktarayım: Alpagut Köyünde, nehir yatağında “Eylen” denilen geniş bir su birikimi vardı. Erkekler ve çocuklar orada yüzerlerdi. Ben de suya girmiştim. Mehmet Yılmaz hocam, suyun üst tarafındaki yüksekçe kayanın tepesine gelmiş, bizi gözetliyormuş. Bana yüksek sesle seslendi, onun sesini duyunca giysilerimi apar-topar nasıl aldıysam, oradan köyün bir tarafına kaçıp gizlendim. İstanbul’a gittikten sonra, köyüme geldiğim zaman Alpagut’a da giderdim. Her gelişimde, vakit namazlarında camide bulunmamı ve Kur’an okumamı isterdi. Hatta Kur’an okumam için beni sıkıştırırdı. Köyde işlerin yoğun olduğu zamanlarda Musa Ağabeyim Alpagut’a gelir, evinde kaldığım ailenin tarım işlerinde imece usulü yardım ederdi. Hocam Mehmet Yılmaz’ın bu tür işlerinde de çalışırdı. Bu nedenle ağabeyimi çok severdi.
Alpagutlu Hafız Arif Mehmet Özdemir, kendi köyünde hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerine Alpagut Köyü halkının verdiği desteği şöyle anlatıyor:
- O zamanlarda, bizim köyde değişik bir hava vardı. Mesela çevre köyler halkından birisi bizim köyden herhangi birine “Benim oğlan hafızlığa çalışacak, ama kalacak yeri yok. Senin evinde kalabilir mi?” dese (ki bu isteğini hiç çekinmeden söyleyebilirdi). Söylenen kimse de herhangi bir bahane ileri sürmez. Şartsız, koşulsuz “tamam kalabilir” der, “getir çocuğunun yatağını, bizim evde kalsın” derdi. Bizim köyde, Kur’an öğretimi alan öğrencilere karşı köy halkının anlayışı böyleydi. Hemen hemen her evde bir, iki veya üç çocuk bulunurdu. Bu talebelerin yeme-içme harcamalarını, o evin sahibi karşılardı. Belki, öğrenci çocukların velilerinin biraz katkısı olurdu. Ama, talebelerin çamaşırları kaldığı aileler tarafından yıkanır, yatakları yapılır, yemekleri hazırlanırdı. 1940’lı yıllarda evlerde yataklar her gün serilir, sabah olunca da kaldırılırdı. Köyde ev halkı kendisi, çoluğu-çocuğu ile işe, çalışmaya gider, hafızlığa çalışan talebelere hiçbir iş yaptırılmazdı. Talebe sadece dersiyle meşgul olurdu. O zamanlarda Alpagut Köyünün bambaşka bir havası vardı. Köy, panayır yeri gibi idi, bilgi şöleni havası hakimdi. Böyle bir durum civar köylerde yoktu. Kazanın her yerinden Alpagut köyüne öğrenciler geliyordu. Ben, bir ara Hafızağa’da (Hafız Mehmet Yılmaz’da) okuyanların listesini yaptım. Bu listede elliden fazla öğrenciyi tespit etmiştim. Tabii bunlar benim tespit edebildiklerim. Mutlaka tespit edemediklerim de vardır.
HAFIZ MEHMET ALTUNDAL
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Mehmet Altundal, 1884 yılında Kızılcahamam İlçesi’nin Yukarı Kiseköyünde doğdu.
Önce babasından Kur’an’ı Kerim okumayı öğrendi. Daha sonradayısı Hatiboğlu Durmuş Efendi’de hıfzını tamamladı.
Köyündeki medreseninmüderrisi Odabaşı Halil Efendi’de Arapça ve dini ilimler eğitimine başladı.
Medreseöğrencisi iken vatani görevini yapmak üzere eğitimine ara vermek zorundakaldı.
Vatani görevini yedek subay olarak yaptı. Subay olarak orduda kalması istendiise de bu isteği kabul etmedi, köyüne döndü.
Görevleri ve Kur’an Öğretimine Hizmetleri
Hafız Mehmet Altundal, kendi köyünde ve çevre köylerde yıllarca imamhatiplik yaptı.
Kendi köyünde 24 sene imam-hatiplik yaptı. Kendi köyü dışındai mam-hatiplik yaptığı köyler arasında Kavaközü, Belpınar, Eğilli, Alveren ve Başköy de bulunmaktadır.
Hafız Mehmet Altundal, imam-hatiplik yaptığı köylerde, köyün ve çevre köylerin çocuklarını hafız yapmak ve dini hizmet mesleğine hazırlamak için de büyük emek harcamıştır.
Kendi oğlu Süleyman Altundal, Ali Osman Atakul ve Ali Aras göze çarpan öğrencileri idi.
Kur’an’ı Kerim okutmanın yasak olduğu birdönemde onlarca hafız yetiştirmiştir.
Öğrencisi Ali Osman Atakul anlatıyor:
Hafız Mehmet Altundal, çok yumuşak huylu idi. Bana “amcasının şöyle okuyacaksın” diyerek, moral vererek, hıfzı bitirmemi sağladı. İstanbul’dan döndükten sonra, ben Ankara Kayaş’ta hafızlar yetiştirdim. Torunu Dursun Altundal’ı okuttum. Bunu yaparken öncelikle hocamın ruhunu yüceltmek istedim.
Hafız Mehmet Altundal keskin bir zekaya sahipti. Çok kuvvetli bir hafızdı.“Yeryüzünde Kur’an kaybolsa, onu noksansız olarak yeniden yazarım”diyecek kadar Kur’an’ı Kerim ezberinde idi. O eski ve yeni yazıyı çok güzelokur ve yazardı. Hitabeti güzeldi. Görev yaptığı köylerde halkı dini konularda aydınlatırdı.
Ölümü ve Defni
Hafız Mehmet Altundal, 19.07.1946 tarihinde, 63 yaşında vefat etti.
Cenazesi çevre köylerden gelen kalabalık bir cemaatin katılımı ile köy mezarlığına defnedildi.
Yüce Allah kabrini Kur’an nuru ile aydınlatsın.
HAFIZ NECİP OKUR
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Necip Okur, 1879 yılında Kızılcahamam İlçesi’nin Gürcü (şimdiki adı Beşkonak) köyünde doğdu.
Babası Hasan Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Babası Hasan Efendi, İstanbul’da din görevlisi olarak hizmet etmekte idi.
Bu nedenle,Necip Okur dokuz yaşında İstanbul’a gitti. Önce hıfzını tamamladı. Daha sonra dini ilimler eğitimine başladı. İstanbul’un önde gelen din bilginlerinden dini ilimler tahsil etti.
Büyük alim İskilip’li Atıf Hoca’nın öğrencileri arasında bulundu.
Görevleri ve Kur’an Öğretimine Hizmetleri
Hafız Necip Okur, öğrenimini tamamladıktan sonra Ayasofya Camii’nde imam-hatiplik görevine atandı.
Toplum meseleleri ile yakından ilgileniyordu. Zamanın siyasi ve toplumsal meselelerine duyarlı idi.
İkinci meşrutiyetin ilanı,İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesi üzerine İttihat ve Terakki’nin politikalarına ve bu partinin önde gelen bazı isimlerine karşı eleştirilerde bulunması üzerine kendi köyünde (Kızılcahamam Gürcü Köyü) zorunlu oturmaya tabi tutuldu.
Köyüne döndükten sonra, Pazar İlçesi’nde Kadılık görevi yaptı.
1915 yılında Kızılcahamam İlçe olduktan sonra, Kızılcahamam Şer’iyye Katipliği görevin eatandı.
1940 yılından itibaren Kızılcahamam Güvem Nahiyesi ve çevre köylerinde halka vaaz ve irşad görevlerini aralıksız sürdürdü, çeşitli köylerde imam-hatiplik yaptı.
Bu dönemde Güvem Nahiyesi ve çevre köylerden gelen öğrencilerin hafız yapılması için çalıştı. O çocukların hafız olmasını ve ilk dini bilgileri almasını sağladı.
1949 yılında, zor şartlar altında hacca gitti ve bu dini görevini yerine getirdi.
Hemşehrisi Hafız Ali Osman Atakul anlatıyor:
- Hafız İsmail Hakkı Kılınç’ın hafız yaptığı yöre çocuklarına, Kur’an’ı Kerim’in tecvit ve talim eğitimini Hafız Necip Okur üstleniyordu. Çeşitli kişilerde hafızlığını tamamlayanlar, ona gider Kur’an’ı Kerim’i güzel okuma bilgilerini alırlardı.
Evliliği, Ölümü ve Defni
Hafız Necip Okur, İstanbul’dan köyüne dönmek zorunda kalınca, köyünde evlendi. Bu evlilikten iki çocuğu oldu.
1954 yılında Yüce Rabbi’ne Kavuştu.Çevre köylerden gelen büyük bir topluluğun katılımı ile köyünde toprağa verildi.
Kabri Kur’an nuru ile aydınlansın.
Kaynak :ESYAV
HAFIZ KEMAL GÜRAN
Sivil Toplum Kuruluşlarındaki Çalışmalarım
Çalışmalarım
Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürlüğüm
Hac Hizmetlerindeki Çalışmalarım
Arabistan’a Vakıf tarafından otobüs kiralanmasını sağladım. Bu hizmet ve faaliyetlerin en üst yöneticiliği görevlerini üstlendim.
Türkiye Diyanet Vakfı’nın Yurtdışı Hizmetlerindeki Görevlerim
Telif Çalışmalarım
Evliliğim ve Çocuklarım
Kaynak: ESYAV - 20.Yüzyılda Kızılcahamam ve Çamlıderede yetişen Hafızlar -Kemal GÜRAN
AİLE BOYU KUR’AN ÖĞRETİMİ ÖRNEĞİ
YILDIRIMÖREN’Lİ HAFIZ DURALİ ÜNVER
Doğumu, Eğitimi Ve Görevleri
Hafız Durali Ünver, 1920 yılında Kızılcahamam İlçesinin Yıldırımören Köyünde doğdu. Babası “Örenli Büyük Hafız” namı ile çevre köylerde ünlü Mahmut Efendi’dir. Annesi Afife Hanımdır.Hafız Durali Ünver, hafızlığını 14 yaşında Çankırı Orta İlçesi Kalfat Köyünden Hafız Sadık Efendi’de tamamladı.
Hafızlık dışındaki dini bilgilerini önce Çubuk İlçesi Alveren Köyünde Hüseyin Efendi’den, daha sonra Kızılcahamam İlçesi Pazar Nahiyesinde “Mamacı Hoca” namı ile bilinen Osman Nuri Bilgin’den tahsil etti. Hafız Durali Ünver’in hayatının hemen tamamı imam-hatiplik ve Kur’an öğretimi ile geçti. Vatani görevine çağırılmadan önce kendi köyünde ve Pazar Nahiyesinde birer yıl imam-hatiplik yaptı.
1940-1943 yılları arasında vatani görevini tamamladı. Daha sonra 1943-1948 yılları arasında kendi köyü Yıldırımören’de, 1948-1949 yıllarında Kızılcahamam Eğerli Köyünde, 1950-1958 yıllarında kendi köyü Yıldırımören’de, 1958-1965 yılları arasında Kızılcahamam Akdoğan Köyünde, 1965 yılında Kızılcahamam Kızılcaören Köyünde, 1966 yılında Kazan Fethiye Köyünde imam-hatiplik yaptı.
1967 yılı Eylül ayında Çankaya İlçesi Müftülüğüne bağlı Balgat Kur’an Kursu öğreticiliğine atandı, aynı ilçe Akdere Mahallesi Fazilet Kur’an Kursu Öğretiliciliğinde görevlendirildi. Bu görevi de aralıksız 20 yıl, 1986 yılına kadar sürdü. Bu tarihte emekli olarak resmi görevleri sona erdi. Ancak Kur’an öğretimi hizmetini daha uzun yıllar sürdürdü.
Kur’an’ı Kerim Öğretimi Hizmeti
Hafız Durali Ünver, köy imam-hatipliği yaptığı köylerde herhangi bir köy imamı değildi. O, halkın sınırsız sevgi ve saygısını kazanırdı. Köy halkı arasında meydana gelen olumsuzluklar onun tarafından kolaylıkla çözülürdü. Dargınlar Durali Hoca’nın araya girmesi ile barıştırılırdı. Köy hayatında karşılaşılabilen çeşitli olumsuzluklar, resmi idarelere götürülmeden, köy içinde komşu arasında halledilirdi. İmam-hatiplik yaptığı köylerin yediden yetmişe kadın-erkek tüm halkı, özellikle genç kız ve erkek köy çocukları onun öğrencisi olurdu. Ayrıca imam-hatiplik yaptığı köyün çevresindeki köylerden de çok sayıda öğrencileri olurdu. O, bitmez tükenmez bir sabır ve dayanma gücü ile herhangi bir karşılık beklemeksizin isteyen herkese Kur’an okutmayı, dini bilgiler vermeyi, kendisi için vazgeçilmez bir görev sayardı. Hafız Durali Ünver, köy imam hatipliği yaptığı dönemlerde, özellikle kendi köyünde imam-hatiplik yaptığı zamanlarda ekim-dikim gibi köy işlerinde de çalışırdı. Akdere Fazilet Kur’an Kursu Öğreticiliği, Hafız Durali Ünver’in Kur’an öğretimi hizmetlerinde en verimli dönemi oldu. Kur’an Kursu çevresinden ve Ankara’nın çeşitli semtlerinden gelen öğrenciler, ondan usulüne uygun olarak Kur’an’ı Kerim okumayı öğrendiler, ilmihal bilgisi düzeyinde dini bilgiler aldılar. Hafız Durali Ünver’in öğrencilerinin sayısını tesbit etmek mümkün değildir. 500-1000 sayısından söz edilse her halde abartılmış olmaz. Bugün ondan ders almış yüzlerce Müslüman Türk genci, ülkemizde imam-hatip, vaiz, müftü, Kur’an öğreticisi, öğretmen, hakim, savcı, yönetici ve akademisyen olarak hizmetlerine devam etmektedirler. İsimleri bilinen öğrencileri arasında Diyanet İşleri Başkanlığı Personel Dairesi Başkanlığı, Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeliği de yapmış olan Hüseyin Özgün, çeşitli ilçelerde ve Kızılcahamam’da müftülük yapan Necip Aydın, Ankara’da imamlık yapıp, emekli olan Ahmet Doğan, emekli öğretmen Sami Çakır öğrencileri arasında öne çıkan isimlerdir. Kızları Hatice ve Tayyibe ile öğrencileri Emine Arıoğlu, Emine İmamoğlu, Selma İmamoğlu ve Hatice Erkan da yıllarca Kur’an kursu öğreticiliği yaptıktan sonra emekli olmuşlardır. Ankara ve çeşitli il ve ilçelerde imam-hatiplik yaparak emekli olan sayısız öğrencilerinden de söz etmek mümkündür. Ancak bunların isimlerini ve görevlerini burada zikretmek, konuyu uzatmak anlamına geleceği için bundan vazgeçilmiştir.
Meslektaşı ve dostu Rıza Çöllüoğlu, onun için şunları söylüyor:
- Hafız Durali Ünver, 60 yıl hafız yetiştirdi. Bunların çoğu kız ve hanımdı. Bu barutla-ateşi bir arada bulundurmak gibidir. O, bunu başaranlardan biridir.
Evliliği, Çocukları ve Çocuklarının Kur’an Öğretimi Hizmeti
Hafız Durali Ünver, 1943 yılında Nazlı Hanımla evlendi. Bu evlilikten 10 çocuğu doğdu. 5 çocuğu küçük yaşlarında vefat etti. Halen oğlu Fevzi Ünver ile kızları Ayşe, Emine, Hatice ve Tayyibe hayattadır. Oğlu Fevzi Ünver uzun yıllar Akdere Fazilet Camiinde imam-hatiplik yaptıktan sonra emekli oldu, halen Kızılcahamam’da yaşlı annesi ile aynı binada oturmakta, çevreden gelen çocuklara Kur’an okutmakta, bazılarını hafız yapmaktadır. Kızları evlendiler, çoluk-çocuk sahibi oldular. Ayşe ile Emine yarım hafızlık yaptılar, tam hafız olamadılar. Aile uğraşıları arasında imkan buldukça komşusu kadın ve kızlara Kur’an öğretmeyi sürdürüyorlar. Kızları Hatice ile Tayyibe resmi Kur’an öğreticiliklerine atandılar. Uzun yıllar kız Kur’an kursu öğreticiliği yaptılar, yüzlerce kız öğrencilerini hafız yaptılar, emeklilik süreleri dolunca emekli oldular. Ancak Kur’an öğretimi hizmetini miras aldıkları babalarının izini bırakmadılar, güçleri ve imkanları elverdikçe Müslüman Türk çocuklarının ruhuna Kur’an sevgisini yerleştirmek için Kur’an öğretimi çalışmalarını ısrarla sürdürüyorlar.
Kişiliği, Ölümü ve Gömülmesi
Hafız Durali Ünver, iyi bir Müslüman, iyi bir Kur’an hafızı, iyi bir Kur’an öğreticisidir. O, verdiği eğitim yanında, öğrencilerini yüksek ahlaki davranışları ile de etkilemiştir. O, Kur’an’ı Kerim öğretimine aşk derecesinde bağlıdır. 82 yıllık ömrünün hemen hemen 60 yılını Kur’an öğretimi hizmetine adamıştır, bu hizmetini zevkle ve sabırla yapmayı başarmıştır. Amirlerinden en yüksek seviyede takdirname ve teşekkürler almıştır. Amirleri tarafından daha önemli görevlere atanmak istenmiş ise de Kur’an öğretimi hizmetini sürdürmeyi tercih etmiştir. Hafız Durali Ünver, özellikle kız öğrencilerinin güvenini ve sevgisini en üst seviyede kazanmıştı. O, öğrencilerini sevgiyle amacına doğru yönlendirirdi. Kur’an öğretiminde sabırlıydı, kararlıydı ve güçlüydü. Onun bu enerjisi başta kendi çocukları olmak üzere öğrencilerine de yansımıştı. Hafız Durali Ünver, 1 Mayıs 2002 tarihinde Kızılcahamam’da Yüce Allah’ın rahmetine kavuştu. Kızılcahamam mezarlığına gömüldü. Ölümünden önce öğrencilerine ve dostlarına hakkını helal etti ve onlardan da haklarını helal etmelerini istedi. Öğrencilerinden kendisine birer hatim okumalarını rica etti.
Kabri aydınlık olsun. Yüce Allah, ömrü boyunca hizmet ettiği Kur’an nuruyla kabrini aydınlatsın
Kaynak:Esyav
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Abdullah İşler, 1928 yılında Kızılcahamam İlçesinin Kuşçuören Köyünde doğdu. Babası molla Hasan ismi ile tanınan Hasan Efendi, annesi Ayşe Hanımdır. Babam bana et, kuruyemiş ve şeker gibi şeyler alırdı, onları da kaldığım eve getirirdim.
Ben her ikisinin de kabirlerine konulmasında bulundum. Kabrin üstüne kum yığıp, kapısını kapatıyorlar. Ali İhsan Efendi, Mustafa Sabri’den iki yıl sonra vefat etmişti. İhsan Efendi’yi kabrine koyduğumuz gün, Mustafa Sabri Efendi’nin kabrindeki kapıyı açıp, cesedine baktık. Bedeni iki yıl önceki gibi duruyordu. İhsan Efendi’yi kabrine koyduktan bir süre sonra mezar yokluğu nedeniyle, İhsan Efendi’nin kabrinin ayak ucuna kimsesiz bir çocuğu defnettik. Bir süre sonra bizim öğrenci arkadaşımız ve hemşehrimiz Mehmet Özgün vefat etti. Onu da aynı yere defnettik. Biz Mehmet Özgün’ü gömerken, Mustafa Sabri Efendi ile Ali İhsan Efendi’nin kabirlerine yeniden baktık. Her ikisinin de cesetleri gömüldükleri günkü gibi kefenlerinin içinde duruyordu. Fakat Ali İhsan Efendi’nin ayak ucuna konulan çocuğun bedeninden hiçbir şey kalmamıştı.
Görevleri
Tasavvuf Hayatı
bdullah İşler Hoca’nın, tasavvufi bir yaşamı da vardır. O bu hayatın nasıl oluştuğunu da şöyle anlatıyor:
Türkiye’deki kardeşleri ile sürekli haberleşiyorlar. Kızımı Mısır’daki geleneklere göre ben evlendirdim.
Kemal GÜRAN: Ne kadar sürede hafız oldunuz?
Abdullah İŞLER: Ben Alpagut köyünde bir senede hafızlığı bitirdim, daha öncesinde köyümüzde babam hafızlığa başlatmıştı ama ben küçüktüm, gezerdim oynardım.
Kemal GÜRAN: Babanızın ve annenizin ismi nedir?
Abdullah İŞLER: Annemin adı Ayşe, babamın adı Hasan. Babam “Molla Hasan” diye tanınır veya “Humanın Hasan” derlerdi, annesinin adı Humaymış. Babamın üçüncü hanımından doğdum. İlk hanımı ölmüş, o hanımından bir ağabeyim vardı, Hasan Hüseyin diye, Kızılcahamam'da kaldı, müezzinlikten emekli oldu, Kızılcahamam'da vefat etti. Sonra ağabeyinin hanımı ile evlenmiş, onunla geçinememiş ve ayrılmış, ondan sonra annem ile evlenmiş. Annemin de ilk kocası Yemen tarafında kalmış ve daha sonra annem ile babam evleniyor. Bu evlilikten dört erkek çocukları oluyor ve babamın önceki evliliğinden de bir oğlu vardı, onunla birlikte beş oldu. Annemin ilk evliliğinden bir kızı vardı, adı Zühre. Allah rahmet etsin o da vefat etti. Babam ile evliliğinden bir kızı olmuş fakat o da kırkı çıkmadan vefat etmiş. En büyüğümüz Hasan Hüseyin İşler vefat etti, diğer ağabeyim Musa İşler iki yıl önce vefat etti, şimdi de benden küçük iki kardeşim var, birisi Cafer İşler diğeri de Mustafa İşler.
Kemal GÜRAN: Hafızlığınızı Alpagut köyünde Hafız Ağa'da yaptınız, Hafız Ağa ile ilgili hatıralarınız var mı? Hafız Ağa'yı nasıl tanıyorsunuz? O dönemde Hafız Ağa'da sizinle beraber hafızlık yapan arkadaşlarınızla ilgili hatıralarınız var mı?
Abdullah İŞLER: Allah rahmet eylesin, biz Hafız Ağa'da talebelik yaparken, o dönemlerde Hafız Ağa talebelere karşı sert, heybetli ve disiplinliydi, tolerans göstermezdi. Hafız Ağa'yı köyün bir yerinde görecek olsak korkumuzdan kaçardık, yanına yaklaşamazdık. Bir hatıramı aktarayım, Alpagut köyünün Eylen denen bir yerinde duruyordum, Hafız Ağa gelmiş, yukarıya dikilmiş, kayaların yanından bana nasıl bir seslendi, ben de suya girmiştim, sesini duyunca ben de korkudan kıyafetlerimi apar topar nasıl aldıysam köyün bir yerine kaçtım. Benim talebelik dönemlerim bu şekilde ciddi geçti ve İstanbul'a gidip geldiğim zaman Alpagut'a gelirdim, her geldiğimde namazda bulunmamı ve okumamı isterdi.
Kemal GÜRAN: Hafız Ağa güzel okuyanları çok severdi, güzel okumaya âşık bir adamdı.
Abdullah İŞLER: Bir gün Hafız Ağa benim kaldığım evin kapısına kadar geldi, beni sormaya gelmiş, ben de Zeliha Ebe'ye “hasta olmuş yatıyor de olmaz mı?” dedim. O gün köyün camiine gitmedim, Hafız Ağa köye vardığımızda okumamız için sıkıştırırdı. O zamanlar köyde sohbetler iyi oluyordu, hafızlığı bitirdikten ve Hafız Hasan Akkuş'ta okuyup geldikten sonra köyde fazla kalamadım.
Kemal GÜRAN: Şimdi gelelim İstanbul safhasına.
Abdullah İŞLER: Nur-u Osmaniye Camiine Hafız Hasan AKKUŞ Hoca Efendiye okumaya gittim Allah rahmet eylesin. Çamlıdere'nin Elmalı köyünde Manifaturacı Hasan vardı, ona katıverdiler, o bizi İstanbul'a götürdü. Orada bir handa yattık.
Kemal GÜRAN: İstanbul'a ilk gidişiniz hangi yılda ve şartlarda oldu?
Abdullah İŞLER: 1945'te kamyonla gittik. Ben 1945 yılında okumak için İstanbul'a giderken köydeki komşular hepsi aralarında para toplayıp, bize verdiler.
Kemal GÜRAN: Köylü aralarında para topluyor, İstanbul'a talebe okutmaya gönderiyorlar.
Abdullah İŞLER: Evet, aynen öyle oldu. Babam köyde dibek döverdi, bağlarda kazma kürekle çalışırdı, işçilik yapardı, Allah rahmet eylesin, bu şekilde geçimini sağlardı ve bu şekilde çocuk okutmaya çalışırdı. İstanbul'da Hacı Fahri Efendinin evinde yatar kalkardık. Hafız Hasan Akkuş Hoca Efendide de her gün talim okumaya giderdik. Allah bilir ama “Sübhaneke”de on beş gün filan da kaldık. Çok değişik bir şey yapıyorlardı.Kur'an-ı Kerim'i baştan sonra kadar bitirdikten sonra da Talim Terbiye cemiyeti yaptılar, benim yanımda Rizeli yaşlı bir adam vardı, beraber diploma aldık.
Kemal GÜRAN: Peki, o safhada Arapça okuma oluyor muydu?
Abdullah İŞLER:Benim askerliğim Topkapı Maltepe'de oldu, askerde bir yedek subay beni emir eri yaptı, o zamanlar kışlalarda namaz kılınıyordu. Arapça okuma işini ben asker iken yaptım. Azakzade Apartmanında Musa Kazım diye bir hoca vardı Allah rahmet eylesin, onda Arapça okurdum. O zamanlarda Rıza Çöllüoğlu Hoca Efendi Fatih Camiinde müezzinlik yapardı. Ben Rıza Çöllüoğlu Hocada, “Emsile, Bina, Maksut” okuduğumu hatırlıyorum. Diğerlerinde de okuyordum ama onlar pek iyi anlatamıyorlardı, Rıza Hoca Efendi güzel anlatıyordu, o zamanlarda Akdoğanlı Sezai Efendi vardı, o da Rıza Hoca'da okudu.
Kemal GÜRAN: Mısır'a nasıl gittiniz?
Abdullah İŞLER: Ben askerliği bitirince, askerlik arkadaşım Malatyalı Ahmet Ramazan ile beraber Mısıra gitme işi oldu. Ahmet Ramazan bana, “ben Mısıra gideceğim” ben de ona, “ben de Mısıra gideceğim” derken ikimizi bir Mısır sevdası aldı, askerliği bitirince ben köye gelmeden evvel, Hacı Fahri Efendiye fikrimizi anlattık o da bize pasaport almamız için yardım edeceğini söyledi, helalleştik, pasaportu çıkarttık. Pasaportu çıkarttıktan sonra vize almak gerekiyor, Mısır herkese vize vermiyordu, Allah rahmet eylesin Mustafa Runyun Hoca Efendinin Mısır konsolosuyla arkadaşlığı varmış, bize vize çıkarttı. Daha sonra köye geldim, köyde anamı, babamı ziyaret ettim, ben Mısıra gideceğim için acele etmek istedim, köyde ziyareti kısa tutmak istiyordum. Annem ve babam razı olmadı bana, “köyde birini bulalım evlen” dediler ve beni alelacele Alpagut köyünden biriyle nişanladılar. Ben bir iki ay sonra anneme babama, “ilim söz konusu olursa Allah günah yazmazmış, hocalarımdan duydum, ben gideceğim” dedim. Ben diretince gene köylü bana üç beş kuruş para toplayıverdi, o parayla İstanbul'a gittim. İstanbul'dan Hacı Fahri Efendi Allah rahmet eylesin biletimizi alıverdi, vapurla Mısır'a gittik. 12.ayın 16'sında İskenderiye'ye indik.
Kemal GÜRAN: Bütün tahsiliniz o zaman Mısır'da oldu değil mi?
Abdullah İŞLER: Evet, ortaokulu, lise, üniversite tahsilini Mısır'da yaptım.
Kemal GÜRAN: Hangi branşı bitirdiniz?
Abdullah İŞLER: Benim bitirdiğim Bölüm Külliyet-i Şeriyya , İslami Hukuk Fakültesi oluyordu, daha sonra “Medeni Hukuk” getirdiler bir sene de onu okudum. Bu arada Türkiye'de 1960 senesinde ihtilal oldu, 60 ihtilaline kadar Türkiye'ye her sene gelir giderdim, ihtilal olduktan sonra Türkiye'ye 3-4 sene gelemedim, orada kaldım. Yunanistan ve Gümülcine'de yaşanan bazı olaylar ile ilgili konuşmalar yapmıştım, Türkiye'ye geldikten sonra polisler epey beni sorguladılar, konuşmaları araştırdılar, o zamanlarda tutuklama olmadı ama adına mimleme dedikleri ismimi not alma oldu.
Kemal GÜRAN: Peki, Gümülcine'ye ve Yunanistan'a oradan ne için gidiyordunuz?
Abdullah İŞLER: Ramazan'da vaaz etmek için gidiyordum. Hatırlayabildiğim kadarıyla 3 sene gittim. En son 1959 senesinde gittim, daha sonra İhtilal olunca gidemedik. 1963 Ağustos ayında Kahire'den Avrupa vapuruyla ayrıldık, Vapurla evvela İspanya, Fransa, İtalya'ya gittik oralarda epey kaldık.
Kemal GÜRAN: Türkiye'de hangi görevlerde bulundunuz?
Abdullah İŞLER: 1970'de Polatlı'da müftü olarak görev aldım. 13 ay görev yaptım ve daha sonra Milli Selamet Partisi kuruldu. 1973'de Partiden bana geldiler illa sen seçime gir dediler ve nasıl olduysa beni ikna ettiler. Seçimlerde kazanamadık, sonra Mengen'e vaiz olarak gittim, orada bir iki sene kaldıktan sonra Ankara'ya vaiz olarak geldim. Daha sonra İzmit Gölcük'e vaiz olarak gittim. Gölcük'te bizim Ahmet Sami talebeydi, orada on bir ay kaldıktan sonra 1987'da emekli oldum. Emekli olduktan sonra Avrupa'ya gittim, emekli olmadan evvel bir defasında Süleyman Ateş Diyanet Reisi olmadan bizi (50 kişi) Avrupa'ya gönderdiler. O zaman ben Berlin'e gittim, Berlin'de bir ramazan ayında kaldım geldim. Daha sonra da emekli olunca tekrar Berlin'e gittim. Orada bir iki sene kaldım. Türkiye'ye geldiğimde bir rahatsızlık geçirdim, safra kesesinde taş varmış onu aldırdıktan sonra bir müddet gidemedim. O arada benim yerime bir Hoca tutmuşlar, daha sonra Berlin'den bir telefon geldi beni başka bir camiye çağırdılar ve oraya gittim. Berlin'den de iki sene sonra (1990'da) geldim.
Kemal GÜRAN: Sizin tasavvufi hayatınız var mı?
Abdullah İŞLER: Türkiye'ye 1963'te geldim, ertesi sene 1964'te bizim Kızılcahamam'daki Osman Emiroğlu ve bir de Kızılcahamam'da Salih adında bakkal vardı, üçümüz İstanbul'da Mehmet Zahit Kotku Efendiyi ve Hacı Sami Efendiyi ziyaret edelim diye kararlaştırdık. İstanbul'da Mehmet Zahit Efendiyi ziyaret ettik, oradan da Hacı Sami Efendiyi ziyarete gittik ve bizim Bakkal Salih dedi ki, “Efendim biz sizden ders almaya geldik”. Hacı Sami Efendi, “Bizim âdetimiz ders almak isteyene istihare yapmasını önermek, siz istihare yapın, sonra neticesine göre durumu bize bildirirsiniz, gelirsiniz, görüşürüz” dedi ve ekledi, “biraz tövbeye devam edin, biraz nafile oruç tutmaya, gece kalkabilirseniz ibadet etmeye çalışın” dedi. Daha sonra oradan ayrıldık ve istihareyi öğrendim, daha sonra ben ikinci defa tekrar gittim. Geldiğimde tekrar istihare yaptım, ayan beyan o zamanları güzel oluyordu demek ki açık görmüştüm.
İstihare de şöyle; İstanbul'da kendimi Beyazıt Camii'nde görüyorum, eski camilerde kürsünün üstünde parmaklıklar vardı, orada oturur, sohbet ederlerdi. Camiye girdikten sonra o parmaklıkların etrafında güzel giyinmiş insanlar oturuyordu ve sordum, “Neden burada oturuyorsunuz?” dediler ki, “Şimdi buraya bir zat gelecek, o zat bize konuşacak biz onu bekliyoruz” dediler. Ben de beklemek istedim ama parmaklıkların arasından içeri giremedim dışarıda kaldım, bahsettikleri zat geldi, ben o zatı tanıdım, daha önce de görüşmüştük. Kürsüye çıktı konuşmaya başlamadan önce bana baktı elinde iki tane farklı renklerde kitap var, birisinin rengini gül rengi diğerini de kül rengine yakın gördüm. Hacı Sami Efendi bana rüyamda kitapları uzattı verdi, ben uyandıktan sonra tekrar İstanbul'a gittim. Hacı Sami Efendi bana, “İstihare yaptın mı?” dedi ben de, “Evet Efendim” dedim istihareyi anlattıktan sonra bana dersi verdi. O zaman Hacı Sami Efendi Hazretlerine intisap ettim ve böylece devam ettim. Daha sonra Hacı Sami Efendi Hazretlerinin vefatı üzerine Hacı Musa Efendi aldı ona devam ettim, daha sonra da oğlu Osman Nuri Efendiye intikal etti, şimdi de öylece devam ediyoruz.
Kemal GÜRAN: Yayınlanmış eserleriniz var mı?
Abdullah İŞLER: Ben bir eser yazma işini yapamadım, okulda eğitim iyi değildi, bize nasıl çalışmamız gerektiğini söyleyecek ve yön verecek bir öğretmenimiz hiç olmadı. Benim eğitim hayatım eski medrese usulü ile oldu Allah'a şükürler olsun. Bir zamanlar kitap tercümesi yaptım. Fakat o zamanlarda kitap basmak ve satmak zordu. Diyanet İşlerinde mütercimlik yapıyordum, Prof Dr. Eyüp Sanay Hoca ile bir kitabı tercüme etmeye karar verdik ve çalışmaya başladık. Ben tercüme edip Eyüp Sanay'a veriyordum, o da tercümeyi düzeltiyordu. Kitabın taslağını çıkardık ve hemşehrimiz Hüdaverdi Çakır kitabın basılmasında yardımcı oldu, kitabı çıkardık. Kitabı satmak için yayınevlerine gittik, yayınevleri bize kitabın maliyet bedelinin altında bir miktar ödeme sundular. Uygun bulmadığımız için kendi imkânlarımızla satmaya karar verdik, bazı camilere ve bazı kişilere kitap dağıttık ama onun da faydasını görmedik.
Kemal GÜRAN: Eserin sahibi kim?
Abdullah İŞLER: Mısırlı bir yazar, o kitaplar satılmadı, satılsın diye verdiğimiz kitaplar da geri dönmedi. Elimde kalan kitapları Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin kütüphanesine verdim.
Kemal GÜRAN: Kırgızistan'da da görev yaptınız, biraz da ondan bahseder misiniz?
Abdullah İŞLER: Anadolu Finans Kurumundan beni “Dini Müşavir” olarak istediler. O sırada ESYAV'a öğrencilere ders vermeye de geliyordum. Kırgızistan azatlığını almıştı, Mustafa Kalfaoğlu, Ahmet Kaya, Mustafa Kaya oraya gitmişler, orada vaktiyle Sovyetler döneminde yazarların, yaz ve kış tatillerini geçirdikleri bina yapılmış o binayı Mustafa Kalfaoğlu kiralamış. Onlar da benimle görüştü, bana “oradaki Kırgızların İslamiyet hakkında hiçbir şey bilmediklerini, Müslüman olduklarını söylüyorlar ama bir şey bilmiyorlar” dedikten sonra, onlara İslamiyet hakkında bilgi vermek konusunda yardımcı olmamı istediler. Ben de onlara oraya gideceğimi söyledim. 1992'nin 9. ayında Kırgızistan'a gittim, iki hafta orada kaldım ve oraya dini açıdan gidilmesinin mecburi olduğu kanaatine vardım. Ben tekrar 1992'nin 12. ayında Kırgızistan'a gittim ve oraya ilk zamanında altmış talebe koyduk, ben Kırgızistan'da dokuz sene kaldım.
Kemal GÜRAN: Dokuz yıllık Kırgızistan göreviniz esnasında ne kadar talebe yetiştirdiniz ve nasıl bir eğitim yapıyordunuz?
Abdullah İŞLER: Kırgızistan'da eğitim şöyleydi; Türkçe öğretiyorduk, Arapça öğretiyorduk, din eğitimi ve hafızlık eğitimi veriyorduk. Talebelere ilk senelerinde Kur'an-ı Kerim'i okumayı ve Amme Cüzünü öğretiyorduk, imamlığın şartlarını öğretiyorduk yani talebeler ilk senesinin sonunda imam olabiliyorlardı. Talebelerimizden hafızlığı bitiren 60 kişi Pakistan'a gittiler, Suudi Arabistan'a gittiler, Mısır'a gittiler ve fakülte bitirdiler. Daha sonra medrese açtılar. Biz her sene 70 talebe alıyorduk ve onların arasından 20'si devam edemiyorlardı ama her sene 50 talebe okumaya devam etti ve böylelikle 450-500 talebe yetiştirdik. Bize Asya'nın değişik yerlerinden gelen talebeler vardı, Özbekistan'dan, Kazakistan'dan, Türkmenistan ve bunun gibi civarda duyanlar geldi. Kimi zaman bana Rusya'dan, Pakistan'dan, Kazakistan, veya Mısır'dan yetiştirdiğim talebelerim telefon açarlar, hal hatır sorarlar.
Kaynak: http://www.esyav.com/ESYAVbulteni/2009temmuz-agustos/abdullahisler.html
Şeyh Ali Semerkandi Hz. Soyundan
Halil DEDE
Çamlıdere - Bardakçılar Köyü Halil Dede Türbesi
Çamlıdere İlçesi Bardakçılar Köyü Kabristanında türbesi bulunan Halil Dede, Hazreti Ömer (r.a) neslinden ve Şeyh ali Semerkandi Hazretlerinin evladındandır.
26 Şaban 1308 Hicri tarihli bir belgede "Yabanabad kazası Avdan karyesinde medfun Hazreti Ömer soyundan Halil Dede'nin" ibaresi geçmektedir.
Osmanlı belgelerinde Halil Dede zaviyesi "Avdan Tekkesi" ve Avdan Karyesi Tekkesi" olarak zikredilmiştir.
Günümüzde Halil Dede Türbesi onarım görmüş ve bakımlıdır.
Kızılcahamam ilçesi Karacaören Köyünde türbesi bulunan "Yunus Dede" nin Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin soyundan geldiği halk arasında rivayet edilse de bu hususta Osmanlı arşivlerinde bir kayda rastlanılmamıştır.Yunus Dede Türbesi sonradan yapılmıştır.
Çamlıdere - Bardakçılar Köyü Halil Dede Türbesi
Kaynak: "Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu" Abdulkerim Erdoğan s.101
Şeyh Ali Semerkandi Hz. evladından
Şeyh Abdurrahman
Şeyh Ali Semerkandi hazretlerinin evladından bazıları Kuzviran/Seydiler/Şeyhler (Çamlıdere) köyü'nden ayrılarak başka köylere hicret ederek buralarda kurdukları zaviyelerde irşat faaliyetlerini sürdürmüştür.
Günümüzde Kızılcahamam ilçesi Otacı Köyü Şıhlar Mahallesinde türbesi bulunan Şeyh Abdurrahman Hazretleri de Şeyh Ali Semerkandi evladındandır.
1571 yılında Ankara Sancakbeyi Mehmed ve Ayaş kadısı İstanbul'a gönderdikleri mektupta;Yabanabad nahiyesinin Seydiler (Şeyhler) köyünde mezarı olan Hazreti Ömer (r.a)'in soyundan gelen Seydi Ali (Şeyh Ali Semerkandi) hazretleri evladından Şeyh Seydi Muhammed ve Abdurrahman'a bir miktar vakıf tayin edilmesini isterler.
İstanbul'dan gönderilen fermanla Çubuk nahiyesinde bulunan ve Ahi Durak Zaviyesi'nin vakfı olan Kara Fatma Mezrası'nın gelirleri Şeyh Ali Semerkandi hazretleri evladından olan Şeyh Seydi, Muhammed (Mehmed) ile Abdurrahman'a ve bunların soyundan gelenlere verilir.
Ayrıca Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi'nde de "Şeyh Abdurrahman Zaviyesi Vakfı" kaydı bulunmaktadır.
Otacı Şıhlar- Şeyh Abdurrahman Türbesi,(Haziran 2008)
Kaynak: Abdulkerim Erdoğan-Şeyh Ali Semerkandi ve Sığırcık Suyu s.99
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN
ŞEMALİ
Şeyh Ali Semerkandi (Kaddesallahü Sirrahü) uzun boylu, iri cüsseli idi.
Nurani yüzlüydü. Buğday renkliydi. Kırmızı benizliydi.
Elleri büyükçe olup bıyıklı ve ak sakallıydı.
Beyaz sakalı ve beyaz elbisesi ile şeklen ve manen efrad-ı beşer için ne güzel bir nümune idi.
Elini öpmek isteyenler onun eline kapanmaya kalkarlar, fakat O Büyük Veli Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri elini geri çekerdi.
Nurani yüzü, buğday renkli benzi ve ak sakalı ile inananlara iltifat eder, tanışmak için ziyaretine gelenleri yanında bulunanlara takdim ederdi.
Dostça gelenlere ilgi gösterip muhabbetle bakardı.Uzun boy üzerinde nurani yüzlü, buğday renkli ve ak sakallı Şeyh Ali Semerkandi inananların hayalinde ve gönlünde her zaman dolaşmakta, bundan böyle ünü dünyaya yayıldığı için unutulmamaktadır (1).
-İslamı bihakkın yaşayarak, ilahı aşk ile yani Adem atamızdan miras olarak kalan aşk ile hayatını manevi cihazla renklendiren Şeyh Ali Semerkandi tavazu babında yükseklerin yükseğine çıkmış, kemale ulaşmış, iman nuru ile coşmuş, herkesin imdadına koşmuş ve Rabbimiz’in katında Alem-i İslam’ın yakından tanıdığı büyük bir veli olarak kainatta iz bırakmıştır.
-Kavlini, fiilini ve halini Peygamberimiz, Efendimiz iki cihanın fahri, sultanı Muhammed Mustafa Sallellahü Aleyhi Vesellemin sünnetlerine tıpatıp tabi kılan Şeyh Ali Semerkandi Rasül-i Ekrem’den her kulun erişemeyeceği kıymetli yakınlık görmüştür. Bu durum Şeyh Ali Semerkandi için rütbelerin en büyüğüdür.
-Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri bugün manevi evlatlarım diye tanımladığı Çamlıdere insanının kendisi için yaptırdığı türbesinde yatmaktadır.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN ESERLERİ
Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’de tefsiri, memkıbeleri ve benzeri kayıtları vardı.
Vaktile bu eserler o devrin Osmanlı padişahına götürülmüş, padişah memnun kalıp ilgi göstermiş ve eserleri kendine takdim edenlere ikram ve izzette bulunmuştur.
Padişahın etrafındaki devlet erkanı ve o günün Şeyhü’l-İslam makamında bulunan İslam alimi ve öbür ülema yakınlık duyup Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’de yattığını tasdik ederek kayıtlara intikal ettirmişlerdir.
Padişahlıkça gönderilen tahsisat H. 1330 senesine kadar Çamlıdere’ye gelmiştir.Umumi harp çıkıp seferberlik ilan edilince herşey sona erdi, tahsisat kesildi.Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu belini doğrultamadı, olanlar oldu, ülkenin çehresi değişti, eserler olsun, kayıtlar olsun bilinmezlik içinde tarihin meçhul sayfalarına gömülüp gitti.
Şeyh Ali Semerkandi ile ilgili “Barü’l-Ulüm” adında gayri matbu tefsir vardır.Hatta zatına has menakıbı var idi, belirli zevat tarafından görülüp okunmuştur.
Fakat M. 1926 tarihinde büyük bir yangın çıkıp birkaç ev hariç Çamlıdere’yi yer ile bir etti.Yangın karşısında herşeyini (kül olup) savrulmaya terkeden Çamlıdere Şeyh Ali Semerkandi hakkındaki eserleri ve kayıtları da (birkaçı hariç) ateşler içinde kül olup gitmekten kurtaramamıştır.Onun için deniliyor ki zikri geçen kıymetli zatın yazılı ve kıymetli belgeleri, menkıbeleri evlerle birlikte yanmış ve kaybolmuştur (20).Lakin eldeki belgeler yeteri kadar tatmin edicidir.
(20) Nakil: Çamlıdere’de Sakin Ahmet oğlu Hasan Fazlı (pederi merhum Ahmedi Bircan’dan naklen).
Şeyh Aliyyüs Semerkandi Hazretlerinin Çobanlık Yapması
Yüksek bir alim ve kadı nasıl ve neden çoban olabilir.? Büyük ilim sahipleri hiçbir zaman ilimlerinden öğünmezler. Hatta gururlarına kapılmaktan çok korkarlardı Bu nedenle çok basit görünmeye özen gösterirler,giyim ve yemeklerinde dahi aşırıya kaçmazlardı. Şeyh Aliyyüs Semerkandi kendini bir alim olarak tanıtmaz, sade giyinir, sorana çoban olduğunu ifade derdi. Anadolu’da ne olduğunu soranlara: “garip bir çobanım ve zahrül vasılınım” derdi. Çoban olduğunu söylediğinde muhakkak kendisine sürü verdikleri de olmuştur. Allah’ın kendisine bahşettiği ilim neticesi kuzu-koyunu emmezdi. Bu, tüm tabiat, hayvanlar insanlar ile tam uyumunu, onlarında kendisiyle hemen uyum içine girdiğini ifade eder
.
Kaynak:Hüseyin-Ali Kemal KOCAKUŞAK .
ŞEYH ALİYYÜS SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN (K.S) İLMİ VASIFLARI Şeyh Aliyyüs Semerkandi (ks) , Semerkant fakihi (hakimi) ve imamı idi. Döneminde tüm İslami ilimler, matematik, astronomi, tıp ve hukukta en ileri alimdi. Kelam ilminin kaynağı idi. Manevi yönden kırkların ileri geleni olarak tanınmış idi. Yaşadığı dönemde tüm dünya onun ilmini biliyordu. Müslümanlar kadar Hıristiyanlar, Budistler, dinsizler, şamanlar herkes ilmine kesin saygı gösteriyordu. Cengiz Han Semerkant’ı aldığı zaman ilk olarak Şeyh Aliyyüs Semerkandi’yi (ks) çağırttı. Hayatına kesinlikle dokunulmamasını emretti. Şeyh Aliyyüs Semerkandi’den(ks) kendisinden ilim öğretmesini ve yanında kalmasını istedi. Şeyh Aliyyüs Semerkandi(ks) 50,000 kişinin fidyesini kendisine takdim etti, onların hayatına dokunulmayacağı konusunda kesin söz aldıktan sonra “ben fakirlerin imamı olmayı tercih ederim,hiçbir Semerkant’lının da senin yanında kalacağını sanmam” dedi. Tek Şeyh Aliyyüs Semerkandi (ks) bu zalim hükümdara zalimliğini hatırlatabilirdi. Hükümdara ilmi nedeniyle üstün gelmişti . hükmedenlerinde piri olduğunu ispat etti. Yüz binlerce soydaşının ,yakınlarının arkadaşlarının katledildiği anı gözleriyle gördü. Onların gözleride imamları olan Şeyh Aliyyüs Semerkandi’de (ks) idi. Kıyım Semerkant’ın içinde tek bir hareketle yapılmış idi. Şahadete ulaşanları duaları ile katık olmaya çalıştı. Yüreği kor oldu. Dünya hayatından uzaklaştı. “Onlar ulaştı biz kaldık, onlar şahadete erdi, biz kaldık, ancak onlara zahrul vasılın oluruz” diyerek talan edilen evinden tüten ocağın sembolü saç ayağını, asasını alarak çoban kılığında Semerkant tan gözyaşları içinde ayrıldı. Osmanlı padişahlarının tekrarlayarak verdikleri 17 fermanda Şeyh Aliyyüs Semerkandi’ nin şu özellikleri vurgulanmıştır: Bunlar Osmanlı kayıtlarında kesin olarak tespit edilmiş ve ferman olarak işaret edilmiştir, Şeyh Aliyyüs Semerkandi Hazretlerinin beş büyük vasfıdır. Kıdvetül Kuzat Vel Hükkam: Kadıların Ve Hakimlerin Mühtadası (imamı). Madenul Fazlı Vel Kelam : Faziletlerin Ve Kelamın Madeni, Menbaı. Kudbul Arifin: Ariflerin ve alimlerin En Büyüğü.Zahrul Vasılın : Allaha Ulaşanların Zahiresi katığıdır. Pişvai Ricali Erbain :Kırkların İleri Geleni. Kaynak:Hüseyin Kocakuşak-Ali Kocakuşak
|
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN
FIRINDA YAKILMASI OLAYI
Velilere keramet tariki ile verilen yetki ve kabiliyetten biri de ilgili velinin ateşte yanmamasıdır. Şeyh Ali Semerkandî böyle bir deneme ile de karşılaşıp kerametini biiznillah tecelli ettirmiştir, îçi ateş dolu firma girip (veya girdirilip) oturmuş, yanmamıştır. Bu şekilde keramet izhar eden kutuplar vardır . Şeyh Ali fırından sapasağlam çıkmıştır.
İmansızın biri velilerden birine yaklaşıp: «Ey pîr! Duyduğuma göre bizim gireceğimiz cehenneme siz de girecekmişsihiz. O zaman aramızda ne fark kalır ve bu nasıl olur?» dedi. Allah'ın velisi bu imansızı ateşle dolu bir fırının önüne kadar götürdü. Kendi elbisesinden bir parça, bir parça da imansızın elbisesinden kesip fırının içine attı. Fırının ateşi sönüp bittikten sonra baktılar ki imansızın elbisesinden kesilip atılan parça kül olmuş. Fakat Allah'ın velisinin elbisesinden kesilip atılan parça olduğu gibi duruyor, ateş hiç dokunmamış. Veli imansıza dönerek: İşte Cehennem'de sizinle bizim aramızdaki fark buna benzer» dedi. Mü'minler cehennem'e (yanmayan elbise şeklinde) girdikleri gibi, imansızların cehenneme girmeleri de yanan elbise parçası gibidir. (Erenler Bahçesinden, s. 125, ist. 1960) İmansız bu manzara ve ibretli olay karşısında hemen iman etti.
Şeyh Ali Semerkandî'nin ateşte yanmadığını gören kimseler, O'nun büyüklüğünü takdir eden kişiler. O'nun yanında olup ondan müstefid olmuşlardır. Her bakımdan Çamlıdere'ye ilim irfan ağacını diken Ali Semerkandî Çamlıdere'de ve pek çok ülkelerde unutulması mümkün olmayan simalar seviyesinde kalmaya devam etmiştir.
Moğol katliamı yanında Müslümanları; haçlı akınları ve Batıniler’de katlediyorlardı. Türk- Müslümanlar, bu üç tehlike içinde sürekli daha emin yerler arıyorlardı. Batıniler haşhaş kullanarak cinayetler işliyor,önemli devlet adamlarına ve alimlere eziyet veriyorlar veya öldürüyorlardı.
Semerkant tan Anadolu’ya geçmekte iken Şeyh Aliyyüs Semerkandi Hazretlerine Batıniler tarafından eziyet edilmiş olabilir.
Türlü eziyetler yaptığı bilinen bu şuursuz insanlar kendini sıcak fırına koyup bir eziyet yapmış olabilirler.
Bu olayın Anadolu’da vuku bulması mümkün değildir.
Heleki Çamlıdere ve çevresinde bulunan Türk asıllı Müslüman köylerden böyle bir hareket tarzı beklenemez.
Şeyh Aliyyüs Semerkandi Hazretleri Çamlıdere ve çevre köylerini saraylara,
zenginlere ve vezirliklere değişmemiştir.
Kaynak:Hüseyin AŞIK - Hüseyin KOCAKUŞAK-Ali KOCAKUŞAK
YÜKSEK BİR HAYA ÖRNEĞİ
HAFIZ ZİYA TIĞLIOĞLU
Doğumu ve Eğitimi
Hafız Ziya Tığlıoğlu, 1909 yılında Çamlıdere İlçesindedünyaya geldi. Dini hizmet mesleği ile ilgili eğitiminiHafız Halil Okur’dan aldı. Hafız Halil Okur’da hıfzınıbitirdi. Talim ve tecvit bilgilerini de Hafız HalilOkur’dan aldı. Oğlu Fahri Tığlıoğlu’nun ifadesi ile Çamlıdere’den dışarı çıkmadı. Resmi eğitimi ilkokul seviyesinde kaldı.
Resmi Görevleri
Hafız Ziya Tığlıoğlu, Hocası Halil Okur Hoca Efendi’ye büyük saygı duydu.1950 yılına kadar Çamlıdere Merkez Camii’nde Halil Okur’un müezzinliğiniyaptı. Hafız Halil Okur, hem belediye başkanı hem de Çamlıdere Merkez Camii’ninimam- hatibi idi. 1950 yılında iki görevden birini tercih etmesi gerektiğinden,belediye başkanlığını seçti. Bu nedenle Hafız Ziya Tığlıoğlu ısrarla istememesinerağmen Çamlıdere Merkez Camii imam-hatipliğine atandı. İmam-hatipliğeatanmasına karşı çıkması, hocası Hafız Halil Okur’a olan saygısından ilerigeliyordu. “Ben Hocam Halil Efendi varken imamlık yapamam. Ben onunönüne geçip de namaz kıldıramam” diyordu. Sonunda hocası Halil Okur’un ısrarıüzerine imam-hatiplik görevini kabul etti. Emekli oluncaya kadar ÇamlıdereMerkez Camii İmam-Hatipliğini sürdürdü. Türkiye’de dini eğitimin yaygınlaştığıyıllarda, resmi kadrolu Kur’an öğreticisi de oldu. Hem imam hatiplik, hem deKur’an öğreticiliği görevlerini birlikte yürütüyordu.
Kur’an’ı Kerim’e Hizmetleri ve Öğrencileri
Hafız Ziya Tığlıoğlu, Çamlıdere’nin içinden ve dışından, erkek-kadın çoköğrenci yetiştirdi. Çok kimseyi hafız yaptı. Hafız Rıza Çöllüoğlu ilk öğrencilerindendi.Rıza Çöllüoğlu, Ziya Tığlıoğlu hakkında şu bilgileri veriyor:- Ziya Tığlıoğlu, Çamlıdere’de doğdu, orada büyüdü ve okudu. Hepsi bu.O, eşi az bulunan bir insandı. Çamlıdere’de ondan Kur’an okumayan pekazdı. Kadın-erkek kim gelirse hem evinde, hem de camide okuturdu. Çamlıdereyoksul bir yerdi. Geçinmesi için vakarını hiçbir zaman zedelemedi.Benim mesleki hayatımın ilk temel taşı Ziya Tığlıoğlu hocamdır. Hayatımboyunca ona büyük saygı duydum. Minnet borcumu ödemeye çalıştım, ondanda büyük sevgi gördüm.Oğlu Fahri Tığlıoğlu’da babası hakkında şunları anlatıyor:
-Babam iyi bir hafızdı. Babamın Kur’an’dan başka derdi yoktu. İşi-gücüKur’an okumaktı. 1946-1950 arası yüzlerce hafız yetiştirmiştir. Hoca HalilOkur, öğrenci okutma işini bırakınca, öğrencilerini babama göndermişti.“Ziya okutacak sizi” demişti. Çamlıdere’de erkek-kadın, babamdanKur’an’ı Kerim okumayan yoktur. Ölünceye kadar da okutmaya devam etti.Sadece Çamlıdere’den değil, Ankara’nın çok çeşitli ilçelerinden de öğrencilerivardı. Bir ara öğrenci okutmada sıkıntılı günler geçirdi. Karakoldan çağırdılar. Karakol komutanı “Öğrenci okutmayacaksın!” diye baskıyaptı. Babamı sürekli karakola çağırıp, “Öğrenci okutmayacaksın!” diyesıkıştırıyorlardı. Bu baskılar artınca, “baba istersen biraz okutma, yoksa seni hapsedecekler” dedik. O, “siz benim işime karışmayın” diyerek, öğrencilerini okutmaya devam etti. Bu baskıların çok şiddetlendiği günlerdebazı önlemler aldı. Çamlıdere dışından gelen öğrencilerine, “Siz akşam olunca evinize gitmeyin, kitaplarınızı giysilerinizin altına saklayın ve bizimeve gelin. Ancak Çamlıdere’li olanlar okumaya gelmesin” dedi. Babam bu koşullar altında Kur’an’a yıllarca, hatta ölünceye kadar hizmetetti.
Çamlıdere dışından gelen ve Ziya Tığlıoğlu’nda hafızlık yapan öğrenciler,zor koşullar altında hayatlarını sürdürüyorlardı. Kimi Çamlıdereli bir aileye sığınıyor,kimi kiraladığı evde kalıyor, kimi de cami köşelerinde, soğuk kış şartlarındabarınmaya çalışıyorlardı. Bu öğrencileri barındıran aileler için, Mehmet Mandalşunları söylüyor:- Çamlıdere’nin hanımları çok dindardı. Her ev en az 2-3 çocuğa bakıyordu.Onlardan para almazlardı. Çocukların anaları-babaları ziyarete gelirken bir şeyler getirirlerse, sadece onları alıyorlardı.Ziya Hoca öğrencilerini sabah erken saatlerde ya da akşam hava karardıktansonra evinde okuturdu. Yeni evli olduğu günlerde, bu durumdan biraz sıkılır gibi olmuştu. Bu durumu hisseden eşi Hatice Hanım “Hoca,eğer sen bu çocuklara bir şey söylersen, sana kadınlık hakkımı helal etmem” dedi ve Ziya Hoca’nın evinde öğrenci okutmasının bütün sıkıntılarına katlanacağını ifade etti. Hafız Ziya Tığlıoğlu, ömrü boyunca Kur’an’la yattı, Kur’an’la yaşadı. İleriyaşlarında dahi Kur’an’ı Kerim ezberini diri tutmak için çabaladı. Oğlu FahrettinTığlıoğlu anlatıyor :- Babam bir gün namazdan eve gelmişti. Onu kendi halinde bir uğraşı içinde gördüm. “Baba ne yapıyorsun” dedim. “Kur’an okuyorum” dedi.“Baba sen bu yaşında çalışırsan, benim halim ne olacak?” dedim. “Oğlum, eğer ben Kur’an’ın bir satırını unutursam, 40 günde ezberleyemem”dedi. Halbuki o, Kur’an’ı Kerim’in her sayfasını “FATİHA SURESİ”gibi okuyacak durumda idi. Ona hem babam olduğu için ve hem de buKur’an aşkı ve hizmeti nedeniyle büyük sevgim ve saygım vardı. Beni hafızyaptı, yüksek okul dahil okuttu. Ben bu gün ekmek yiyorsam, ondan okuduğumhafızlığım nedeniyle yiyorum. Diğer öğrenimler bir diplomadan ibaret.
Evliliği, Çocukları ve Avcılığı
Hafız Ziya Tığlıoğlu, Çamlıdere’de imamlık yapan Hasan Efendi’nin kızı Hatice Hanımla evlendi. Bu evlilikten Muhsin, Fahri ve Muharrem isimli oğullarıdünyaya geldi. Muhsin, 1971’de vefat etti. Muharrem, Çamlıdere’de imam-hatiplikyaptıktan sonra emekli oldu. Fahri ise hafızlık yaptıktan sonra, imam-hatiplisesini ve yüksek İslam enstitüsünü bitirdi. Ankara’da çeşitli liselerde din kültürüve ahlak bilgisi dersi öğretmenliği yaptı. 1981 yılında emekli oldu.Hafız Ziya Tığlıoğlu’nun ilk eşi Hatice Hanım genç denecek yaºta (40 yaşında)vefat etti. Ziya Hoca ikinci evliliğini yaptı. İkinci hanımı ile 36 sene birlikteyaşadılar. Onun da vefatı üzerine üçüncü evliliğini yaptı. Her üç hanımı ilede mutlu seneler yaşadı.Hafız Ziya Tığlıoğlu iyi bir avcı idi. Oğlu Fahri Tığlıoğlu anlatıyor:- Babam, av meraklısı idi. Bazı günler öğrencilerini benim okutmamı söyler,ava giderdi. “Ben gelmezsem ezanı da okuyacaksın” derdi. Avlanma için gittiği günlerde, dedemin atına biner, heybesini alır ava giderdi. Bazıgünler bir saat sonra dönerdi. İyi bir avcı idi. Hemen her gün birkaç avhayvanı vurmuş olarak eve dönerdi.”
Vefatı ve Defni
Hafız Ziya Tığlıoğlu, sabah namazlarını vaktinde kılardı. Oğlu Fahri Tığlıoğlu’nunhanımına “Kızım, ben kendimi bildim bileli sabah namazını güneş doğduktan sonra kılmadım” demiş. Öldüğü gün sabah namazına kalkamamış.Eşi sabah namazı ezanı okunurken, Ziya Hoca’nın namaza kalkmadığını görünce,yatağının başına varmış. “Hoca Efendi, sabah oldu kalk” demiş. Hafız ZiyaTığlıoğlu uyanmış ve bir Kelime-i şehadetten sonra son nefesini vermiş. (Vefattarihi 10.09.1998) Böylece 89 yıllık hayatı sona ermiş.Vefat günü Çamlıdere içinden ve çevre köylerden toplanan kalabalık bircemaatin katılımı ile Çamlıdere Merkez Camii’nde cenaze namazı kılındıktan sonra,cenazesi Çamlıdere mezarlığında defnedildi. Ruhu aydınlık olsun. Kabri ömürboyu hizmet ettiği Kur’an’ın nuru ile aydınlansın.
Hafız Ziya Tığlıoğlu hakkında bir süre Çamlıdere Müftülüğü de yapmış olan halen Gerede İlçe Müftüsü Kemal Cengiz, şu bilgileri veriyor:
Ziya Tığlıoğlu ile sağlığında Çamlıdere Müftülüğüm süresince beraberolduk. Ben Çamlıdere Müftüsü iken emekli oldu. Sağlığının elverişli olduğuzamanlarda köylere çeşitli nedenlerle birlikte giderdik. Başta Rıza Çöllüoğluhocamız olmak üzere, çok sayıda meslektaşımızın mesleğe hazırlanmasında,hafız olmasında büyük hizmeti ve emeği olmuştur. Kadın-erkekÇamlıdere halkının pek çoğu Ziya Tığlıoğlu’ndan Kur’an’ı Kerim okumayıöğrenmiş ve dini bilgiler almıştır. Çamlıdere esnafından bazılarınınKur’an’ı Kerim’i pek çok dini hizmetteki meslektaşlarımızdan daha güzelokuduklarını gördüm ve bu eğitimi kimden aldıklarını sordum. Aldığım cevaphep, “Ziya Tığlıoğlu” ismi oldu. Ziya Tığlıoğlu Hocaefendi talebelerlekendi çocukları gibi ilgilenir ve onlara ders verirdi. Onun Kur’an’ı Kerim’ebüyük hizmeti olmuştur. Bu hizmette ilk hanımının da büyük desteğiolmuştur. Rahmetli hanımı, Ziya Tığlıoğlu hocaya öğrencileri üzmeden,her sıkıntıya göğüs gererek okutması konusunda telkinlerde bulunmuştur.Yüce Allah her ikisinin de ruhlarını esenlik içinde bıraksın, KabirleriKur’an’ı Kerim’in nuru ile aydınlansın.
Hafız Mustafa Sabri Mülkoğlu, Çamlıdere halkının ve özellikle hafızlık hocası Ziya Tığlıoğlu’nun hanımının Kur’an’ı Kerim öğretimine verdikleri desteği ve Çamlıdere’de hafızlık yapan öğrencilere karşı duydukları sevgiyi şöyle anlatıyor;
-Ben Hafızlığımı Çamlıdere’de Hafız Ziya Tığlıoğlu Hoca’da bitirdim.Hıfzımı bitirmek için Çamlıdere’ye gittiğimde 9-10 yaşlarında bir çocuktum.1940-1950 yılları arasında gerek Çamlıdere halkı ve gerekse HafızHalil Okur ve Hafız Ziya Tığlıoğlu hocalarımız bizim gibi Kur’an’ı Kerimöğrencileri için bugün düºünülmesi dahi mümkün olmayan bir özveri gösterdiler.O zamanlar, hocalar için Kur’an’ı Kerim okutmak hem yasaktı,hem de inanılmaz baskılar görüyorlardı. Onca yasağa ve baskıya rağmenismini verdiğim merhum hocalar ve Çamlıdere halkı o yıllarda Kur’an öğretimininkesintisiz devamını sağladılar. Ben Çamlıdere’de “Süslü Ahmet”denilen kişinin evinde uzun süre (3-4 yıl) kaldım. Kısa süreli de olsa Hasan,Akif ve Mehmet isimli başka Kur’an’ı Kerim öğrencileri de değişik zamanlarda benimle birlikte aynı evde kaldılar. Evin hanımı Hatice Nine,çok saygıdeğer bir kadındı. Beni çok sevmişti. Hafızlığımı bitirip köyümedönerken, ayrıldığımda öyle bir ağladı ki, bir öz anne kendi çocuğuna bu kadar ağlar mı bilemem. Beni leğenin içine oturtur, yıkardı. Karşılığında maddi bir beklentisi yoktu. Köyden bir şeyler gelirdi ama en fazla ne gelirdiki? Ben Çamlıderelileri onun için çok taktir ederim. Bu sadece benim kanaatim değil, Çamlıdere’de Kur’an eğitimi yapan her öğrencinin ortak kanaatidir.
1940-1950 yılları arasında Kur’an okumak ve okutmak yasak olmasınarağmen hafız olma isteği oldukça yoğundu. Çamlıdere’ye gelen çevre köyçocuklarını Çamlıdere halkı evlerine alır, bakar ve okumalarını sağlardı.Yapılan baskılar nedeniyle bizi Çamlıdere’de bir iki kez dağıttılar. “Öğretmengeliyor.” denildiği zaman biz camiden çil yavrusu gibi kaçardık. Rahmetli Ziya Tığlıoğlu Hoca, bizleri gizlice evine alarak okutmaya başladı.Akşam hava karardıktan sonra veya sabah namazından sonra erken okuturdu.Kış aylarında çamurlu ayaklarımızla Ziya Hocanın evine girerdik.Yüce Allah rahmetini bol eylesin, Ziya Hocamın ilk hanımı öyle bir kadındıki, bir günden bir güne bizim evini kirlettiğimizden şikayetçi olmazdı.Tersine aramızdan birisi ders vermeye gelmez ise, hemen Ziya Hocaefendi’ye“şu hafız hasta mı, neden dersini vermeye gelmedi?” diye sorar,Hocamız kadar bir dikkat ve titizlikle öğrencileri takip ederdi. Eğer söylemek uygunsa, veli derecesinde bir kadındı, melek gibi bir kadındı.
Makamı cennet olsun.
Kaynak:ESYAV
HAFIZ HACI OSMAN TAŞKAN
1934 yılında (nüfusa 1936 olarak yazılmış) Ankaranın Çamlıdere ilçesininin Körler Mahllesinde dünyaya geldim. 4 kardeşiz. Bunlar İbrahim, Mehmet ve kız kardeşim Haticedir.
2002 yılın da Eşim Akız, Kardeşim Mehmet TAŞKAN ile birlikte Hac farizasını yerine getirdim.
Allah (cc) kabrini Kur'anın nuru ile aydınlatsın. Makamı Cennet olsun.
19.06.2011 tarihinde yapılan söyleşiden derlenmiştir.
Kazım Atalık
Hafız Rıza ÇÖLLÜOĞLU Hocaefendinin Sesinden
|
HACI HAFIZ HASAN AKKUŞ
Hacı Hafız Hasan Akkuş, geçmiş dönemlerde YABANABAD olarak isimlendirilen Kızılcahamam-Çamlıdere yöresinin yetiştirdiği en büyük Kur’an okuma üstadıdır.
Doğumu, Eğitimi, Askerliği, Evliliği, ilk Görevleri
Hacı Hafız Hasan Akkuş, geçmiş dönemlerde YABANABAD olarak isimlendirilen Kızılcahamam-Çamlıdereyöresinin yetiştirdiği en büyük Kur’an okuma üstadıdır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş, 1885 yılında Kızılcahamam İlçesinin Beşkonak (eski adı: Gürcü) köyünde dünyaya geldi. Baba adı; Osman, ana adı; Kezban’dır. Babası Osman Efendi genç yaşında İstanbul’a çalışmak üzere gitmiş, 1889 yılında bir köy heybesine koyarak henüz 4 yaşındaki oğlu Hasan’ı da İstanbul’a götürmüştür.
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un öğrencilerinden Hafız Ali Osman Atakul, Akkuş’un babası Hacı Osman Efendi hakkında şu bilgeleri veriyor:
- Hafız Hasan Akkuş hocamın babası Osman Efendi, 85 yaşında rahmetli oldu. Ben bir süre hocamın evinde kaldım. O sırada Hacı Osman Efendi yarı felçli idi. Kolundan tutar camiye götürürdüm. Ona “Hacıbaba” derlerdi. Hacı Osman Efendi Eminönü Arpacılar Camii’nde müezzinlik yapmış. Köyünde ken yörenin ünlü güreşçilerindenmiş.
Oğlu Hasan’ı 3-4 yaşındayken atın heybesinin bir gözüne koyarak Ankara’ya kadar getirmiş. Hocam Hafız Hasan Akkuş “ben atın heybesinde Ankara’ya kadar geldiğimi, oradan da İstanbul’a trenle gittiğimi hatırlıyorum” derdi. Bizim hafızlık cemiyetimizin yapılacağı gün hocamızın babası vefat etti. Cenaze işlerinin bir kısmını bir öğrencisine havale ederek, Akkuş Hocamız hafızlık cemiyetinde buna rağmen bulundu, ağladı, cemaati ve bizleri de ağlattı. Hafızlık cemiyetimize katılanlar ile birlikte topluca gittik, Akkuş Hocamız babasının cenaze namazını kıldırdı. Biz de peşinde kıldık.
Hasan Akkuş hocanın annesi Kezban hanım muhtemelen köyünde vefat etmiş ve oraya defnedilmiştir.
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un gençlik yılları İstanbul Sirkeci semtinde geçmiştir. İlk dini bilgileri babasından almıştır. İlk öğrenimini Hamidiye Mektebinde tamamlamıştır. Daha sonra hıfza başlamıştır. Hıfz hocası Eyüp semtindeki Kızıl Mescid İmam-Hatibi Hafız Hüsnü Efendi’dir.
Hafız Hasan Akkuş, daha sonra Ayasofya Merkez Rüştiyesi’ne (ortaokul) girmiş, 1912 yılında rüştiyeden mezun olmuştur. Daha sonra Darü’l Hilafeti’l Aliyye medreselerinden Ayasofya Medresesi’ne girmiştir. Medresede öğrenci iken fiilen dini hizmet mesleğini uygulamaya başlamış, 1913 yılında Çemberlitaş Dizdariye Camii müezzinliğine atanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya ve müttefiklerinin yanında 1.Dünya savaşı’na katılması üzerine medrese öğrencisi ve Dizdariye Camii müezzini Hafız Hasan Akkuş, 1915 yılında kısa bir eğitimden sonra silah altına alınmış ve Yemen Cephesine gönderilmiştir. 1. Fırkaya bağlı İstihkam Bölüğü yedek subay vekili olarak görevlendirilmiş ve burada savaşın bütün acılarını yaşamıştır. Sonunda İngilizlere esir düşmüştür.
Tutsaklık döneminin tüm sıkıntılarını çekerken, tutsaklıktan kurtulduğu taktirde kendisini Kur’an hizmetine adayacağına dair Yüce Allah’a söz vermiştir. 1918 yılında 1. Dünya Savaşı’nın sona ermesi üzerine tutsaklıktan kurtulmuş, İstanbul’a dönerek Dizdariye Camii müezzinliği görevine yeniden başlamıştır. Ancak, medrese eğitimini tamamlayamamıştır.
Hasan Akkuş 1940 yılında 2. Dünya Savaşı nedeniyle ikinci kez silah altına alınmış ve Doğu Cephesi’ne gönderilmiştir. Bu cephede bir yıl kadar yedek subay olarak görev yaptıktan sonra terhis olup, İstanbuldaki görevlerine geri dönmüştür.
Hasan Akkuş Kur’an’a hizmet sözünü yerine getirmek için öncelikle bu alandaki eğitimini tamamlamak istemiş ve Tabak Yusuf Camii imam-hatibi Reisü’l Kurra (Kur’an Okuyucuları Başkanı) Hacı Hasan Efendi’ye öğrenci olmuştur. Bu zattan “SEB’A” ve “AŞERE” seviyesinde Kur’an okuma ilmi almıştır. Bu arada spor ile de ilgilenmiştir. Fatih Spor Kulübü onun sık sık uğradığı yerlerden olmuştur.
Hafız Hasan Akkuş, 1923 yılında Galata Arap Camii imam-hatipliğine atanmıştır. 1926 yılında Nuruosmaniye Camii hatibi ve ikinci imamı olmuştur. Bu dönemde Seher Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Hayrunnas, Hayrunnisa ve Osman isimli çocukları dünyaya gelmiştir.
Bu resmi bize göndererek sizlerle buluşmasına vesile olan Hüseyin Yılmaz Gemici'ye teşekkür ederiz.
Kur’an Eğitimi Hizmetlerine Başlaması
Türk toplumu 1923 yılından itibaren cumhuriyet idaresi ile yönetilmeye başlamıştır. 1923-1949 yılları arasında din eğitimine baktığımızda, çok geri, kuru ve olumsuz uygulamalarla karşılaşmaktayız.
Halbuki, dini öğrenme ve öğretme faaliyeti her dindar insan için vazgeçilmez bir görevdir. Bu konuda, cumhuriyetin kurucusu Atatürk: “Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz müsabiyiz (eşitiz) ve dinimizin ahkamını (hükümlerini) mütesaviyen (eşit olarak) öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir.” demiş olmasına rağmen, 1923-1949 yılları arasında Kur’an kursları dışında (1924-1932 yılları arasında kısmen ve yetersiz şekilde imam-hatip okulları eğitim ve öğretime devam etmiş ise de) bir din eğitim ve öğretim hizmeti kalmamıştır.
O yıllar diyanet hizmetleri ve din eğitimi açısından çok sıkıntılı yıllar ve günler olmuştur. Menemen olayı ve başka olaylar bahane edilerek birçok din bilgini kovuşturmaya uğramış ve çok sıkıntılı günler yaşanmıştır. Hafız Hasan Akkuş, bu çok sıkıntılı koşullar altında dahi İngilizlere tutsak olduğu günlerde Yüce Allah’a verdiği sözü unutmamıştır.
Bu sözün gereği olarak herhangi bir resmi görev ve ücret karşılığı olmaksızın, hatta resmi makamların da bilgisi ve izni dışında Nuruosmaniye Camii kayyımhanesinde Kur’an öğretimi çalışmalarını başlatmıştır. Hafız Hasan Akkuş, bu koşullar altında Kur’an öğrenimini devam ettirirken zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi hastalanmış ve tedavi için İstanbul Cerrahpaşa Hastanesi’ne yatırılmıştır.
Menemen hadisesi bahane edilerek din adamları arasında yapılan yersiz tutuklamalara, din eğitiminin yok denecek düzeye indirilmesine karşı gerekli tavrı koymadığı düşüncesi ile İstanbul din görevlileri Rıfat Börekçi Hoca’ya kırgındırlar.
Bu nedenle İstanbul hocaları Rıfat Börekçi Hoca’yı hastanede ziyaret etmemişlerdir. Sadece Hafız Hasan Akkuş arkadaşı ve dostu Ayasofya Camii imam-hatibi Hafız İdris Okur’u yanına alarak Rıfat Börekçi Hoca’yı hastanede ziyaret etmişlerdir. Hastalağı iyileştikten sonra hastaneden çıkan Rıfat Börekçi Hoca, nekahat dönemini Hasan Akkuş’un Nuruosmaniye Camii lojmanında geçirmiştir, onun değerli konuğu olmuştur.
Bir gün Hasan Akkuş, Nuruosmaniye Camii kayyımhanesinde öğrencilerinin derslerini dinlerken Rıfat Börekçi Hoca ansızın Nuruosmaniye Camii kayyımhanesine girivermiştir. Hasan Akkuş’un telaşla ayağa kalkalarak Hoca’nın eline sarıldığını gören öğrenciler baskına uğradığını sanarak dışarı kaçmak isterler.
Hasan Akkuş talebelerini teskin ederek yerlerine oturtur ve Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’ye dönerek: “Bak Efendi Hazretleri! Allah’tan korkuyoruz, bu çocukları okutuyoruz. Sizden korkuyoruz, kaçacak yer arıyoruz. Allah rızası için buna bir çare bulun…” der. Bunun üzerine Rıfat Börekçi Hoca da Ankara söyleyişi ile “Hassen Efendi! Ben bir Engürü’ye varayım. Bizim Kemal ile (Atatürk) bir görüşeyim.” der ve Nuruosmaniye Kayyımhanesindeki Kur’an öğretimini bir süre izler.
Ankara’ya döndüğünde bu sözünü unutmaz. Hafız Hasan Akkuş’un İstanbul ikinci hafız öğreticiliğine atanmasını sağlar. Hacı Hafız Hasan Akkuş’un gizli Kur’an öğretimi çalışmaları böylece sona ermiş, 28.10.1934 tarihinden itibaren Nuruosmaniye Kayyımhanesinde de olsa resmi hafız muallimi olmuştur.
1936 yılında Nuruosmaniye Camii Baş İmam- Hatipliğine de atanan Hafız Hasan Akkuş, 1926-1940 yılları arasında tam 16 yıl süre ile Kur’an öğretimini Nuruosmaniye Kayyımhanesinde sürdürmüştür. Öğrencilerini çok ilkel şartlar içerisinde caminin mahfel kısımlarında barındırmıştır.
Kur’an Öğretim Hizmetlerine Yeni İmkanlar Kazandırması
1924 yılında “TEVHİD-İ TEDRİSAT KANUNU” çıkarılmış, din eğitim ve öğretimi tamamı ile Milli Eğitim Bakanlığı’nın tekeline alınmıştır. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yönetimindeki tek “din öğretim kurumu” Kur’an kurslarıdır. Bu kurslar da Milli Eğitim Bakanı Vasıf Çınar tarafından aynı kanun gereğince Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan alınmak istenmiş ise de zamanın Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi bu kursların birer ihtisas okulu olarak Diyanet İşleri Başkanlığı yönetiminde kalmasını (ve hatta sayılarını artırmayı) başarmıştır.
1924-1949 yılları arasında din eğitim ve öğretiminin çok geri, kuru ve yetersiz hale gelmesi, halkın ve dindar çevrelerin harekete geçmesine neden oldu.Ülkenin çeşitli yerlerinde köylere kadar uzanan gizli din eğitimi dönemi başladı. Jandarma’nın ve ilköğretim müfettişlerinin çeşitli baskılarına karşın, çok zor şartlar altında, tıpkı Hafız Hasan Akkuş benzeri sorumluluk duyguları ile hareket eden bir takım kimseler bu eğitimi sürdürdüler.
Buralarda ilk eğitimlerini alan Anadolu çocukları, eğitimini sürdürmek için İstanbul’a gittiler. İstanbul’da sığınacak yer ve öğretimlerini ilerletecek yetkili öğretmen aradılar. Hafız Hasan Akkuş, bu yoksul Anadolu çocuklarını şefkat kanatları altına alanların başında gelir. Bunlar arasında; Gönenli Mehmet Efendi, Hacı Fahri Kiğılı, Ermenekli Saffet Efendi, Süleyman Hilmi Tunahan vb. de zikretmeliyiz. Yüce Allah, hepsine geniş rahmetini esirgemesin.
Hafız Hasan Akkuş, 1926-1940 yılları arasında Kur’an öğretimini Nuruosmaniye Camii Kayyımhanesinde sürdürmüştü. Taşradan gelen öğrencilerini cami mahfellerinde barındırmıştı.
Ancak artan öğrenci sayısı karşısında artık bu imkanlarla eğitim ve öğretimin devam edemeyeceğini görüyordu. Özel bir dershanesinin, öğrencilerini barındırabileceği bir yurdun olması gerekiyordu. Bu amaçla harekete geçti. Nuruosmaniye Camii külliyesinde bulunan mütevelli odası ile 12 odalı medrese bu hizmetler için en uygun yerlerdi. Mütevelli odası Vakıflar İdaresinin deposu olarak kullanılıyordu.
Medrese, içinde oturulamayacak kadar yıpranmıştı. İşe mütevelli odasından başladı. Buranın dershane olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce Kur’an kursuna verilmesini istedi. Fakat, vakıflar yönetiminin ters tepkisi ile karşılaştı. Uzun bir mücadele başlattı.
Başta zamanın Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Ahmet Hamdi Akseki ve İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen olmak üzere çeşitli özel ve resmi kişilerden destek aldı. Beş yıl süren uzun bir uğraştan sonra, Nuruosmaniye Camiinin mütevelli odası 1945 yılında Hafız Hasan Akkuş’un şahsına beş lira aylıkla kiralandı.
HASAN AKKUŞ DERSHANESİ böylece Kur’an hizmetine başlamış oldu.Hafız Hasan Akkuş, Nuruosmaniye Külliyesi’nin 12 odalı medrese bölümünün, öğrencilerine yurt olarak verilmesi için 1946-1950 yılları arasında tam beş yıl mücadelesini sürdürdü.
Tamamen yıkılmış, yıpranmış ve bakımsız halde bulunan bu medreseyi de kendi adına yıllık 48 lira karşılığında kiralamayı başardı.
Medresenin onarım işlerini yakın dostu Eskişehirli Hacı Süleyman Çakır’a yaptırdı. O günün parası ile Hacı Süleyman Çakır, bu bakımsız ve yıpranmış haldeki medresesinin tamirine 25.000.- lira harcamıştır. Yüce Allah hayrını kabul eylesin, kabrini Kur’an’ın nuru ile aydınlatsın. Böylece, Hasan Akkuş 1940-1950 döneminde yurdumuzda ilk yatılı Kur’an kursu modelini gerçekleştirmiştir.
Bir taraftan Nuruosmaniye Camiindeki imamet ve hitabet görevini yürütürken, diğer taraftan başarılı bir organize ile Kur’an eğitim ve öğretim hizmetinin de yolunu açmıştır.
Hafız Hasan Akkuş, Kur’an’ı Kerim eğitim ve öğretimi hizmetinde, kendine has eda, sada ve Kur’an’ı Kerim okuyuşu ile İstanbul hafızları arasında ön sıraya çıkanlardan biri, belki de birincisi idi. Hasan Akkuş ülkemizin en ünlü Kur’an okuyucuları arasında anılır olmuştu. Onsuz yapılan dini toplantılar tatsızdı. O birçok dini toplantının vazgeçilmez davetlisi idi. Bu maksatla sık sık ülkenin çeşitli yerlerindeki dini toplantılara çağırılııyordu.
Anadolu ve Rumelinin çeşitli il ve ilçelerinden İstanbul’a gelenler Onun arkasında bir sabah namazı kılmaktan büyük zevk alırlardı. Özellikle ticari amaçlarla gelenler Sirkeci ve Mahmutpaşa semtlerindeki otellerde gecelerler, yatsı ve sabah namazlarında Hafız Hasan Akkuş’un arkasında namaz kılmayı, Onun namaz içindeki ve dışındaki Kur’an okuyuşlarını dinlemeyi kaçırılması mümkün olmayan fırsatlar sayarlardı.
Hafız Hasan Akkuş, böylece İstanbul içinde ve dışında Müslüman halkımız arasında büyük bir ün kazanmış, çoğu zengin ve şöhretli kişilerin dostluklarına muhatap olmuştur. Onun dilekleri bu kişiler yanında yerine getirilmesi gerekli emir sayılmıştır.
1950-1960 dönemi Hafız Hasan Akkuş’un en verimli hizmet yıllarıdır. Bu dönemde öğrencilerinin sayısı yıldan yıla artarak devam etmiştir. Gene bu dönemde ülke çapında şöhretini artıran, ancak siyasi bir sıkıntı ve krize sebep olan KORE MEVLİD’İ vesilesi ile davetli olarak katıldığı mevlidin duasını yaparken, heyecanla söylediği “Allah bu Rus milletini kahr-ü perişan etsin.” sözleri ile dilden dile dolaşır olmuştur. Duadaki bu sözler yüzünden zamanın Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki çok sıkıntılar yaşamıştır.
(Buraya kadar olan kısımların hazırlanmasında Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi Recep Akakuş’un Diyanet İlmi Dergisi C.3, S.24, S.75-76-77, Yıl 1988’de yayımlanan makalesinden yararlanılmıştır.)
Hafız Hasan Akkuş, bu dönemde birkaç kez hacca gitmiştir. 1953 yılında hizmet dışı kalacak kadar ağır bir felç hastalığı geçirmiştir. Bu hastalık öğrencisiMehmet Mandal’ın anlattığına göre; “iç gömleğini Mekke’ye gönderip zemzem ile yıkatarak Kabe duvarlarına sürdürüldükten sonra getirilip giymesi ile”, bir başka öğrencisi Maltepe Camii müezzin kayyımlığından emekli Yakup Dinç’in anlattığına göre; “bizzat kendisinin doktor tavsiyesine uygun olarak hocasına 7 gün süre ile yaptırdığı masajlar sonunda şifaya kavuşmuştur.”
Kur’an Eğitim ve Öğretiminin Sona Ermesi, Vefatı, Cenaze Namazı ve Defni
27 Mayıs 1960 Askeri darbesinden sonra imamet hizmeti ile Kur’an öğretim hizmetinin aynı kişi tarafından yürütülmesi uygulamasına son verildi. Bu nedenle, Hacı Hafız Hasan Akkuş imamlık ve hatiplik hizmetini tercih ederek Kur’an öğreticiliği görevini 18.07.1960 tarihinde sona erdirdi.
Böylece 34 yıllık Kur’an öğretim hizmeti son buldu. Yaşı da hayli ilerlemişti. Daha uzun süre Kur’an öğretimi hizmetini yürütemeyecekti. Her gün yüzlerce öğrenci ile uğraşmak çok yorucuydu. Buna rağmen imam-hatiplik görevini bırakmamıştır. Bir on yıl daha bu görevini sürdürdü.
Ömrünün 75. yılında 30.08.1970 tarihinde kendi isteği ile emekliye ayrıldı. 1913 yılında Çemberlitaş Dizdariye Camii müezzini olarak başladığı dini hizmetlerini 1970 yılında 57 yıl sonra Nuruosmaniye Camii Baş İmam-Hatibi olarak bitirdi.Hacı Hafız Hasan Akkuş hocanın başlattığı Kur’an öğretim faaliyeti kendisinden sonra da devam etmiştir.
Bu kurs halen verimli bir şekilde onun öğrencileri veya öğrencilerinin öğrencileri tarafından devam ettirilmektedir. Hacı Hafız Hasan Akkuş’tan sonra Nuruosmaniye Camii İmam-Hatipliğine atanan Recep Akakuş (daha sonra Eminönü İlçe Müftülüğüne atanmış) bu görevleri sırasında Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nun daha modern maddi imkanlara kavuşturulması için ciddi çabalar harcamış, bu kursun tanıtımı ve gelişimi için büyük emek sarfetmiştir. Bu nedenle, Nuruosmaniye Kur’an Kursu’nu tanıyan, seven ve destekleyenler “ Hasan Akkuş kurdu, Recep Akakuş korudu” demektedirler.
Hacı Hafız Hasan Akkuş hoca, 08 Ocak 1972 tarihinde 87 yaşında Yüce Yaradanına kavuştu. Cenazesi Nuruosmaniye Camiine getirildi. Cenaze namazı dostu ve arkadaşı Bayezit Camii Baş İmam-Hatibi Hacı Hafız Abdurrahman GÜRSES tarafından kıldırıldı. Cenazeye geniş bir katılım oldu. Namazdan sonra öğrencilerinin ve dostlarının omuzlarında taşınarak, Levent Zincirlikuyu aile mezarlığında defni yapıldı. Kabri kıyamet gününe kadar Kur’an’ın nuru ile aydınlansın.
Fiziki Görünümü ve Kişiliği
Hafız Hasan Akkuş fiziki görünümü itibariyle orta boylu, beyaz çehreli ve pehlivan yapılıdır. Yüzüne güzellik veren beyaz bir sakalı vardı. Şakacı bir mizaca sahipti. Aşırı ciddiyetten hoşlanmazdı. Dostları ile şakalaşmadan edemezdi. “Şak, Şak” lakaplı dostu Mithat KERSE, onun en çok şaka yaptığı dostu idi. Hayalci değildi. Uygulama şansı olmayan fikirlere değer vermezdi. Böyle düşünenleri, savunanları da dinlemezdi. Eli açıktı, yemeyi ve yedirmeyi severdi. Öğrencisi Yenimahalle Hacı Baki Camii emekli imamı Mehmet Mandal anlatıyor:
- Hafız Hasan Akkuş, Ayasofya Camii imam-hatibi İdris Okur ile yakın arkadaş ve dost imişler. Her ikisi de âmâ hafız Halil Efendi’den Kur’an okuma tavrı açısından yararlanmışlar. Mukabele, mevlit ve hatimlerde beraber bulunmuşlar. Aralarında hizmete ve sevgiye dayanan bir arkadaşlık ve dostluk kurulmuştur. Şakacı mizacı gereği Hasan Akkuş birlikte yolda yürürken Hafız İdris Okur’a şaka yapmak için çelme takarmış. Bu çelmelerle sendeleyen İdris Efendi “Hasen Efendi kardeşim yapma!” dermiş. Yüce Allah her ikisine de geniş rahmetini esirgemesin. Hacı Hafız Hasan Akkuş, her seviyeden halkla iyi ilişki içinde olurdu. Nuruosmaniye Camiinin ayyaşları dahi ona sevgi ve saygı duyardı. Onların dahi olur-olmaz isteklerini yerine getirirdi. Öğrencisi emekli Ankara imamlarındanAli Osman Atakul anlatıyor:
-Bir gün Akkuş Hoca Nuruosmaniye semtindeki köfteci Hacı Nuri’nin lokantasında otururken semtin ayyaşları sarhoş olarak lokantanın önünden geçerken Hocayı görmüşler. “Hocam! Güzel sesinle bize bir gazel söylesen” demişler. Akkuş Hoca hemen elini kulağına atmış bir gazel söylemiş. Sarhoşlar gittikten sonra lokantasında oturduğu Köfteci Hacı Nuri, Akkuş Hoca’ya “Hoca Efendi, bu ne hafifliktir. Sana, sarhoşlara gazel söylemek yakışıyor mu?” diye serzenişte bulunmuş. Bunun üzerine Akkuş Hoca, “Hacı Nuri, ne yapalım. Ezelde Yüce Allah insanlara kaderlerinde bölüştürme yaparken hafifliği bana, ağırlığı da Ayasofya Camii İmam-Hatibi Hafız İdris Efendi’ye vermiş.” diyerek karşılık vermiş.
Öğrencisi emekli imam Mehmet Mandal anlatıyor:
- Akkuş Hoca, arkadaşı ve dostu Bayezit Camii İmamı Abdurrahman Gürses ile Bayezit Camiinden çıkmışlar. Sokakta yürürken esnaftan biri Akkuş Hoca’ya “Hocam işimizin yoğunluğundan güzel sesinizle okuduğunuz Kur’an’ı dinlemeye gelemiyoruz. Ne olur şuraya oturup, bir Kur’an okur musunuz.” deyince, Hoca hemen oracıkta bir sandalyeye oturup, kısa birkaç ayet okuyuvermiş. Arkadaşı çok titiz mizaçlı Abdurrahman Gürses bu tutumunu hoş karşılamadığını söyleyince, Akkuş Hoca, “Abdurrahman Efendi kardeşim, bu insanın isteğini geri mi çevirelim?” demiş.
Yine Mehmet Mandal anlatıyor:
- Akkuş Hoca bir Cuma hutbesinden dolayı emniyet tarafından karakola çağrılmış. Cami cemaati korkmuş, fazla ilgilenememişler. Fakat Nuruosmaniye semtinin sarhoşları Akkuş Hoca’nın karakola çağrıldığını duymuşlar, hemen karakola gitmişler ve ilgililer ile görüşerek Akkuş Hoca’yı karakoldan çıkarmışlar.
- Akkuş Hoca’yı (Ankara’dan) ziyarete iki hanım gelmiş. Hanımlardan biri safra kesesi hastalığının olduğunu söylemiş. Hoca, bu hanıma “Hiç merak etme senin göğsünü yarıp, çıkarırız” demiş.
- Akkuş Hoca’nın talebesi Hafız Esad Gerede hasta olmuş. Hastanede yatarken Akkuş Hoca ziyaretine gitmiş. Esad Hoca yatakta kıvranırken, Akkuş
Hoca “Esad, ne kıvranıp, ah-poh edip duruyorsun. Sen gidersen arkandan da bizler geliyoruz.” demiş. Görülüyor ki, Akkuş Hoca kadere razı, her tür halk insanı ile hoş geçimli bir kişiliktir. Akkuş Hoca, hem devlet adamları ile hem de halk ile yakın ilişki kurmayı en üst düzeyde başarmıştır. Dostlarının olanaklarından yararlanarak bir çok öğrencisinin barınma, beslenme ve giyim ihtiyaçlarını karşılamıştır. Nimet Abla, Hacı Süleyman Çakır, Abdurrahman Cansu, Halil Karaca, Hacı Fahri Kiğılı bunlar arasındadır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş, güreşçi bir babanın oğludur. Babası Osman Efendi Kızılcahamam yöresinin namlı bir güreşçisidir. Çevresinde onun sırtını yere getiren kimse yoktur. Akkuş Hoca da pehlivan yapılıdır, güreş meraklısıdır. Bu spora tutku derecesinde ilgi ve sevgisi vardır. Rüştiyede (ortaokul) öğrenim gördüğü sırada Yakup Hoca ismindeki bir güreş antrenöründen özel güreş dersleri almıştır. Öğrencilerinden yetenekli gördüklerini de bu spor türüne yönlendirmiştir. Öğrencisi ve Akkuş Hoca’nın köylüsü Ankara Maltepe Camii emekli müezzini Yakup Dinç anlatıyor:
- Ben, Akkuş Hocamın 20 günlük öğrencisi idim. Hocam, beni bir gün bir taksiye bindirdi, Vefa Bozacısı İsmail Hakkı Vefa’nın, bozacı dükkanına götürdü. Ona dedi ki; “Sana bir somun pehlivanı getirdim. Masrafları bana aittir. Bunu kulübe yaz, güreş sporunda yetiştir.” İsmail Hakkı Bey Fatih Spor Kulübü’nün başkanı idi. Hocanın ricası üzerine beni kulübe öğrenci olarak kaydetti ve bütün masraflarımı da kulüp karşıladı. Ben kısa zamanda güreşte başarılı oldum, seçmelerde birincilik başarısı aldım. Madalyamı hocama götürdüm. Madalyamı görünce çok heyecanlandı. O sırada (1953 yılı) bir felç hali vardı. Madalyamı aldı, yastığının altına koydu. Gelen ziyaretçilerine benim madalyamı gururla ve öğünerek gösteriyordu. Doktorlar felç durumunu atlatması için bir masaj türü önermişlerdi.Masajı oğulları yapmak istiyordu. Hocam, masajı benim yapmamı uygun gördü. Hocama bir hafta masaj yaptım, Allah’ın izni ile şifa buldu, camideki görevine yeniden başladı.Hafız Hasan Akkuş, güzel sese de aşıktı. Gene öğrencisi Mehmet Mandal anlatıyor:
Akkuş Hoca, gençliğinde Tepebaşı Gazinosunda Safiye Ayla, Hafız Burhan ve benzeri ses sanatçılarını dinlemeye gidermiş. Bu durum İstanbul Müftüsü Fehmi Efendi’ye şikayet edilmiş. Müftü Akkuş Hocayı çağırmış, şikayeti anlatmış. Akkuş Hoca, istifa dilekçesini Müftünün önüne koymuş. Müftü Fehmi Efendi dilekçesini geri aldırmış. “Bildiğin gibi hareket et.” demiş.İstanbul’un mevlit okuyucusu Mecit Sesigür vefat edince, Akkuş Hoca “Bugün Mecit Sesigür’ü değil, Mevlit’i gömdük” demiş.
Öğrencileri, Kur’an Öğretim Metodu ve Öğrencileri ile İlişkileri
Hacı Hafız Hasan Akkuş’un öğrencileri çoğunluğu itibari ile Anadolu’nunçeşitli köy ve kasabalarında hafızlığını tamamladıktan sonra Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun okuma tekniklerini (kıraat, eda ve sada eğitimi) ve tecvit öğrenmek için İstanbul’a gelmiş gençlerdi.
Barınma imkanlarının yok denecek kadar az olması nedeniyle öğrenci kabulünde seçici davranırdı. Kendi hemşehrisi olan Kızılcahamam – Çamlıdere yöresi çocuklarına ve sesi güzel olana, gırtlak yapısı Kur’an okumaya yetenekli bulunanlara öncelik tanırdı.
İstanbul’da kalacak yeri olanlar ile İstanbul’da başka yerlerde barınma yerleri olan gençlere de öğrencileri arasında yer verirdi. Bu nedenle zaman içerisinde barınma imkanlarına yatılı medrese imkanlarının katılması ile öğrencilerinin sayısı değişik zamanlarda farklılıklar sergilemiştir. Zaman zaman öğrenci sayısı 15-20, 50-60, 100-200 gibi rakamlara ulaşmıştır. Hacı Hafız Hasan Akkuş hocanın öğrencilerini üç kuşak olarak değerlendirmek mümkündür:
1930-1940 ilk dönem öğrencileridir: Bunlar arasında İstanbul Mushafları İnceleme Kurulu Başkanı Fikri AKSOY, Valide Camii Müezzini Kerim ÖZBAKIR, Hasan GÖKDEMİR, Kapalıçarşı Camii İmamı Raif BAHRİYELİ, Düzceli Hasan Efendi, Adapazarı bölgesinde ASKER HAFIZ namı ile tanınmış ve daha sonra Adapazarı ve Giresun il müftülükleri yapmış olan Mehmet EREN’i, bir kız öğrencisi olan Emine KARACA’yı zikretmek mümkündür.
1940-1950 dönemi ikinci ve oldukça verimli bir dönemdir:
Bu dönem öğrencileri arasında, daha sonraki yıllarda isimlerini ve şöhretlerini bütün Türkiye’nin tanıdığı kimseler yer alır. İstanbul Mihrimah Sultan Camii İmam-Hatibi Esat GEREDE, Ankara Maltepe Camii İmam-Hatibi Ali GÜRAN, Ankara Vaizleri Rıza ÇÖLLÜOĞLU ve Abdullah İŞLER ve Ankara’nın çeşitli camilerinde imam-hatiplik ve Kur’an Kursu öğreticiliği yapan Ali Osman ATAKUL, Ankara Zincirli Camii İmam-Hatibi Ahmet KÖKSAL, Bursa Emirsultan Camii İmam- Hatibi Harun SOYDAŞ, Şişli Camii Müezzini Enver CEYLAN ve benzerleri bu ikinci dönemde Akkuş Hoca’nın eğitim ve öğretiminden yararlanmış ünlü Kur’an okuyucularıdır.
1950-1960 dönemi son dönemdir: Bu dönemde isimleri öne çıkmış, Türkiye’de üstlendikleri dini görevler itibari ile dikkate değer yerlere gelmiş öğrencileri arasında Hafız İlhan TOK, Kemal KÖKSAL, Seyfettin FİDAN, Kemal GÜRAN, Cemalettin ÇİMEN, Arif Mehmet ÖZDEMİR, Mehmet GEMİCİ, Osman EMİROĞLU, Mustafa ÜNAL, Hasan ÇAKMAK, İsmail BİÇER, Şevket YARDIMEDİCİ, Nafiz ÖZDEMİR, Selahattin KAYA, Kamil ÇÖLLÜOĞLU, İstanbul Ağa Camii İmam-Hatibi İsmet AYDIN, Ankara Mamak Camii İmam-Hatibi İsmet AKKUŞ ve benzerleri Akkuş Hoca’nın eğitimi sonrasında dini hizmet mesleğine girmişlerdir.
Hacı Hafız Hasan Akkuş Hoca’nın öğrenci kabulünde seçkinci bir tutum izlediğini belirtmiştim. Akkuş Hoca’nın bu seçkinci tutumuna iki örnek vermek isterim. İlk örnek şudur:
Akkuş Hoca, çok küçük yaşlardan itibaren (4 yaşında iken) köyünden ayrılmış olmasına karşın, köyünü hiç unutmamıştır. Köyünde vefat edip, orada gömülen annesi Kezban Hanım’ı zaman zaman ziyaret etmeyi ihmal etmemiştir. Bu ziyaretlerinden birinde aynı yöre çocuğu Ali Osman ATAKUL’un yeteneğini keşfetmiş ve onu İstanbul’a götürmüştür.
İstanbul’daki Kur’an öğrenimi safhasında sağlık nedenleri ile çeşitli zorluklarla karşılaşan Ali Osman ATAKUL’u Akkuş Hocası her türlü şartlar altında korumuş, eğitmiş, zaman zaman kendi evinde barındırmıştır. Ali Osman ATAKUL, onun eğitimini almış bir ünlü Kur’an okuyucusu olmuş, zamanın Diyanet İşleri Başkanları Ahmet Hamdi Akseki ve Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun beğenilerini kazanmıştır.
Ali Osman Atakul, 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra Türkiye Radyolarında, Akkuş Hocanın bir başka öğrencisi olan Ali GÜRAN ile birlikte ramazan ayı boyunca,ramazan iftarları öncesinde Kur’an’ı Kerim okuma onurunu kazınmıştır. Ülke çapında şöhretli bir Kur’an okuyucusu olarak tanınmıştır.
İkinci örnek; İsmail BİÇER’dir. Hacı Hafız Akkuş Hocanın oğullarından birinin eşi Göynük ilçesindendir. Akkuş Hoca, zaman zaman dünürünün davetlisi olarak Göynük’e gider. 1958 yılında Göynük’de bir mevlit merasimine katılır.
Bu merasimde Kur’an okuyan küçük bir hafız dikkatini çeker. Bu küçük hafızın ismi İsmail BİÇER’dir. Onu yanına çağırır, ilgilenir, yakınları ile görüşür ve “Bu küçük hafız köyde kalmasın, hemen benim yanıma, Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na gönderin.” der.
Küçük Hafız İsmail Biçer ilk Kur’an öğrenimini Akkuş Hocadan alır, daha sonra Bayezit Camii imam-hatibi Abdurrahman GÜRSES hocanın öğrencisi olur. Zamanla ve bu iki üstad hocanın eğitimi ile İsmail BİÇER, Türkiye’nin yetiştirdiği en ünlü Kur’an okuyucuları arasındaki yerini alır.
Acıklı bir kaza sonunda ve en verimli çağında Yüce Yaradanına kavuşan İsmail BİÇER’in kabrinin Kur’an nuruyla aydınlanmasını dilerim. İsmail BİÇER, okuyuş üslubu bakımından bugün ülkemizde Kur’an okumaya özenen her Türk gencinin özenti duyduğu bir figür olarak etkisini sürdürüyor. O ağırlıkta bir başka ses ortaya çıkıncaya kadar da bu rolünü sürdüreceğe benziyor. Akkuş Hocanın öğrenci profilini incelediğimiz zaman, Kızılcahamam Çamlıdere çocuklarının ağırlıklı olduğu gözlenmektedir. Bunun iki nedeni vardır.
Birincisi 1930-1960 yılları arasında bu yörede hafızlık eğitiminin son derece yoğun olmasıdır. İkinci neden ise, Akkuş Hocanın kendi yöresinin çocuklarına öncelik tanımasıdır.
Hacı Hafız Hasan Akkuş hoca, öğretim metodu olarak kalfa sistemini benimsememiştir. Öğrencileri ile bizzat kendisi meşgul olmuştur. Öğrencilerine ders verirken grup sistemini uygulamıştır. Birden fazla öğrenciyi aynı anda dinlemiştir. Hafız olmayanları hafız yapmış, hafız olanlara Kur’an’ı Kerim’i usulüne uygun olarak ve güzel bir şekilde okuma eğitimi vermiştir.
Öğrencileri ile ilişkileri son derece sıcaktı. Yetenekli öğrencilerine değerverirdi. Onları mevlit merasimlerine götürür, Kur’an okuma fırsatı verirdi. Davet edildiği hatim meclislerine öğrencilerinden seçtikleri ile birlikte gider, böylece onlara bir miktar cep harçlığı sağlardı. Bazı özel dostlarının yemekli davetlerine dahi öğrencilerinden seçtikleri ile birlikte katılırdı. Burada bizzat yaşadığım bir yemekli davet anısını anlatmadan geçemeyeceğim:
- Nuruosmaniye Kur’an Kursunda öğrenci olduğum 1951 yılında dostu Hacı Süleyman Çakır’ın evine davetli olarak birkaç öğrenci ile birlikte katılmıştık.
Akkuş Hocamız bu davete bizi de götürmüştü. Yemek masasında evin hizmetli kızı olduğunu sandığım benim yaşlarımda bir genç kız hizmet ediyordu. Boşalan tabakları alıyor, dolu tabakları önümüze koyuyordu. Benim boşalan tabaklarımı alırken kızcağızın “Şekerim! Tabağını ver” demeye başlaması Akkuş Hocanın dikkatini çekmiş olacak ki boşalan bir yemek tabağımın aynı sözlerle istenmesinde benim gecikmemi fırsat bilerek bana; “Şekeri! Tabağını versene” diyerek beni utandırmıştı.
Hacı Hafız Hasan Akkuş öğrencileri ile öğrencilik dönemi sonrasında da yakın ve sıcak ilgisini sürdürmüştür. Onlarla arkadaş olmuş, onlarla birlikte olmaktan derin mutluluk duymuştur. Öğrencilerini İstanbul ziyaretlerinde yanından ayırmaz, onların her zeminde ve zamanda Kur’an okumalarını zevkle dinlerdi.
Öğrencisi Ali Osman ATAKUL anlatıyor:
- Benim kendisini bir ziyaretimde hocam Akkuş, Kadıköy Osmanağa Camiindeki mukabelesine beni de götürdü, bana 4-5 sayfa Kur’an okuttuktan sonra kendisi okumaya başladı. İstanbul tarafından vapurla Kadıköy’e geçerken, vapurda ayaklarını ve kollarını sıvadı. Abdest almaya hazırlandı.
Ben “Hocam abdesti Kadıköy’de camiye varınca, daha rahat olarak alırsınız” deyince, bana “oğlum, ben abdestsiz gezemem.” Dedi. Bu sözleri Akkuş Hocanın manevi hayatının ne kadar zengin olduğunun bir göstergesi idi.
Öğrencisi Fahri TIĞLIOĞLU anlatıyor:
- Akkuş Hocam bana bir gün öğrencisi Rıza ÇÖLLÜOĞLU için, “Rıza Çöllü bana bir hanım bulacaktı, ne oldu ona bir sor.” dedi ve arkasından Rıza Çöllüoğlu’nun okuyuşuna dair bir taklidi yapıverdi. Bu olay Akkuş Hocanın öğrencileri ile ne kadar senli benli olduğunun ve onlarla hangi düzeyde şakalaştığının bir göstergesi olarak benim belleğimde kaldı.
Hacı Hafız Hasan Akkuş için son söz olarak özetle şunları söylemek mümkündür:
O, 87 yıllık uzun bir ömür sürdürmüştür. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş yıllarına şahit olmuştur. Cumhuriyetin kuruluş yılları sıkıntılarını yaşamıştır. Balkan felaketinin dehşetini, İstanbul’u dolduran ve sefalet içinde yüzen balkan göçmenlerinin acılarını içinde hissetmiştir. 1.Dünya Savaşında bizzat savaş alanında bulunmuş, Yemen cephesinde İngilizlere esir düşmüştür. İngilizlere tutsak olduğu günlerde esaret yaşamının bütün çile ve sıkıntılarını çekmiştir.
Böylece olgun ve hayatın sıkıntılarına dayanıklı bir kişilik kazanmıştır. Esaret günlerinde Yüce Allah’a esaretinin sona ermesi halinde Kur’an’a hizmet sözü vermiştir. Bu sözünü esaret sonrasında İstanbul’a dönüşünden itibaren tutmuştur. Kendisini Kur’an hizmetine adamış ve bunda üstün derecede başarılı olmuştur. Cumhuriyet sonrası Türkiye’de uzunca bir süre kesintiye uğratılan din eğitim ve öğretimi boşluğunu kendi çapında doldurmuştur.
Söz konusu eğitim boşluğu nedeni ile ehil Kur’an okuyucularından yoksun kalması olası cami mihraplarını imamsız, ezan okunan minareleri müezzinsiz bırakmamak amacıyla yüzlerce, binlerce gencin eğitim görmesine imkan sağlamıştır. Onun bu konuda Türkiye’de ikinci bir örneği yoktur.
Kabri Kur’an nuruyla aydınlansın. Yüce Allah’ın geniş rahmeti onunla olsun.
Kaynak:Kemal GÜRAN -20. YÜZYILDA KIZILCAHAMAM - ÇAMLIDERE’DE YETİŞEN ÜNLÜ HAFIZLAR - ESYAV
Çevre halkı arasında “Akkaya’lı Kuru Hafız” namı ile bilinen Hafız İbrahim
Hafız İbrahim Okur, aynı köyde yaşayan “Sadıkoğulları” lakabı ile ünlü bir ailedendir.
Hafız İbrahim Efendi, İstanbul’da eğitimini bitirdikten sonra köyüne dönmüştür.
Kur’an’ı Kerim Eğitimine Desteği
Hafız İbrahim Okur’un hayatı hakkında anlatılan önemli olaylardan biri de
(Not: Hafız İbrahim Okur hakkındaki bilgiler, oğullarından Hacı Abdülhalim
HAFIZ HALİL OKUR
Hafız Halil Okur, 1885 yılında Çamlıdere’de doğdu. Babası yörede “Cılak” namı ile bilinen Ahmet Efendi’dir. Hafız Halil Okur, ilk eğitimini Çamlıdere medreselerinde aldı. Öğrencisi Rıza Çöllüoğlu’nun ifadesine göre; Hafız Halil Okur’un ilk hafızlık hocası Akkaya’lı meşhur “Kuru Hafız”dır. Hafız Halil Okur daha sonra İstanbul’a gitti ve Fatih Medresesine girdi. Fatih Camii Baş imamhatibi “Arap Hafız” namı ile bilinen Rasim Efendi’ye öğrenci oldu. Arap Hafız 1938 yılına kadar yaşamıştı. Halil Okur’un hocasına büyük saygısı vardı. Sağ olduğu sürece her yıl onu ziyaret ederdi. Dar’ul Hilafe Medresesine girdi. Bu aradaKur’an okumadaki yeteneğinigeliştirmek için “AŞERE-TAKRİP” dersleri aldı.
Görevleri
Hafız Halil Okur, İstanbul’da eğitimine devam ederken, Kur’an’ı Kerim okumadaki becerisi göz önünde bulundurularak Fatih Camiine “Sûrehan” olarak atandı. O zamanlarda “Sûrehan” olarak atananlar görevli oldukları camilerde sabah namazında “YASİN-İ ŞERİF”, öğle namazında “FETİH”, ikindi namazında “MÜLK” surelerini okumakla görevli idiler. Hafız Halil Okur, bir süre hocası Fatih Camii imamı Arap Hafız’a vekalet de etmiştir. Damadı Mehmet Mandal’ınanlattığına göre; bir ara Çamlıdere halkı arasında çeşitli ihtilaflar olmuş.
Halk bu ihtilafları ancak Hafız Halil Okur’un ortadan kaldırabileceğini düşünüyormuş. İstanbul’a bir heyet göndermişler. Hafız Halil Okur’u Çamlıdere’ye dönmeye ikna etmişler. Halil Okur Hocaya Çamlıdere halkının büyük sevgi ve saygısı vardı. O kahveye girdiği zaman çıt çıkmazdı. Bütün halk saygı ile onu dinlerdi. Hafız Halil Okur, Çamlıdere’ye döndükten sonra aralıksız hem Merkez Camii imam-hatipliği hem de Belediye Başkanlığı yapmıştır. O yıllarda bu iki görevin bir kişide birleşmesi mümkünmüş. Hafız Halil Okur bu iki görevi 1950 yılına kadar birlikte yürütmüş. 1950 yılında Merkez Camii imamlığını öğrencisi Ziya Tığlıoğlu’na bırakmış. 1955 yılında vefat edinceye kadar Belediye Başkanlığı’n devam etmiştir.
Kur’an Okuma Yeteneği ve Kur’an Eğitimine Hizmetleri
Hafız Halil Okur, yörede örneği az bulunan Kur’an okuyucularındandı.Kur’an okuma konusunda İstanbul’da iyi bir eğitim almıştı. Öğrencisi Rıza Çöllüoğlu’nu anlattığına göre:
- Halil Okur Hoca derviş yapılı idi. Sanırım Hacı Bayram’a intisabı vardı.Kur’an okurken kendini kaybederdi. O kadar duygulu okurdu.
Çamlıdere’li Hafız Fahri Tığlıoğlu anlatıyor:
- İstanbul’a Nuruosmaniye Kur’an Kursu’na öğrenci olmak için gitmiştim.Hafız Hasan Akkuş benim İstanbul’a geliş sebebimi öğrendikten sonra Hafız Halil Okur’u kastederek “İstanbul Çamlıdere’de, niçin buraya geldin?” dedi.Hafız Halil Okur’un öğrencisi Rıza Çöllüoğlu da onun İstanbul’un birinci sınıf Kur’an okuyucuları arasında olduğunu söylüyor ve şöyle diyor:- Ben anlayan bir kişi olarak söylüyorum. Ankara ile İstanbul arasında Hafız Halil Okur’un yerini dolduracak bir adam yoktu. O, Arap Hafız’ın bir numaralı talebelerindendi. Hoca Efendi, her şeye geniş ve güzel bakabil bir insandı.Hafız Halil Okur, Belediye Başkanlığı ve Merkez Camii İmam-Hatipliği yapmakla yetinmemiştir. Resmi din eğitim ve öğretiminin yok edildiği 1930’lu yıllarda Çamlırede’den ve çevreden gelen çocukları hafız yapmak, onlara Kur’an talim ve tecvidi öğretmek için de çaba harcamıştır. Ancak dönemin koşulları gereği yönetimin takip ve baskısına uğramıştır. Bunun üzerine çevre köylerden gelen öğrencilerini köylerine göndermek ve eğitime son vermek zorunda kalmıştır. Ancak öğrencisi Rıza Çöllüoğlu’nda üstün yetenek gördüğü için Onu köyüne göndermemiş, öğrencisi Ziya Tığlıoğlu’na emanet etmiştir. Böylece Rıza Çöllüoğlu Kur’an eğitimine Ziya Tığlıoğlu’nda devam edebilmiştir.
Ankara Valisi meşhur Nevzat Tandoğan Hafız Halil Okur’u severmiş. Vali Tandoğan, Çamlıdere’de Halil Okur’u ziyarete gelmiş. Bu ziyaret, Hoca Efendi’yi Çamlıdere yöneticilerine karşı çok güçlendirmiş.
Öğrencisi Rıza Çöllüoğlu anlatıyor:- Hafız Halil Okur, dışa açık değildi. Çamlıdere Köyü’nün imamı idi. Belki 20 yıl imam-hatiplik yaptı. Kadrosu yoktu, halk verdiyse aldı, vermediyse hiçbir şey söylemedi. Çok onurlu bir insandı. Para ile okutmaya karşı idi. Kendi yapmadığı gibi başkasının da yapmasını istemezdi.
Evliliği ve Çocukları
Hafız Halil Okur, Çamlıdere’ye geldikten sonra Hacı Emin kızı Naciye Hanım’la evlendi. Bu evlilikten Sabiha, Muazzez ve Aliye isimli üç kızı oldu. Müftü kızı dul Fatma Hanım’la ikinci bir evlilik yaptı ise de bu hanımdan çocuğu olmadı. Halen kızı Aliye Hanım Mehmet Mandal’ın eşi olarak hayattadır. Diğer kızları vefat etmişlerdir.
Hafız Halil Okur’un Yeğeni Ali TAŞKAN
Damadı Mehmet Mandal’ın anlattığına göre, Hafız Halil Okur’un Ali Taşkan isimli hafız bir yeğeni varmış. Ali Taşkan’ın sesi çok gür ve güzelmiş. Okuduğu ezanla ve Kur’an’la gönülleri ürpertirmiş. Bir ara Ankara Bağlum’da köy bütçesinden imam-hatiplik yapmış. Sesi çok güzel ve yüksekmiş. Okuduğu ezan Keçiören sırtlarından duyulurmuş. Hafız Ali Taşkan ara sıra Ankara’ya da gelirmiş. Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki, Ali Taşkan’ın Kur’an okumasını çok severmiş. Bu nedenle cami görevlilerine emir verir, “Çamlıdere’li hafız gelirse haberim olsun” dermiş. Ali Taşkan verem hastalığına yakalanmış, 1936 yılında 36 yaşında iken vefat etmiş. Yüce Allah ondan rahmetini esirgemesin.
Hafız Halil Okur’un Vefatı ve Defni
Hafız Halil Okur, 5 Temmuz 1955 günü Yüce Allah’ın rahmetine kavuştu. Çamlıdere ve çevre halkının geniş katılımı ile cenaze namazı Merkez Camii’nde kılındı ve Çamlıdere Mezarlığı’na defnedildi. Kabri Kur’an nuruyla aydınlansın.
Hafız Halil Okur’un Kızı ve Emekli İmam-Hatip Mehmet Mandal’ın
Eşi Aliye Mandal’ın Babası İle İlgili Hatıraları:
- Babam Hafız Halil Okur’un annesi vefat edince ve 4 kardeşi ile yetim kalmış. Küçük yaşta İstanbul’a gitmiş. İstanbul’da Fatih Camii’nde kalmış. Fatih Camii’nde Hafız Hasan Akkuş Hoca ile beraber Filibe’li Arap Hoca’dan ders almış ve Fatih Camii’nde müezzin olmuş. Çamlıdereli hemşehrileri babamı Çamlıdere’ye getirmişler. Amcasının kızı Naciye Hanım ile evlilik yapmış ve bu evlilikten 3 kızı oldu. 3 kızdan ikisi yetmiş beş yaşlarına kadar yaşadılar ve vefat ettiler. Babam cumhuriyetin ilk yıllarında bir süre Meclis Umumi Azası olarak görev yapmış. Kızılcahamam merkezi Pazar nahiyesinden, bugünkü merkeze taşınınca babam bir süre de Kızılcahamam Belediye Başkanlığı yapmış. Çamlıdereliler babamın Kızılcahamam’da Belediye Başkanlığı yapmasını istemiyorlardı ve Onu Çamlıdere Belediye Başkanı olarak görmek istiyorlardı. Bu istek üzerine Çamlıdere Belediye Başkanlığı ve Merkez Camii İmamlığı yapmaya başladı.
Babam Halil Okur, Kızılcahamam Belediye Başkanlığı’ndan ayrılıp, Çamlıdere Belediye Başkanlığı’na dönerken “Seyh Ali Es-Semerkandi”nin bir manevi yönlendirmesine de muhatap oluyor. Bunun üzerine babam İstanbul’dan ve Ankara’dan ilişkisini tamamen kesiyor ve Çamlıdere’ye yerleşiyor. Çamlıdere’ye yerleştiği gece tekrar Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerini rüyasında görüyor ve kendisine “seni tebrik ederim, sen burada kal,senin mezarın benim yanımda olacak, gel sana yerini göstereyim” diyor. Babama rüyasında mezarın kazılacağı yeri göstermiş, biz o zamanlar küçüktük bize ileriki zamanlarda, yaşımız biraz daha ilerlediğinde, mezarının yerini Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerinin gösterdiği yeri göstererek, “benim mezarımın yeri burası olacak, buradaki ağacı çıkaracaksınız” diyerek, bu günkü yeri göstermişti, Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın.
Babam âlim bir insandı. Babamın hayatı ilim, yetim büyütme ve hayır işleri ile geçti. Belediye Başkanı olduğu zamanlarda imkanlar kıttı. İş yapılacağı zaman babam kendi giderdi; yol yapılacaksa gider yol çalışmasına katılır, su gelecekse gider suyu getirirdi. Babamın küçük bir heybesi vardı, o heybede küçük bir cezve, fincan ve seccadesi vardı, onları koyar iş yapılacak yere gider, çalışır namazını kılar, akşam eve dönerdi. Allah rahmet eylesin.
Belediye’ye su deposu için yer kazacakları zaman işçiler arasında Bekir Hoca diye bir işçiye para vermeyi unutmuş mu yoksa Belediye’denpara mı çıkmamış bilmiyorum, yüreği sızlamış ve o gece rüyasında yine Şeyh Ali Semerkandi Hazretlerini görüyor. Kendisine “derhal o garibanınparasını öde” dediğini anneme anlatmıştı. O gün sabah erkenden Belediye’ye gitmiş ve Bekir Hoca’ya parasını hemen vermiş. Babam o zamanlardaböyle çalışırdı, insanlarla böyle geçinirdi. Babam Hafız Halil Okur’un Çamlıdere’de iyi hizmetleri oldu ve gözü dünya malında değildi.
Bir süre Çamlıdere Müftülüğü yapan, halen Gerede İlçe Müftüsü, Çamlıdere’nin Ahatlar Köyünden Kemal Cengiz, Hafız Halil Okur hakkında şu bilgileri veriyor;
- Hafız Halil Okur, uzun süre Çamlıdere Belediye Başkanlığı yapmış. Ben, kendisi hakkında daha çok Çamlıdere halkından ve babam Yaşar Cengiz’den duyduklarımla bilgi sahibi oldum.
Babam, yörede tanınan bir inşaat ustası idi. Hafız Halil Okur, belediyede inşaat işi olduğu zaman rahmetli babamı çağırır ve belediyenin inşaat işlerini ona yaptırırmış.
Hafız Halil Okur, sabah ezanı ile kalkar, sabah ezanından sonra akşama kadar çeşitli ortamlarda halkla görüşür, ilçenin çeşitli işlerini halkla, özellikle ilçe esnafı ile ve ileri gelenlerle danışarak yürütürmüş. Hafız Halil Okur, bazı işleri için İstanbul’a gidecekmiş. İlçe esnafından bazıları da İstanbul’a gideceklermiş. “Birlikte gidelim” demişler. HafızHalil Okur, onlara demiş ki; “İstanbul’a kadar tüm yol harcamaları, gidiş- dönüş bana ait, İstanbul’da size ait. Bu şartlarımı kabul ederseniz birlikte gidelim” demiş. Yol arkadaşları kabul etmişler, Çamlıdere’den yola çıkmışlar. Gerede’ye varmışlar. Gerede’de gecelemek gerekmiş. Geredeliler, Hafız Halil Okur’u tanıyorlar. Okur Hoca, camide bir Kur’an’ı Kerim okumuş, cemaatin adeta kulaklarının pası silinmiş. Camiden çıkmışlar.Geredeliler namazdan sonra Halil Hoca’nın etrafını çevirmişler.Hoşgeldin faslından sonra, Gerede halkından biri “Hocam, bu gece bize buyurun, misafirim olun.” Bir başkası, “Hocam, bize buyurun, misafirim olun” demeye başlayınca; Halil Okur Hoca, evlerine buyur eden Geredelilere “benim yol arkadaşlarım da var, onlar ne olacak?” diye sormuş. Geredeliler “aman hocam, onlar da misafirimiz olur, siz merak etmeyin” demişler. Halil Hoca, bir evde, yol arkadaşları da başka evlerde misafir olmuşlar. Ertesi gün yola devam etmişler. Aynı olay İstanbul yolu üzerindeki, Bolu, Düzce, Adapazarı ve İzmit’te de devam etmiş. İstanbul’a gidiş-dönüş süresince hep birlikte hiç yol harcaması yapmadan gidip-gelmişler. Her uğradıkları köy, kasaba ve şehirde halk onları misafir etmek için adeta yarışmışlar.
Hafız Halil Okur, resmi görevleri dışında Çamlıdere’de yıllarca Merkez Camii İmam-Hatipliği yapmış. Sayısız Kur’an’ı Kerim hafızı da yetiştirmiştir. Onun Kur’an’ı Kerim’e verdiği emeklerle Çamlıdere ve çevresinde Kur’an’ın ışığı hiç eksilmemiş. “O, Çamlıdere’nin hem dünya, hem de dünya ötesi liderliğini yıllarca başarı ile yürütmüş bir halk kahramanıdır” desek yeridir.
20. YÜZYILDA KIZILCAHAMAM - ÇAMLIDERE’DE YETİŞEN ÜNLÜ HAFIZLAR KAYNAK : ESYAV www.kizilcahamamhaber.com sitesinden alınmıştır.
Konumuza geçmeden önce, arşivlerimizde bulunup da istifade edebildiğimiz belgeler hakkında, kısa bir açıklamada bulunmak istiyoruz.
Önce Başbakanlık Arşivinde bulunan XIX yüzyıl ile XX yüzyılın başlarına ait, 92137 Sicilli Ahval dosyasından ancak 26126 sicili tetkik edebildik. Bunlar içerisinden de, Kızılcahamam- Çamlıdere ve Pazar yöresinde yetişmiş olan ulema ve mutasavvıf1ann sicillerini ayırdık.
Ayrıca İstanbul Müftülüğü Şer'iye Mahkeme Sicillerinde bulunan Kızılcahamam Müftülüğüne ait, kayıt ve dosyaları tetkik ettik.
Bunlara ilave olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde bulunan 486 nolu Sarı Ani Muhasebe, Siyakat defterindeki XVIII-XIX yüzyılları kapsayan ve Çamlıdere'de türbesi bulunan Şeyh Ali Semerkandi hazretlerinin soyundan gelen mutasavvıfları tespit etmeye çalıştık.
Bu mütevazı çalışma ile, ilerde Kızılcahamam - Çamlıdere bölgesinde yetişen ilim adamlarıyla ilgili, daha geniş bir çalışma yapacaklara yardımcı olmaktan öteye bir düşüncemiz yoktur.
Ahmet Hulusi 1271/1854 yılında Çamlıdere ilçesinde dünyaya geldi.
Şeyh Ali Semerkandi'nin soyundan gelen Hacı Ali Efendi'nin oğludur.
İlk tahsilini Çamlıdere İslam-Sıbyan Mektebinde yaptı.
Din ve usul ilimlerini de Çamlıdere'de öğrendikten soma, İstanbul'a gelerek Eğinli Hafız İbrahim Şevki Efendi'nin derslerine devam edip 1302/1884'de icazet aldı.
Daha soma Mektebi Nüvvab'a girip, dört sene burada okuduktan soma Şahadetname alarak 1297/1879'da kaza kadılığı görevine başladı.
1296/1878 Aydonat kazası, R.1299/1883'de Bozcaada kadılığı, l302/1884'de 700 kuruş maaşla Eğri, Edirne Keşan ve 1887' de İnebahtı kadılığı görevlerinde bulunduktan soma, dördüncü rütbeden Mecidi nişam ile tahif olundu.
1307/1891 'de 1250 kuruş maaşla, Cezair Bahr-ı Sefid İstanköy kazası kadılığında bulundu.
1311/1893'de Edirne Müderrisliği Ruus-i Hümayununa tayin oldu. Ahmet Hulusi'nin bir çok yerlerde kadılık ve müderrislik görevlerinde bulunduktan soma, 1312/1894' den sonra vefat ettiği anlaşılmaktadır.
Ahmet Hulusi Efendi. Şeyh Ali Semerkandi'nin soyundan gelen, aynı zamanda iyi yetişmiş bir alim olarak, halkın sevgi ve itimadını kazanmış bir zat olduğu, Başbakanlık Arşivi Sicilli Ahval Dosyasındaki kayıtlardan öğrenilmektedir.
ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ HZ. (K.S) ATFEDİLEN
«SACAYAĞI»
Evliyaullah'tan Şeyh Ali Semerkandî Hazretlerine ait ve O'nun keramet eserinden ve alâmetlerinden olan "Sacayağı"
"Sacayağı" Ateş üzerine tencere, kazan ve benzeri gibi kap oturtmaya yarıyan üçgen şeklinde üç ayaklı (demir, çelik ve emsali maddeden yapılmış) destek görevini yapan eşyaya denir.
Evliyaullah'tan Şeyh Ali Semerkandî Hazretlerine ait olan ve O'nun keramet eserinden ve alâmetlerinden bulunan bir sacayağı da Çamlıdere'de «Şeyh Ali Semerkandî Külliyatında» mevcut ve mahfuz idi.
Bu sacayağı özellikle manevî açıdan diğer sacayaklarına benzememekte, Şeyh Ali Semerkandî Hazretleri'nin hatırası olarak asırlardır korunup elde tutulmakta, halk tarafından ziyaret edilmekte, bu konuda dikkati çeken rivayetler belgelenmekte ve sacayağının manevî bir müessirat içinde bulunduğu gün ışığı gibi ortada gözükmektedir.
Sacayağı Şeyh Ali Semerkandî'nin malzemelerinden ve eşyalarından biridir, onun keramet alâmetidir.
Çatak'tan attığında Çamlıdere'ye düşmüş, bir ayağı kırılmış ve bundan böyle Şeyh Ali Semerkandî'nin Çamlıdere'de kalmasına vesile olmuştur.
Kırık ayak Sacayağının bir parçası olarak yanında bulunmaktadır.
Vaktinde ilgililer Sacayağını kontrol ve tetkik etmişler, fakat muayene esnasında kesin bir teşhis koyamamışlardır.
Şeyh Ali Semerkandî'nin türbesi olsun, Sacayağı olsun, suyu olsun ve diğer nakledilen kerametleri olsun, hayat öyküsü olsun alınacak ibret dersleri ile dolup taşmaktadır.
Türbesi, suyu ve Sacayağı görülmeli, onlardan ibret dersi alınmalıdır. Türbenin kabir ziyareti usulü tahtında ziyareti yapılmalı, İslâm'ın kabul etmediği bidatı seyyielerle hareket etmemelidir.
Çeşitli konularda makamların, belirli yerlerin, türbelerin ve kabirlerin ziyaretçileri önceden bilgili hale geldikten, imanlı âlimlerden ziyaret usullerini öğrendikten sonra ziyaretlerini icra etmeleri gerekir.
Halkın bu konuda inandırıcı bir şekilde dikkati çekilmeli, âlimler irşad görevlerini zamanında ve zemininde yerine getirmiş olmalıdırlar.
Sacayağı günah ve sevap tartan bir terazi değildir «Onun içinden geçen günahsız, geçemeyen günahkârdır» diye bir kayıt ve bir emir yoktur.
Böyle bir düşünceye hiç bir Müslüman itibar etmemelidir. İslâm dinine aykırı bir harekette bulunmayı amaçlayan Sacayağı hakkında yanlış hareket ederek Şeyh Ali Semerkandî'nin ruhunu hiç bir kimsenin incitmeye hakkı yoktur.
Şüphesiz Sacayağı saygı ile ziyaret edilir ve keramet alâmeti olan bu harikadan ibret alınır.
Bilhassa Şeyh Ali Semerkandî Hazretlerinin geride bıraktığı ve hediye ettiği hatıralar batıl görüşlerin kabarıp gitmesine, istismar konusu edilmesine terk edilemez. Bu kıymetli hatıralara sahip çıkıp hak olan bir seviyede tutmak gerekir.
Çataktan atınca Sacayağı kırılmış idi
Onun için burada kalmış idi
Başına çok şeyler gelmiş idi
Kendi mevt olup suyu şifâ kaldı.
Şeyh Ali'yi ziyaret yaparlar
Gelip Sacayağına bakarlar
Meraklanıp sorarlar
Hem ondan ibret alırlar.
Sacayağı (manen) mücevherdir paha biçilmez
Şeyh Ali'ye aittir inkâr edilmez
Andaki hikmet nedir bilinmez
Sahibi (H. 862 de) mevt olmuş bir şey denilmez.
Ne demirdir, ne bakır, ne toprak
Ne çekiç görmüş, ne örs; olmuş elle sıkmak
Marifettir onu böyle yapmak
Kıymetini bilir bunu yapan ancak.
Sacayağına asla olmaz tapmak
Taparsan olur yoldan çıkmak
Ondan ancak gerek ibret almak
Olmaz ona da kem gözle bakmak.
Daiyane (Sacayağına ait belge): H. 1290 (yüze yakın imza ve mühür tahtında). Kaynak: Hüseyin AŞIK -Şeyh Ali Semerkandi (k.s) Hayatı be Menkıbeleri İlim Yayınları
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN
MENKIBELERİ
Birinci Menkıbe Baba Cihangîr-i Semerkandî rivayetiyledir. Baba Cihangîr, Şeyh’in mürîdi olup Mekke ve Medîne’de mücâvir olduğu zamanlar O’na 157 sene hizmet etmiş ve çok kerâmetlerini görmüştür. Onun ifadesine göre Şeyh’in yaşı 360 yıl 6 ay 7 gündür. Kadir gecesinde, taharet-i kâmile üzere iken fecirden önce vefat ettiğinde yanında bulunmuş ve cenazesinde, ervâh-ı evliya, ricâl-i gayb, Hızır ve İlyas ile beraber namazını kılmıştır.
Şeyh Ali Semerkandî (ks)’nin sağlığında âdeti, daima mescide mu’tekif, gündüz oruçlu ve gece de ibadette olmak şeklinde imiş. Her namazdan sonra Kur’an hatmedip, zühd ve takva, riyâzet ve ezkâr, tesbih ve ibâdet edermiş. Beş vakit namazı, gizli olarak Beyt-i Mükerreme’de kılar imiş ve tayy-ı mekân edib, evvela sabah namazını Ka’be’de kıldıktan sonra Semerkand’da olan mescidinde güneş doğmadan önce hazır olurmuş. Kuşluk’tan sonra talebeye aklî ve naklî ilimlere ait dersler okutur, öğle namazından sonra Kur’an öğrenenlere Kur’an okuturmuş. İkindi namazından sonra, muhaddis ve müfessirler toplanıp ders okurlar ve faydalı şeyler tahsil ederlermiş. Akşam namazından sonra, yüz rekat namaz kılınır, Yatsı namazından sonra Fecir okununcaya kadar da tefsirin telifi ile uğraşılırmış. Teheccüd vaktinde de yüz rek’at namaz kılarlarmış. Bahru’l-‘Ulûm’u telif ederken de her gece Makâm’ı İbrâhim’de hazır olunur tefsir orada tahrir edilirmiş. Her bir âyetin tefsirinden sonra Zemzem-i Mübârek ile gusl edip, on iki rekat namaz kılar, sonra yine bir âyetin tefsirine başlarmış. Sabaha ise Karaman’daki mescidinde olurmuş. Zira Hz. Pîr’in melekiyeti beşeriyetine galib imiş.
Hz. Pîr Semerkand’da iken, bir Kadir gecesi, evine bitişik olan mescidinde minbere çıkarak çok latifeler eyler. Âsâ-dârlık görevini deruhte etmekte olan Baba Cihangîr, Şeyh’e bir kimsenin geldiğini ve onun mescide girdiğini görür. Cihangîr de mescide girer ve sonra kapıda bekleyen yeşil atlara binerek beraberce kısa zaman sonra Mescid-i Aksâ önüne inerler. Orada iki rek’at namaz kıldıktan sonra yine atlara binip kıza zamanda Medîne-i Münevvere’ye gelirler. Sonra, Kabr-i Mükerreme ziyaretine varılır ve orada on iki rek’at namaz kılınır. Hz. Peygamber (sav) kabrinden zuhur edip, Semerkandî’nin Evliyaya ”Kutup” olduğunu ve Enbiya’ya vâris olduğunu söyler.
Daha sonra Ka’be-i Mükerreme’ye gelirler ve orada Ricâl-i Gayb’in efradı, Şeyh’i baş seccadeye oturturlar. Namaz’dan sonra dua edilir ve Şeyh’e mürîd olanların ve tarîkatine girenlerin bağışlandığı müjdesini alırlar. Daha sonra, çeşitli hediyeler alarak, Veysel Karânî kabrine gelirler ve O da kabrinden çıkıp çeşitli müjdeli haberler verir. Sonra Serendîb dağına gelirler ve Makâm-ı Âdem (a.s)’de on iki rek’at namaz kılarlar ve orada da bir çok müjdeli haberler ile Hz. Âdem (a.s)’in du’âsını alırlar.Sonra ata binerek bir adaya gelirler.Orada bir mağaradan yeşil giyinmiş 40 nefer kimseler çıkıp el bağlarlar. Hz.Pîr’in atının üzengisine yapışarak attan indirip mağaraya alıp bir seccadeye oturturlar. Hazır olan bir cenazeyi kaldırmasından sonra Şeyh’e “Kutbu’l-Aktâb” olduğu müjdesini verirler. Şeyh, hazır olanlara vaaz ve nasihatlerde bulunup bir hayli cevahir ve hikmetler saçtıktan sonra erenlere veda edip atına binerek kısa bir zamanda Semerkand’a gelir. Dervişlerin hala zikrullah ile meşgul olmakta oldukları görülür. Şeyh, yeşile bürünmüş kişinin Hızır olduğunu, cenazesi kılınan kişinin de”Kutb-ı A’zam” olduğunu belirtir ve onun seccadesinin kendisine kaldığını belirtir.
İkinci Menkıbe Hoca Rasûl (Rasûl Semerkandî) rivayetiyledir. Şeyh Ali Semerkandî (ks)’nin Medîne-i Münevvere’de türbedar olduğu sırada, Hoca Rasûl ona mürîd olmayı arzular. Fakat arada mesafe farkı olduğu için bu durum mümkün olmamaktadır. Hoca Rasûl senenin birinde hacca niyet eyler ve bu maksatla hazırlıklara başlar. Bir Cuma gecesi yine ibadet ve tatta bulunup Şeyh’in yardımını dilediği bir sırada, Şeyh arslana binmiş olarak çıkagelir ve onu da arslana bindirip kısa zamanda denizi geçerler ve Medîne’ye gelip Ravza-i Mutahhara’ya gelirler. Hac zamanı Ka’be’ye gelerek haccın menasikini yerine getirdikten sonra, yine Medîne’ye dönerler. Hoca Rasûl orada 40 sene Şeyh’in hizmetinde bulunur. Bu arada, Şeyh Hz. Peygamber’in emriyle Karaman’a giderek, orada bulunan şahısların irşad ve telkini ile görevlendirilir. Bir Cuma gecesi; meleklerin, ruhların, Hızır’ın ve Ricâl-i Gayb’ın refakat ve iştirakiyle Medîne’den yola çıkılır ve Fecir’den önce Karaman’a getirilip Lârende yakınlarında bir yere indirilir. Karaman diyarından da olan Ervâh-ı Şuhedâ, Ervâh-ı Evliya, Ervâh-Süleha, Hz. Pir‘i ziyarete gelirler. Hz. Pîr’in çeşitli ilimlerden haber vermesi üzerine de hepsi O’na bende olurlar. Altı ay sonra da Hz. Şeyh kendisinin ölümünün yakın olduğunu belirterek, Hoca Rasûl’ü halife olarak Semerkand’a gönderir ve kendisi de bir tefsir yazmaya memur olduğunu belirtir. Hoca Rasûl’ü gözlerini kapatmak suretiyle kısa bir zamanda Semerkand’a gönderir.
Üçüncü menkıbe, Şeyh İbrahim Taşkendî rivâyetiyledir.Şeyh Ârif-i Kürdî, bir gün bir rüya görür ve rüyada gördüğü şeyleri uyanıkken de görür. Dicle kenarında, havada bir seccade üzerinde duran yeşil imâmeli bir Pîr,kendisine bir nazım okur.O esnada, Ârif-i Kürdî gördüğü rüyayı hatırlar.
Pîr, kendisinin zamanın Kutbu olduğunu, Ârif-i Kürdî’nin kendi defterine kaydolduğunu, kendisinde emânet nasîbinin bulunduğunu belirterek ortadan kaybolur. Bir hafta inzivâda kalan Ârif-i Kürdî, sekizinci gün yine Dicle kenarında daha önce geldiği makama gelir ve orada korkunç bir arslanı durur görür. Arslan ona yaklaşıp sırtına binmesini söyler.”Bismillah” diyerek arkasına biner ve arslan yatsıya kadar gittikten sonra, Medîne-i Münevvere’ye gelirler. Ârif, Ravza-i Mutahhara’ya gelip ziyaret eder ve 12 sene kendisi ile beraber kalır.Bir gün,ol Pîr, Ârif-i Kürdî’yi alarak bir kuş suretine bürünüp,onu da kuşun toynağında tutarak havada götürür ve 360 makam geçerler. Sonra bir makama gelirler ve Şeyh onu orada bırakır ve o 360 gün o makamda eğlenir. Daha sonra, Şeyh yine kuş suretine gelerek, onu tekrar makamına götürür. Medine’den sonra haccın menâkisini yerine getirirler ve yine Medîne’ye gelirler. Şeyh, kendisinin Hakk’ın emri ve izni ile Karaman’a gönderildiği, kendisini de irşad için Tebrîz’e gönderileceğini söyler. Sonra, Medîne’den Tebrîz’e giderken bir arslan onu alıp Tebrîz’e götürür.Yolda, çeşitli hayvanlara binmiş insanlar görürler ve arslan bunların da Kutbu’l Aktâb Seyyid Ali Semerkandî’nin ziyaretine gidenler olduğunu söyler.Arslan, Ârif-i Kürdî’yi Tebrîz’e getirir. Onu Tebrîz halkı karşılar ve kendisinin geleceğini Şeyh’in haber verdiğini bildirerek, onu şehre girdirirler. Ârif-i Kürdî orada Şeyh’in haberlerini alır.
Şeyh Ali Semerkandî, Semerkand’da bulunduğu bir sırada, bir bahar mevsimi gezinti maksadıyla dostlarıyla beraber Semerkand haricine çıkarlar. O esnada, at üzerinde ölü gibi yatan bir hastayı taşıyan birkaç atlı gelir ve hastanın 27 senedir felçli olarak yattığını ve akrabalarının kendisinden ümitlerini kestikleri için bir viraneye bıraktıklarını, ölüm halinde iken de, yalnız bırakmamak için başında beklemeye karar verdiklerini, bir gün o viraneye bir derviş gelerek bu kişinin ancak Evliyaullah’tan Şeyh Ali Semerkandî tarafından iyileştirilebileceğini söyleyip kendilerini Semerkand’a gönderir. Hastayı getirenler bu olayı anlattıktan sonra, Şeyh dua eder ve hasta gözlerini açarak hastalıktan şifa bulur. O sırada üç atılı gelip Şeyh’e hürmet edip, kendilerini Mülûk-ı Seb’a’nın gönderdiğini ve o hastaya musallat olan ifriti tutup getirdiklerini söylerler. İfritten hastayı bırakmasını isterler fakat o hastayı bırakmaz. Bunun üzerine, Şeyh’in huzuruna geldiklerini belirtirler. Pîr, ifritten hastayı bırakmasını ve İslam’ı kabul etmesini istese de, ifrit bunu kabul etmez. Hz. Pir yine dua eder. Sonra, ifriti bir ateş sarar ve yanmış, kömür olmuş bir köpek şekline dönüşür. Mülûk-ı Seb’a’nın adamları Şeyh’in ayağını öperek giderler ve o hasta da tamamen iyileşir. O kişi, 40 gün daha zaviyede kalarak tarikatın adab ve erkânını öğrenip, memleketine döner.
Bir yıl sonra, yine bir bahar gününde Semerkand dışında gezintiye çıkılır ve bahçenin ağaçlarının kurumuş olduğu görülür. Şeyh, o civarın bahçıvanlarından bahçenin niçin bu hale geldiğini sorar. Bahçıvanlar, geçen helak olan ifritin, bir dinsiz oğlunun olduğunu ve gelip bahçeyi kuruttuğunu söylerler. Ancak; bir dervişin buraya gelerek bahçeyi Şeyh Ali Semerkandî (ks)’nin eski haline döndürebileceğini söylediğini belirtirler. Şeyh, dua eder ve O’nun abdest suyunu ağaçların dibine dökerler. Daha sonra, kıbleden yedi atlı gelip Şeyh’in elini öperler ve bahçıvanın düşmanını Kaf dağında bulduklarını ve huzura getirdiklerini söylerler. Çok çirkin birisi olan ifritten Şeyh durumu sorar. İfrit, aslında Şeyh’in kendisine zarar vermek istediğini fakat başaramadığı içinde bahçıvanı bu hale getirdiğini söyler. İfritten Müslüman olmasını isterler, fakat o kabul etmez. Şeyh yine dua edip, ifritin kulağına ezan ve ikamet okur ve derhal kalbinde iman nuru dalgalanıp, kelime-i şehadet getirerek Müslüman olur. Hz. Pîr, dua eder ve abdest suyunu ağaçların dibine dökerler. Ağaçlar yeniden yeşillenir ve orada hazır bulunanların tamamı Şeyh Hz.’ne muhib ve mürîd olurlar.
Kaynak;http://semerkandivakfi.com sitesinden alınmıştır.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ KÜLLİYESİ
Ankara vilayetine bağlı Çamlıdere kazasının kabristanında mevcut bulunan türbesinde mütevellileri, halifeleri, müridanı ve gönüldaşları ile yatan Şeyh Ali Semerkandi Hicri 720 ve Miladi 1300 senesinde İsfahan’da doğdu.Hz. Ömerü’l-Faruk’un dördüncü batından zuhur eden nesline mensup torunudur.Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi ve selleme ulaşan akrabalığı vardır. Babası muhterem Yahya efendidir.Küçük yaşlarda ömrünün tamamını Allah Teala Hazretleri’nin yolunda geçirmek için varlığını bu mübarek yola adadı.Kendini tam yetiştirdi, pişti, kemale erdi ve veliler listesine girdi; manevi yönden ind-illahi’de yüksek mertebelere ulaştı, takdir topladı ve yetkililer (görevler) aldı.Mana ikliminin ve mana aleminin sultanlarından oldu.Mekke’ye, Medine’ye teşrif etti, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in manen iltifatına mazhar oldu, onun manevi evladı olma şerefine erişti.Çin Hindi’ne gitti, sonra ülkesine döndü, babası, annesi ve kardeşleri ile görüştü.“Bahru’l-Ulum” adındaki tefsir kitabını yazdı.Her çeşit ilme vakıftı, her yerde ve İslam dünyasında tanınıp ün yaptı.İrşat için üzerine vazife yüklendi. Rum diyarı bulunan Anadolu’ya hicret etti.Konya ve Karaman’a geldi.Benzeri kentlere uğradı.Karaman beyi dahil devlet erkanına nasihat edip ders verdi.Pek çok ülkelere, kentlere sefer etti.Hatta karyelerde bulundu.Alanya’ya ve Alanya’ya yakın yerlere gitti, oralardan Örenşar’a (Eskipazar’a) geldi.Osmanlı imparatorluğu paytahlarından Bursa’ya götürüldü.Bursa padişahı, vüzerası, uleması ve ahalisi ile görüştü.Örenşar’a geri avdet etti, dünya ile ilgili makam ve meta’da gözünün olmadığını hissettirdi.Örenşar’dan Kızılcahamam’a bağlı Çatak karyesine geldi.Anadolu’da mütevazi ve sade yaşayışı ile (halkın derdi ile hemdert) keramet ehlinden mübarek bir zat olarak bilindi: Gelip geçmiş bazı zevat gibi İslam’a ve insanlara yaptığı hizmetlerinin aşkı içinde dönüp dolaşırken müsait bir zaman ve zeminle karşılaşıp evlenemedi.Çamlıdere’ye geldi ve buraya ömrünün son bölümünü geçirmek üzere yerleşti.Çamlıdere’nin insanlarına iltifat etti, bunlarla beraber gönül gönüle yaşamak istedi.Çamlıdere’nin pak neslini manevi evladı (ehli) olarak ilan etti.Başta “Şifalı Mübarek Çekirge Suyunu” başka bir deyimle “Sığırcık Suyunu”, “İbret Dersi veren Saçayağını”, “Keramet Emmarelerini” ve “Benzeri Hatıralarını” bırakıp Hicri 862, Miladi 1442 senesinde 142 yaşında iken Çamlıdere’de irtihal etti.Bazı yerlerde bu zatın namını ve öyküsünü taşıyan türbelerde yatan zevat bu zatın namı ile yaşamış bulunan halifelerdir.Veya gelip geçmiş emsali (isim benzeri) bir başka mübarek zatlardır.Yahut sefer ettiği zamanlarda ikamet eylediği yerlerdeki makamatı türbeler temsili ile yadedilmektedir”.Kabri Çamlıdere"de bulunan, Çamlıdere"ye çok emeği geçen, Çamlıdere"ye adını veren (resmi kayıtlara göre Osmanlı dönemindeki adı Şeyhler, bu isim halk arasında bazen Şıhlar şeklinde kullanılmakta), geçmişte adına eğitim kurumları yaptırılan, halen O"nun adını taşıyan bir öğrenci yurdu ve bir adet Yatılı Bölge Kur"an Kursu bulunan bu değerli şahsiyetin varlığı geçmişte olduğu gibi günümüzde de Çamlıdere için büyük önem taşımaktadır.
Arifibillah Şeyh Ali Semerkandi’nin hayatı gerçekleri dile getiren olay ve harikalarla doludur.( Rahmettullahi aleyh).Bu kadar tanınması, bu kadar yerlerde isim yapması onun ne kadar büyük bir veli olduğunu ve onun ne kadar meşhur bir zat bulunduğunu sergiliyor.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ’NİN BÜYÜK DEDESİ
Şeyh Ali Semerkandi’nin büyük dedesi Hz. Ömer Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamın ikinci halifesidir (4).Hz. Ömer’in lakabına “Faruk” derler (5).Hz. Ömer Müslüman olunca ilk defa olarak Kabede alenen namaz kılındı.O gün Kureyş reisleri: “İşte kavmimiz ikiye bölündü” dediler.Rasul-i Ekrem de Hz. Ömer’e “Faruk” lakabını verdi. Hicret zamanında her Müslüman Mekke’den gizli gizli çıkarıldı.Yalnız Hz. Ömer alenen çıktı. Kılıcını kuşandı, yayını omzuna, oklarını eline aldı ve Kureyş ileri gelenleri Kabe’ye gitti.Kabeyi yedi defa dolaşarak ziyaret etti, iki rekat namaz kıldı, sonra da Kureyş ileri gelenlerine beddua etti ve yanlarından geçerken: “Anasını ağlatmak, evladını yetim, karısını dul bırakmak isteyen varsa arkamdan gelsin” deyip Mekke’den çıktı.Arkasından gitmek şöyle dursun ağzını açan bile olmadı.Hz. Ömer hem cesur, hem yiğit, hem alim, hem akıllı ve hem tedbirli idi.Uzun boylu ve iri gövdeliydi.Gözlerinde biraz kırmızılık vardı (6). Peygamberlerden sonra beşeriyetin efdalı Ebu Bekiri’s-Sıddık Hazretleridir.Hz. Ebu Bekir’den sonra beşeriyetin efdalı Ömerü’l-Faruk Hazretleridir (7).Hz. Ömer Ciharyar-i Güzin’dendir.Yani Peygamberimiz Hz. Muhammed’in başlıca seçkin dört dostundan biridir(8). Hz. Ömer aynı zamanda “Hulefa-i Raşidin” dendir.Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye “Ciharyar-ı Güzin”, “Hulefa-i Raşidin” ve “Hulefa-i Erbaa” denir (9).Bu dört kıymetli zevat efdaliyet sırasına göre Peygamber Efendimiz’in Hilafet Makamında bulunan değerli kimselerdir.Hulefa-i Raşid’in hilafet zamanları toplam olarak 30 (otuz) sene devam etmiştir (10).Zira Peygamber Efendimiz: “Hilafet (-i adile) benden sonra 30 (otuz) sene devam eder” buyurmuştur (11). Hz. Ömer hilafet zamanlarında adalet,emn ü eman, hayr hasene ve ihsan ile yeryüzünün döşenmesini temin ederek sayılmayacak kadar fütühat ve zaferleri ile İslam’ın gözünün ışık veren parlak lambası olmuştur.Bu bakımdan İslam’a hizmeti pek büyük bir yer kaplar.Ömerü’l-Faruk’un adil davranışları ve adil hükümleri bütün dünyayı hayran bırakmıştır.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ’NİN BÜYÜK ATASININ ÖRNEK HAREKETLERİ Hz.
Ömer’in sireti, kerameti ve ahbarı çoktur.Bu zatı mübarek bilmek, onu adaletle anmak ve medhetmek gerekir.Bytü’l-maldan elini çekmiş idi.Bu konuda örnek hareketleri vardı.Az yemek yer, yamalı, sade fakat temiz elbise giyerdi.Bir oturuşta yedi veya dokuz lokmadan fazla yemek yememiştir.İnsanların derecelerine göre milyonlarca mal taksim ederken kendisi orta halli bir muhacir gibi kemali tasarruf ile geçinirdi.Hatta birgün hutbe okunurken gömleğinin on iki yerinde yama olduğu görülmüştür. Hz. Emirü’l-Mü’minin her işe dikkat eder, ilgi gösterir ve bizzat ihtimam eylerdi.Emniyet ve asayişi muhafaza için sokaklarda gezerdi.On küsur yıl halifette (İslam Hükümetinde) kaldı, hergün ona bir müjde gelirdi.Gaza ederlerdi, zamanında fetihler devam ederdi.Mallar, ganimetler gelirdi.Sanki Cihan fetih ışığı altında idi.Hz. Ömer genel olarak kafirleri zelil etti, Arap ve Acem O’nun emerine itaatte bulundu.Hakkaniyetle hareket ederek toplanan mallarla şehirler bina etti, divan kurdu, malları, ganimetleri takdir edilen ölçüler içinde dağıttı. Hz. Ömer’in sevk ve idaresi altında kumanda edilen İslam ordusu kuzey cephesinde Ceyhun kenarına, Azerbeycan’a, Doğu cephesinde Hinde, Bahreyn cephesinde Umman’a, Şam cephesinde Rum haddine kadar vardı.Hz. Ömer bu kadar imkanlar karşısında zerre kadar halini değiştirmedi.Ne yemekte, ne giymekte ve ne söylemekte büyüklük taslamadı, kibirlilik etmedi, ibadetinde kavi, her işinde muhkem idi. Peygamber Efendimiz: “Hz. Ömer hayatta iken İslam’ın nurudur, dünyadan gidince Cennetin kandili olur” buyurmuştur.Böyle bir yüce müjdeye mazhar olan Hz. Ömer’in şu sözü ne güzeldir: “Din bilgisi olmayan bir kimse sakın bizim pazarımızda alış-veriş etmesin.Sonra yanlışlıklar eder, hesaba çekilip azar işitir” demiştir. Yemen yolu üzerinde içi ateşle dolu bir kuyu vardı.O kuyunun yanına varanlar yanıp telef olurlardı.Hz. Ömer bunu duydu.Gidip kuyunun başına vardı.Eline aldığı tokmağı kuyuya vurdu.Ve: “Ey kuyu! Sen Hz. Ömer’in tokmağından korkmazmısın.Ümmet-i Muhammedi ne diye yakarsın?” dedi.Bunun üzerine kuyudaki ateş hemen kaybolup gitmiştir. Medine civarında bir ateş peyda oldu, halk korku içinde kaldı.Hz. Ömer bir saksı içine “Ey ateş! Allah’ın izni ile sakin ol!” yazıp saksıyı ateşin karşısına koydu ve ateş söndü.Halk korkunun verdiği dehşetten kurtuldu. Medine-i Münevvere’de birbiri ardından zelzele olmuş idi.Bundan dolayı halk korku içinde kalmıştı.Hz. Ömer elindeki asası ile yere vurarak: “Allah’ın izni ile dur” demiş ve zelzele durmuştur. Hz. Ömer’e bir cahil kişi fena sözler söylemişti.Bu cahil kişi maymun şekline girmiştir(12).Hz. Ömer’in nasıl bir zat olduğuu, Cenabı Allah’ın indinde ne büyük bir mertebede bulunduğunu kabul etmemek mümkün değildir. Şeyh Ali Semerkandi işte Hz. Ömer gibi büyük bir zatın torunudur.Ali Semerkandi Hazretlerine imrenmemek mümkün mü?... Hz. Ömer az yemek yemekle, yamalı, sade fakat temiz elbise giymekle küçülmemiş, yok olup gitmemiş, Allah katında büyümüş, büyüklüğün zirvesine ulaşmıştır.Büyüklüğün çöp tenekesi gibi mide doldurmakta, tantanalı elbise giymekte olmadığını göstermiştir. “ Üste başa bakma İçindekine bak ”.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ’NİN DOĞUP BÜYÜDÜĞÜ VE İRTİHAL ETTİĞİ YER
Şeyh Ali Semerkandi Hicri 720, Miladi 1300 tarihinde İsfahan’da doğmuş (13), irtihalı ise Ankara vilayetine bağlı Çamlıdere kazasının Hicri 862, Miladi 1442 yılında vuku bulmuştur(14).Vefatı esnasında Şey Ali Semerkandi 142 yaşlarında idi.Bir zamanlar Karaman (Larende) halkının ilgilileri bu konuyu takip edenler Konya’da mahkeme olmuş, mahkeme (heyet-i kuzat) tarafından Şeyh Ali Semerkandi’nin Ankara vilayetinin Çamlıdere kazasında yattığına dair karar verilmiştir (15).1225 tarihinde “Berat” da Ömerü’l-Faruk Hazretlerinin evladından Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere (Şeyhler) de medfun olduğu kaydedilmiştir bulunmaktadır.Bundan böyle Şeyh Ali Semerkandi’nin Ankara vilayetinin Çamlıdere kazasında yattığına dair delil bir değil, pek çoktur, ve işaretler az değildir. Arifibillah Şeyh Ali Semerkandi’nin türbesi Çamlıdere’nin kabristanını şereflendirmektedir. Bu mübarek zat İsfahan’da doğup büyüdükten, Semerkant gibi ilim irfan membaından ve o civarlardan lazım olan tahsilini tamamladıktan sonra irşat için ülkeden ülkeye, beldeden beldeye gitmiş ve seferlerde bulunmuştur.Ömrünün hitamında Çamlıdere’de vefat eylemiştir.Kendisine bağlı mütevellileri, halifeleri ve müridanı ile (zatından hariç tamam on kişi olmak üzere) şahsına has türbesinde yatmaktadır.Bir tarafında yedi, bir tarafında üç bulunuyor.Bunlar üçler, yediler olarak vasıflandırılıyor.Kendisi ile beraber türbede toplam on bir kişidirler. Çamlıdere dikkat ve ilgi çekici bir maziye sahip ve ünlü bir menkule maliktir.Zikri geçen veliyi bağrını açıp sinesinde taşımaktadır.Maddi ve manevi hallerin kucakladığı Çamlıdere, toplanıp derlenmesi gereken ve halka gerçek yönleri takdim edilmesi icab eden rivayetlerle dolup taşmaktadır. Çamlıdere daha önceleri sıra ile “Kuzuören, şeyhler (şıhlar)” isimlerini taşımış, ilçe olunca “Çamlıdere” ismi ile isimlendirilmiştir.Çamlıdere Anadolu’nun uzak ve yakın geçmişini temsilen ortaya koyabilecek evsaftadır.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ’NİN YAKINLARI Şeyh Ali Semerkandi’nin kardeşlerinin olduğu biliniyor, iki veya üç erkek kardeş oldukları rivayet ediliyor (16).Hz. Ömer İsfahan’ın fütuhatında oğlunun birini oraya bırakmış, orada yerleşip kalan Hz. Ömer’in oğlu İsfahanlı bir kız ile evlenmiş idi.Şeyh Ali Semerkandi bu sülaleden zuhur etti. Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri’nin kardeşlerinden birinin adı Kebir Ahmet (yani Seyyid Ahmed-i Kebir) idi.H. 720 tarihinde İsfahan’da doğan Şeyh Ali Semerkandi kardeşi Ahmet ile hayata mukaddes bir gaye doğrultusunda bakıyordu.Annesi babası temiz pak bir nesilden gelmişler, çocuklarının Allah yolunda veli ve mürşid olduklarını görmüşlerdir. Büyüyüp giden Şeyh Ali Semerkandi ermişlerin yolunda idi, ilahi aşk ile yanıp tutuşuyor ve çocuk çağını İsfahan’da geçiriyordu.20 yaşına ulaşınca kendinde bir başkanlık hissetti.40 sene mağarada ibadet etti.Çilehaneye girdi, çilehane usulünü itaatle takip edip neticeye başarı ile vardı.Kemale erip olgunlaştı.Kendisine ilham gelmeye başladı. Zaman ilerliyor, seneler geçiyordu.Şeyh Ali mana aleminin sultanlarına karıştı, sahib-i keramet oldu ve velayet yetkisini aldı.Onun için artık bütün rahmet ve bütün imkan kapıları açılmış oluyordu.Zaman geldi, gün oldu Mekke ve Medine’ye gitti, Rasül-ü Ekrem’e (manen) hizmet etti, onun türbedarı oldu, hatta Efendimiz tarafından manevi evlatlığa kabul edildi(17). Velileri için keramet yetkisi vardır, ve kerametin sınırı yoktur.Bu bakımdan Şeyh Ali Semerkandi’nin keramet yetkisi altında çok şeylere mazhar olmuş bulunacağı yolundaki rivayetlerini inkarla değil imanla karşılamak icab eder. Enbiya güneştir, veliler kamer Manzume-yi alem bunlarla döner Kamili bulmakmış alemde hüner Andan gafil olan bigane düşmüş (18).
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ İLE İLGİLİ İSİM, MAKAM VE HAL BENZERLİĞİ Yeryüzüne gelen insanların isim bakımından olsun, türlü tutum ve davranış bakımından olsun, hatta makam ve mevki bakımından olsun, kişilerin görüş ihtilafları ve açık, kesin bürhan yokluğu sebebi ile zaman zaman birbirlerine zan ve tahmin açısından benzetildikleri vaki olan bir durumdur.Bundan böyle Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri’nin ismine benzer ismi taşıyan zatlar muhtelif beldelerde ikamet edip yaşamış olabilirler.Aynı hal ile de hallenmiş bulunabilirler.Bu arada bazı yerlerde bu zata izafe edilen kabir ve türbeler bu zatın makamı, yahut bu zatın halifelerinin medfun bulunduğu yer olmaktadır. Şunu açıkça belirtmek gerekir ki Şeyh Ali Semerkandi’nin ismi Türkiye’nin yani Anadolu’nun bazı yerlerinde bazı türbelere ve bazı makamlara yöneltilerek yadedilir.Hatta İslam aleminin birçok yerlerinde de geçer.Yalnız muhtelif yerlerde Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri’nin ismini taşıyan türbelerde yatan zatlar bu zatın halifeleridirler.Öteden beri bu zatın ismi altında hatırlana gelmişlerdir. Şeyh Ali Semerkandi muhtelif ülkelere kendi adına iş gören, hareket eden halifeler tayin etmiş, onlara manen direktifler vermiştir.Onlar bu zatın namı ile yaşamışlardır.Yahut aynı isim tahtında başka bir veli aynı hal ile hallenerek oralardan gelip geçmiştir ne malum (19). Şeyh Ali Semerkandi sağlığında “Babaresül” adında bir zatı kendisi adına faaliyet göstermesi için halife tayin edip “Zeyne” beldesine gönderiyor.Zeyne Osmanlı İmparatorluğu döneminde Konya’ya bağlı idi.Sonraki dönemde kentlerin idari şekli değişmiş, bugün “Zeyne” “Sütlüce” adını alıp kasaba olmuş ve Mersin vilayetinin kazası bulunan Gülnar’a bağlanmıştır.Elan Zeyne karyesinde yatan zat, Şeyh Ali Semerkandi’nin kendisi değil, zikri geçen halifedir, Evliyaullah’tan olup mübarek büyük zatlardan biridir.Yanında belirli birtakım yatırlar bulunmaktadır.Zeyne bölgesinde Evliyaullah’tan Babaresül ile ilgili değişik hayli pek çok zuhur eden kerametler anılmakta, öyküsü dillerde dolaşmakta ve manzume halinde hikayeleri nakledilmektedir. Şeyh Ali Semerkandi’nin manen familyesine dahil olmasından ileri geliyor.Bundan böyle Çamlıdere kazasında medfun Şeyh Ali Semerkandi ile Zeyne’de medfun Babaresül arasında kesin olarak bir benzerlik bulunmamaktadır. Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’deki öyküsü başka, Babaresül’ün Zeyne’deki öyküsü başkadır. Babaresül Zeyne’de evlenmiştir, çocuk sahibi olmuş, annesi yanında yatıyor, Anadolu’da doğmuştur.Hatta Anadolu’dan şarka gitmiş, Mısır’a kadar seyahat etmiştir.Aksine Şeyh Ali Semerkandi Şark’tan Anadolu’ya gelmiş, hiç evlenmemeiş, evladı yoktur ve daha başka halleri ile Zeyne’deki yatan zata hiç benzememektedir.Fakat bazı menkıbelerin Çamlıdere’den Zeyne’ye götürülüp getirilmesi, araya fasılaların girmesi ile iki zatın hayat öyküsünün bazı yönleri ihtilata uğramıştır. Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Külliyesi’nde mevcut belgeler Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’de medfun bulunduğunu kesinlikle ilan ediyor.Şunu belirtelim ki Zeyne’de yatan zatın ismi de Ali olabilir, Semerkant’a sefer etmiş, orada tahsil görmüş, ve birtakım yerlere sefer etmiş ve kerametleri görülmüş olabilir.Hatta veliler arasındaki hal ve keramet benzerliği de cereyan etmiş bulunabilir.Lakin Zeyne’deki yatan Ali, Çamlıdere’deki yatan Ali değildir.Karaman’da Anadolu’nun ve Türkiye’nin bazı kentlerindeki, İslam aleminin bazı ülkelerindeki medfun nice nice adı Ali olan veliler arasındaki benzerlik böyle bir yorum, böyle bir izah ve böyle bir hüsnüzandan vabeste değildir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde devletten (Hazine-i Hassadan) Çamlıdere’ye 45 (kırkbeş) bin kuruş gelir.30 (otuz) bin kuruşu Çamlıdere’de sarfedilir, 15 (on beş) bin kuruşu Zeyne’ye gönderildi.Hatta “Sığırcık Suyu” nun bulunduğu yerlerden tahsil edilen vergiler Çamlıdere’ye sevkedilirdi.Buna benzer icraat harfiyen tatbik edilirdi.
Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’de tefsiri, memkıbeleri ve benzeri kayıtları vardı. Vaktile bu eserler o devrin Osmanlı padişahına götürülmüş, padişah memnun kalıp ilgi göstermiş ve eserleri kendine takdim edenlere ikram ve izzette bulunmuştur.Padişahın etrafındaki devlet erkanı ve o günün Şeyhü’l-İslam makamında bulunan İslam alimi ve öbür ülema yakınlık duyup Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’de yattığını tasdik ederek kayıtlara intikal ettirmişlerdir. Padişahlıkça gönderilen tahsisat H. 1330 senesine kadar Çamlıdere’ye gelmiştir.Umumi harp çıkıp seferberlik ilan edilince herşey sona erdi, tahsisat kesildi.Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu belini doğrultamadı, olanlar oldu, ülkenin çehresi değişti, eserler olsun, kayıtlar olsun bilinmezlik içinde tarihin meçhul sayfalarına gömülüp gitti. Şeyh Ali Semerkandi ile ilgili “Barü’l-Ulüm” adında gayri matbu tefsir vardır.Hatta zatına has menakıbı var idi, belirli zevat tarafından görülüp okunmuştur.Fakat M. 1926 tarihinde büyük bir yangın çıkıp birkaç ev hariç Çamlıdere’yi yer ile bir etti.Yangın karşısında herşeyini (kül olup) savrulmaya terkeden Çamlıdere Şeyh Ali Semerkandi hakkındaki eserleri ve kayıtları da (birkaçı hariç) ateşler içinde kül olup gitmekten kurtaramamıştır.Onun için deniliyor ki zikri geçen kıymetli zatın yazılı ve kıymetli belgeleri, menkıbeleri evlerle birlikte yanmış ve kaybolmuştur (20).Lakin eldeki belgeler yeteri kadar tatmin edicidir.
Yeryüzünün çeşitli yerlerinde Enbiya’nın ve Evliya’nın, bu arada birçok zevatın kendi adlarına atfen anılan makamların olduğu şüphesizdir.Evliya’dan Şeyh Ali Semerkandi’nin Çamlıdere’deki türbesi makamı değil, asıl kabridir.Bu türbede bizzat kendi zatı (naşı) bulunmaktadır.İlgili resmi belgede Çamlıdere (yani Şeyhler karyesin) de medfun olduğu kaydedilmektedir (21).Yanında bulunan ve kendisine komşuluk eden diğer on kişi ile berzah alemine buradan katılmış bulunmaktadır. Yeryüzünde aynı isim ve aynı ünvanı taşıyan binlerce insan gelip geçmekte, bu insan kitlelerinin içinde pek çok meşhur zatlar bulunduğu ve bunların hatıralardan çıkarılmadığı için yerleri, yurtları ve kabirleri belli sınırlar içinde muhafaza edilmektedir.Aksine Peygamberlerin ekserisi dahil bazı meşhur zatların hayatlarının tamamı, nerede yattıkları ve nüfus hüviyetleri bilinmektedir.
Arifibillah Şeyh Ali Semerkandi’nin bir hayli kerameti zahir olup elan bilinmekte ve muhtelif rivayetlerle nakledilmektedir. Bu zattan bahseden ve bahsettiği memul bulunan eserler mevcuttur.Tefsiri, Mübarek Suyu, saçayağı ve emsali nakiller, menkıbeler, belgeler meydandadır.Mahalli halkın arasında Şeyh Ali Semerkandi ile ilgili kayıtlar yapanlar, bilgileri zaptedenler olmuş, bizzat gerçeği ifade eden olaylara (kerameti yansıtan harikalara) şahit olanlar bulunmuştur.Bu eşhası yakinen görmek suretile ellerindeki ne dillerindeki dökümanlardan gerekli nakilleri yapmak her zaman mümkündür.Yani günümüzde Şeyh Ali Semerkandi ile aranan bilgiler mahalli halk arasında canlı ve taze olarak yaşamakta, bazı emareler tevatüren ortada görülmektedir. Bir başka hususu dahi hatırlatmak gerekir ki Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri’nin Çamlıdere’de medfun bulunduğuna dair mahalli ve mübarek suyun bulunduğu yeri çevreleyen bölgede yaşayan Müslümanlar arasında kesin ittifak vardır. Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri Beni Adem’den mübarek bir zattır.Doğup büyümüş, yaşamış, uzunca bir ömür sürmüş, dünyanın çilesini çekmiş, takdir buyrulan ömrünü tamamladıktan sonra Çamlıdere’de vefat eylemiştir.O da bir insan idi, fakat seçkin insanlardan idi.Yer, içer, gezer, yatıp uyur ve istirahat ederdi.Şüphesiz Cenab-ı Allah’ın sevgili kullarının listesinde yer alıyordu.Evliyaullah’tan olarak bu alemde gözükmüş, sofi ve derviş kıyafetinde İslamiyet’in yayılmasına candan ve derun-i dilden hizmet etmiştir. Sırtına alıp dünyanın altında ezilen insanları sık sık görmek mümkün, lakin Şeyh Ali Semerkandi ne dünyayı sırtına sarmış, ne de dünyanın altında kalıp ezilmiştir.Dünya hayatını manalı olarak değerlendirmiş, daima alçak gönüllü bulunmuş, dünyanın maddi zenginliği ile övünmemiş, işe yaramayan bütün isteklerini yenmiş, nefsine hakim olmuş ve mütevazı insanların hayat seyrini takip etmiştir. Şeyh Ali Semerkandi dünyanın üstüne binip onu binek yapmamış, dünyaya Şeytan’ı sevdiren, nefisleri azıtan hizmetlerde bulunmamış, dünya ona meşru istikamette hizmet etmiştir.Onun için Cenabı Allah’ın pek kıymetli kulu Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri çekinmeden, büyük bir cesaret şevki ile herşeyini Hak yolunda cömertçe feda edip harcamıştır. Şeyh Ali Semerkandi (Kaddesallahü Sirrahü) uzun boylu, iri yarı idi.Nurani yüzlüydü.Buğday renkliydi.Kırmızı benizliydi.Elleri büyükçe olup bıyıklı ve ak sakallıydı.Beyaz sakalı ve beyaz elbisesi ile şeklen ve manen efrad-ı beşer için ne güzel bir nümune idi.Elini öpmek isteyenler onun eline kapanmaya kalkarlar, fakat O Büyük Veli Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri elini geri çekerdi.Nurani yüzü, buğday renkli benzi ve ak sakalı ile inananlara iltifat eder, tanışmak için ziyaretine gelenleri yanında bulunanlara takdim ederdi.Dostça gelenlere ilgi gösterip muhabbetle bakardı.Uzun boy üzerinde nurani yüzlü, buğday renkli ve ak sakallı Şeyh Ali Semerkandi inananların hayalinde ve gönlünde her zaman dolaşmakta, bundan böyle ünü dünyaya yayıldığı için unutulmamaktadır (22). İslamı bihakkın yaşayarak, ilahı aşk ile yani Adem atamızdan miras olarak kalan aşk ile hayatını manevi cihazla renklendiren Şeyh Ali Semerkandi tavazu babında yükseklerin yükseğine çıkmış, kemale ulaşmış, iman nuru ile coşmuş, herkesin imdadına koşmuş ve rabbimiz’in katında alem-i İsalm’ın yakından tanıdığı büyük bir veli olarak Kainatta iz yapmıştır.Kavlini, fiilini ve halini Peygamberimiz, Efendimiz iki cihanın fahri, sultanı Muhammed Mustafa sallellahü aleyhi vesellemin sünnetlerine tıpatıp tabi kılan Şeyh Ali Semerkandi Rasül-i Ekrem’den her kulun erişemeyeceği kıymetli yakınlık görmüştür.Bu durum Şeyh Ali Semerkandi için rütbelerin en büyüğüdür.
Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri bugün manevi evlatlarım diye tanımladığı Çamlıdere insanının kendisi için yaptırdığı türbesinde yatmaktadır. Mübarek zatın adına 13.05.1996 yılında Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Vakfı adında bir vakıf kurulmuştur.
Ankara’nın bu şirin ilçesine hem otobandan hem de E5’ten ulaşım mevcuttur.Otoban-Çamlıdere bağlantısı 10 km, E5-Çamlıdere bağlantısı ise 16 km’dir ve tüm bu bağlantılar asfalttır.Çamlıdere-Ankara arası her iki yoldan da ortalama 100 km’dir.
Ekler : (1) Bakara suresi, ayet: 221 (2) Rum suresi, ayet: 50 (3) Makasıdü’t-Talibin, s. 170, ist-1306 (4) Berat (ilamat-i Şer’iyye), Yabanabat-1225.“Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Külliyesinde mahfuzdur”. (5) Tarih-i Tabei, c. 3 s. 146, İsatnbul-1328. (6) Menakıb-ı Ciharyar-ı Güzin, s. 190-191, İst-1966. (7) Kenzül-Akaid, s. 94, İstanbul-1316. (8) Mirkat-i Akanid, s. 59, İstanbul-1333. (9) Akaidü’l-İslam, s. 81, İstanbul-1300. (10) Şerh-i Akanid, s. 27, İstanbul (bilatarih). (11) Akanid’l-İslam, s. 81, İstanbul-1300. (12) Menakıb-ı Ciharyar-i Güzin, Tarih-i Taberi, Kısas-ı Enbiya ve Tevar-i Hülefa. (13) Şeyh Ali Semerkandi (K.S.) Hazretlerinin Manzume ile Menkıbesi (Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Külliyesinde).Bekir Sıdkı Ertekin. (14) Kur’an Tarih, s. 213, İstanbul. Tefsir Dersleri “1967-1968” ders dönemi, s. 359, (İstanbul-Yüksek İslam Enstitüsü).Müderris: Mehmet Sofuoğlu. (15) Merhum Halim Baki Kunter’in elindeki belgeden nakil: Çamlıdere halkından ibrahim oğlu Necati İlhan. (16) Merhum Hilmi Kaya’dan nakil: Kızılcahamam’da meskun, Hüseyin oğlu Raşit Ayhan. (17) Şeyh Ali Semerkandi (K.S.) Hazretleri’nin Manzume ile Menkıbesi (Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Külliyatında Mahfuz). BEkir Sıdkı Ertekin. (18) Divan-i Kemali, s. 165, İstanbul-1957. (19) Merhum dedesi Karakaşoğlu İsmail Efendi’den nakil: Çamlıdere’de Sakin Emin oğlu Ali Kaya. (20) Nakil: Çamlıdere’de Sakin Ahmet oğlu Hasan Fazlı (pederi merhum Ahmedi Bircan’dan naklen). (21) İlamat-i Şer’iyye (Berat) 1225, Yabanabat Kadılığı (Çamlıdere’de Şeyh Ali Semerkandi Külliyesinde Mahfuz). (22) Alem-i nevmden nakilun: Çamlıdere’den Eşref oğlu Hacı Hasan Hüseyin Erşahin, Halil oğlu ibrahim Gürsoy, Buğralar’dan Musa oğlu Zuhuri Aşçı.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİ
SIĞIRCIK/ÇEKİRGE SUYU
Yaz mevsiminde, kadınlar tarlada ekin biçiyorlardı. Oralarda sığır otlatan Ali Semerkandî, namaz vakti girdiği hâlde abdest tâzeleyecek bir su bulamadı.
O da suyun çıktığı yere bakarak; "Ey mübârek su! Ne çıktığın belli olsun, ne de aktığın!" buyurdu.
Bu söz üzerine suyun çıktığı yer, kuyu ağzı gibi olup hareketsiz kaldı.
Çekirge Suyunun çektığı Yerin Videosu
O târihlerde Osmanlı pâyitahtı olan Bursa'da bir çekirge âfeti oldu. Her tarafı çekirge kaplamış, mahsûlleri ve çiçekleri harâb etmiş idi.
Bu âfetten kurtulmak için, zamânın zirâatçılarından çâre soruldu. Yapılan bütün araştırmalardan bir netice alınamayınca, âlimlere ve velîlere haber gönderildi.
Bu çekirge âfetinden kurtulma çâresinin ne olduğu soruldu. Bu haber, Çamlıdere'de yaşayan Ali Semerkandî'ye de ulaştı.
Ali Semerkandî hazretleri, dağda asâsıyla çıkardığı sudan bir miktâr Bursa'ya gönderdi.
Bu suyu, zarar veren haşerâtın bulunduğu bölgeye dökmelerini tenbih etti.
Suyu Bursa'ya götürdüler. Çekirge âfetinin bulunduğu bölgelere azar azar döktüler, çok kısa bir zaman içinde çekirgeler kayboldu. Mahsûller, bitkiler, çiçekler çekirgelerin istilâsından böylece kurtuldu.
Bir rivâyete göre bu su, bir kap içinde yüksek bir yere asıldı.
Allahü Teâlânın cc izni ile suyun götürüldüğü yerde sığırcık kuşları toplanıp, bir anda çekirge sürülerini mahvettiler.
Pâdişâh, Bursa'nın çekirgelerden kurtulmasına vesîle olan Ali Semerkandî'yi Bursa'ya dâvet etti.
Ali Semerkandî Bursa'ya geldiğinde, Pâdişâh ona çok izzet ve ikrâmlarda bulundu. Pek fazla iltifât edip, Bursa'da kalmasını arzu etti.
Fakat Ali Semerkandî, nâzik bir ifâdeyle Bursa'da kalamıyacağını, bu ümmetin fakir olup, Resûlullah Efendimizi ziyârete gidemeyen insanların bulunduğu bölgede kalmak istediğini bildirdi.
Bunun üzerine Pâdişâh, bir istekte bulunmasını arzu etti. Ali Semerkandî de;
"Çamlıdere havâlisindeki tebanız çok fakirdir. Onları, askerlik ve toprak kirâsı mükellefiyetinden muaf tutmanızı arzu ediyorum." buyurdu.
Pâdişâh derhâl bir ferman yazdırarak, bundan sonra Çamlıdere havâlisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağını ve toprak kirâsının alınmayacağını bildirdi.
O günden, İstiklâl Harbi sıralarına kadar Çamlıdere bölgesinden vergi alınmadı ve askere giden olmadı. Bütün pâdişâhlar, o fermana riâyet ettiler.
Ayrıca, "Çekirge Suyu" ismi ile meşhûr olan sudan zaman zaman alınarak, çekirgelerin zarar yaptığı bölgelere götürüldü.
Bu su; hâlen Çamlıdere'nin kuzeyinde, Gerede'nin doğusunda Çankırı'nın Eskipazar kazasına bağlı Sadeyaka köyünün «Şıhlar» mahallesinin sınırları içindedir. Mahallenin biraz ilerisinde müstakil olarak bulunuyor. Çekirge Suyu namı ile de maruf.
Kazım Atalık
OSMANLI ARŞİV BELGELERİNDEN
Şeyh Ali Semerkandî Hazretleri’nin torunlarından Şeyh Ali ve evlatlarının berâtının yenilendiğine ve bütün vergilerden muaf olduklarına dâir ferman
Fermân: Abdülmecîd Dönemi h. 06.07.1255 / m.15.09.1839
Konusu: Yabanâbâd Kazâsı’na tâbi Şeyhler Köyü’nde yer alan
Sığırcıksuyu’na mutasarrıf Şeyh Ali Semerkandî Hazretleri’nin torunlarından Şeyh Ali ve evlatlarının berâtının yenilendiğine ve bütün vergilerden muaf olduklarına dâir.
Yazı Çeşidi: Fermân, dîvânî hat ile yazılmıştır. 19 satırdır.
Tuğrası ve Tezyinatı: Altınla çekilmiş tuğra, siyah tahrîrlidir. Tuğranın boşlukları, açık renk zemîne, koyu renk negatif motiflerle tezyîn edilmiştir. Halkârî kompozisyonuyla bezenen üçgen formun zemîni, birer sıra kurtçuklu pervâz ve cedvelle çerçeveye alınmıştır. Çevresindeki yarım goncalar degrade, tarama ve akıtma teknikleriyle boyanmıştır. Desen kırmızı, mavi tığlarla bitirilmiştir. Tuğların üst tarafında ve kompozisyonun tepesindeki şemse içinde, hatâîli simetrik klâsik tezhîb görülmektedir. Mavi dendanlarla çevrilen hatt-ı hümâyûnun çevresi, sıvama altın olup, üzerine, siyah negatif çiçekler yapılmıştır. Başlıktaki klâsik tezhîb, birer sıra zencerek ve kurtçuklu pervâzla çevrilmiştir. Tezhîb, kapalı form ve hatâîden müteşekkildir. Tığları, mavi ve kırmızı renkte negatif motiflerden müteşekkildir. Ayrıca, başlıkta ve şemselerde, zemîn rengi olarak fıstık yeşili kullanıldığı dikkat çekicidir. Satır araları, mücevher noktalıdır. Yazıda, siyah mürekkeb kullanılmıştır.
Gördüğü İşlem:
1-Hançerin üstünde, Pâdişâh’ın el yazısıyla yazılmış “Mûcebince amel oluna.”, (Gereği yapılsın.) ibâresi yer almaktadır.
2-Sol alt köşede, fermânın yazıldığı yerin kaydı vardır.
FERMANIN ÇEVİRİSİ
Vilayete bağlı Yabanabad kazası köylerinden Şeyhler köyünde defnedilmiş şeyh Ali es-Semerkandi hazretleri evladından olanların emlâk vesaire vergisiyle koyun ve keçi gibi hayvanlardan alınan vergi ve mahsulattan alınan vergiler karşılığı olarak otuz bin kuruş tahsis edildiği gibi bu defterde yazılmış emlâk ve arazinin kayda göre vergisi olan bin altı yüz elli altı kuruştan yalnız bin beş yüz yirmi iki kuruşa karşılık yine bu miktar ayrılan bedel olan ve her sene bu bedelin alınması ve geri kalanının kendilerinden sorulması ve ödetilmesiyle beraber çelebilerin emlâk ve kayıtlı araziden başka sonradan satın alınmış emlâk ve arazileri var ise onlardan ve bundan böyle satın alacakları arazi ve evlerden kıymet, ve içlerinde sanayi ve ticaretle meşgul olanlardan kazançlarının vergisinin alınması kurallara ve örfe uygun bulunmuştur.
Bu sebeple gereğinin yerine getirilmesi, adı geçen Şûrânın uygun görmesiyle bu sonucun padişah emrine de uygunluğu gösterilmiş ve bunun kabul olduğu ve desteklenebilir olduğu görünmüştür.
Bu durumun padişah emri ve izni ile olduğu ve gereğinin yapılmasının da Maliye Bakanlığına ve ilgili vilayete ve bu konudaki bilginin de İçişleri Bakanlığına gönderilmesi karalaştırıldı. Bu hususta emir ve ferman Padişah Hazretlerinindir.
Fi 4 Rebiülevvel Sene 1896
Fi 27 Ağustos Sene 1894
Dahiliye Dairesi Reisi Akif Bey (mühür)
Azadan Şerif Abdülrüşd/AzadanLütfi Efendi/AzadanRıza Bey
/AzadanMacid Bey/Azadan Sami Efendi
/AzadanKeçecizade Yahya Reşad/Azadan Aziz Bey
/Azadan İlyas/Azadan Abdullah Beşe/Azadan
İbrahim Behçet Bin Macid/Azadan Mansur Beşe
/Azadan Nureddin Bey
BELGE NO: 2
KİMDEN : Şeyh Hüseyin Efendiden
KİME: Padişaha
KONU : Şeyh Hüseyinin eskiden olduğu gibi resmi yazışmalarda vakıf mührünü kullanmasına ilişkin padişaha sunduğu dilekçedir.
BELGE: Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü-İstanbul
Cevdet Tasnif İktisat No: 1938
DEVLETLÜ İNAYETLÜ MERHAMETLÜ HAZRETLERİ SAĞ OLSUN
Arz-ı bendeleridir ki, Kankri Sancağında Yabanabâd kazasına tâbî ŞEYHLER nam karyede medfun Kutbü Arifîn Şeyh Ali Kuddise Sırruhul-Azîzin evlatlarından Sığırcık Suyuna memur Şeyh Hüseyin Efendi dâileri işbu arz-ı hâli mefhuktere ötedenberi vakf-ı mezburun zaviyedâr ve mütevellisi olanların gerek vezâif-i cihanı mahlullerinde ve gerek kasr-ı yedi zuhurlarında vakf-ı mezkur mütevellilerinin kaleminde mahfuz olan mühürlerine mutabık arzlarına olagelmişken bazı kimesnelerin hilaf-ı inha iştigallerine binâen zaviyedârlarının mühürlerine itibar olunmayıp zaviye-i mezkurun umûr-u hususu kadı arziyle rü’yet olunmak üzere ber-takrib isdar ittirilen emr-i şerifin kaydı terkin ve mukeddema tatbik içün hıfz olunan mührüne amel ve itibar olunmak üzere emr-i şerif sudurunu tahrir ve istida ider zaviyedarlık mezkur vazife-i muinesiyle mûma ileyh Hüseyn Efendinin üzerinde olduğu ve vakf-ı mezkurun mürtezika ve aziz müşarün ileyhin sâir evlatlarının iştikalarına binâen merkumun arzına amel ve itibar olunmak içün izzetlü reisül-küttâb efendi kullarının lamı mûcibince işbu sene-i mübareke Rebiülâhirinde virilen emr-i şerif kaydı badel-ihrac muktezası sual olundukta evlad-ı aziz müşarünileyhden sahib-i arz-ı hâl merkum Şeyh Hüseyin Efendinin ber vechi muharrer zaviye-i mezburun umûr ve hususu kadı arziyle rüyet olunmak üzere ahd-ı karîbte Anadolu muhasebesinden virilen emrin kaydı terkin ve mukaddem tatbik içün hıfz olunan mühre amel ve itibar olunmak istidasının tanzimi emr-i âliye menut idügi mevkufattan der kenar olmuştur. Malum-u devletleri buyuruldukta emr-i ferman devletlü saadetlü sultanım hazretlerinindir. Sene 12 C. 1191(1777).
METNİN ÖZETİ
12 Cemaziül-Ahir sene 1191/1777 yılı
223 yıl önce, Padişah I. Abdülhamit dönemi.
Çankırı Sancağına bağlı ŞEYHLER adındaki köyde medfun Şeyh Ali evlatlarından SIĞIRCIK SUYUna memur Şeyh Hüseyinin verdiği dilekçede:
Yukarıda adı geçen zaviye ve vakıfta zaviyedar ve mütevelli olanlar görev yaparken gerek varissiz vefat edip gerekse bu işten el çekmeleri halinde mütevelliler kaleminde muhafaza edilen mühürler kullanılarak yüksek makama yazışma yaparak, bazı kişilerin şikayeti üzerine bu yazışmalarda Kadının aracılığı istenmesi üzerine sadır olan irade-yi seniyye ve 1191 yılı Rebiü-ahir ayında Reisül-Küttab(Başkatip) tarafından verilen lamın silinip geçersiz olması isteği üzerine : Şeyh Hüseyin Efendinin adı geçen zaviye ve vakfın zaviyedar ve mütevellisi olduğu, eskiden olduğu gibi mütevelliler kaleminde muhafaza edilen mühürlere itibar edilip yazışmalarda kullanılması uygun görüldüğü, mevkufattan derkenar olduğu padişah hazretlerinin buyruklarından olmakla bu hususta gereğinin yapılması arz olunmaktadır.
13 C. Ahir 1191/1777de gerekli irade-yi seniyye verilmiştir.
METNİN ÇEVİRİSİ
Siz, devletli, inayetli, merhametli padişah hazretlerine bu dilekçeyi sunan kişi, Yabanâbâd ilçesine bağlı ŞEYHLER isimli köyde yatan: Kırklar (İlk kırk müslüman olan kişi)ın başkanı, Peygamberimizin ikinci Halifesi, Hz. Ömer (R.A.)ın evlatlarından, âriflerin kutbu, evliyanın büyüklerinden Şeyh Ali Hazretlerinin evlatlarından SIĞIRCIK SUYUna memur olup bu evliyaya ikram olarak merhameten padişah tarafından bütün vergilerden ve yükümlülüklerden bu Şeyh Ali Hazretlerinin tüm evlatları bağışlandığı gibi yukarıda adı geçen vakıf işleriyle de görevlidirler. Yüksek makamlarla yapılan yazışmalarda vakıfta muhafaza edilen mühür kullanılıyordu. Fakat bazı bozguncu kişiler fesat çıkarmak için bu mühre itibar edilmeyip, yazışmaların Kadı aracılığı ile yapılması için Anadolu Muhasebesine başvurarak oradan istedikleri yazıyı elde ittiler, onların böyle yapması benim zararıma oldu, beni mağdur ettiler. Halime acıyarak Anadolu Muhasebesinden alınan yazının geçersiz sayılıp kaydının silinmesi ve bu Ali kullarını sevindirmeniz için yüce padişah Hazretlerinin buyruklarından olmakla bu hususta gereği yapılarak elime bir berat-ı âlişan verilmesini istirham ederim.
Sığırcık Suyu Şeyhi :Hüseyin
NOT : 9 C. Sene 1191/1777de padişah tarafından gereği yapılsın emri ile bu dilek yerine getirilmiştir.
ŞEYH ALİ SEMERKANDİ (KS) CUMA CAMİİ
BERÇİN ÇATAK KÖYÜ
Şeyh Ali Semerkandî Hazretleri Örenşar beldesinden ayrıldı ve "ÇATAK" karyesine geldi .
BERÇİN ÇATAK KÖYÜ
Şeyh Ali Semerkandî Hz. (k.s) yaşadığı Eskipazar ilçesinden ayrılınca önce bu köye uğramış ve uzunca bir süre kalmıştır. Burada kaldığı sırada eskiden Cuma camii olarak kullanılan camiyi yaptırmıştır.
Berçinçatak, Ankara ilinin Kızılcahamam ilçesine bağlı bir köydür.
Köyün tarihi 1300'lü yıllara dayanmaktadır. Yaklaşık 700 yıllık bir tarihi vardır. Bu belgelerle tespit edilen tarihtir. Berçinçatak Köyü idari yönden "Berçin" adıyla Çankırı Vilayeti'nin Çerkeş Nahiyesi'ne bağlı olarak kayıtlarda mevcuttur.
Bu kayıtlar 937-1530 tarihleri arasında tutulan " 438 Numaralı Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri" adlı Osmanlı kayıtlarıdır.
Ayrıca , 1300'lü yılarda yaşamış olan Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri'nin (1320-1457) köyde bulunan Cuma Camii'ni inşa ettiği , yine burada bir medrese kurduğu ve talebe yetiştirdiği bilinmektedir.
Çevre köylerin halkı bu camiide cuma namazlarını kılarlardı. Bu da köyün köklü bir geçmişe sahip olduğunu göstermektedir. (Kaynak: wikipedi)
Berçin Çatak Köyünün bir önemi de, 1900 yıllarında halk tarafından kurulan ve müderrisliğini İbrahim Efendinin yaptığı medresedir. Bu medrese, Cuma camii yanında kurulu olarak kalmış.
Şey Ali semerkandi Hazretlerinin (k.s) Berçin Çatak köyünde yaptırmış olduğu Caminin Tamirat görmeden önceki hali
Berçin Çatak Köyü Şeyh Ali Semerkandî Cuma Camiinin Yenilenmiş Hali
Kazım Atalık
KABİR ZİTARETİNİN ADABI
Kabirler, insana ölümü ve ahireti hatırlatır. Bunun içindir ki, Efendimiz (s.a.v), daha önce, cahiliyye devrinden yeni çıkan Müslümanların kabir ziyareti sebebiyle bir takım bâtıl inanç ve âdetleri hatırlamalarını ve hataya düşmelerini önlemek için yasakladığı kabir ziyaretlerini "Sizi kabirleri ziyaretten men etmiştim; artık şimdi onları ziyaret ediniz, çünkü bu size ahireti hatırlatır" hadisleriyle tavsiye ve emir buyurmuşlardır.
Kabir ziyaretinin adabı nasıldır? Kabir zitaretinin ölüye faydası nedir?
Mevzuumuzla alakalı olarak Müslim'de Ebu Hureyre'den rivayet edilen diğer bir hadiste de şöyle buyurulmaktadır:
"Resulullah (s.a.v), anasının kabrini ziyaret etti, kendisi ağladı, çevresindekileri de ağlattı. Sonra şöyle buyurdu: "Rabbimden anam için istiğfar etmeyi istedim, izin vermedi. Kabrini ziyarete izin istedim, verdi. Kabirleri ziyaret edin, zira bu size ölümü hatırlatır."
İbret almak, Allah'ı hatırlamak için erkeklerin kabir ziyareti cumhur'a göre menduptur. Kadınların kabir ziyaretine gitmeleri ise mekruhtur. Fakat, gayr-ı meşrû davranışlarda bulunmadıkları takdirde onlar için de caiz olduğu cumhurun görüşüdür.
Kabir ziyaretinden üç türlü fayda hasıl olmaktadır:
1- Ziyaret eden ölümü ve ahireti hatırlar.
2- Salih kişilerin kabirlerinin ziyareti, ruhlara inşirah verir.
3-Ziyaret, zaman zaman bundan haberdar olan ölülere ünsiyet bahşettiği gibi, ziyaret vesilesiyle edilen dualar ve okunan ayetlerden istifade etmelerini de sağlar.
Kadınların kabir ziyaretlerinin caiz olup olmadığı konusunda ihtilâf edilmiştir. Ancak Hz. Aişe ve Hz. Fatıma'nın kabirleri ziyaret ettikleri göz önünde bulundurularak meşru dairede olmak kaydıyla ziyaretlerinde sakınca olmadığı ve onların da ibret alma ihtiyacında oldukları düşünülebilir.
Ölüler kendilerini ziyaret edenlerden haberdar olurlar mı?
Bedir savaşında harbin sonunda Kureyş'den ölenler bir kuyuya dolduruldu. Allah Resulü onlara hitap ederek: Ey filan oğlu filan ve falan oğlu falan! Allah ve Resulünün size va'd ettiklerini gerçek buldunuz mu? Ben Allah'ın bana va'd ettiğini gerçek buldum, dedi. Hz. Ömer: Ey Allah'ın Resulü! Ruhsuz cesetlere nasıl hitab ediyorsunuz? diye sorunca Peygamberimiz: "Benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyamazsınız. Şu kadar var ki, onlar cevap veremezler." buyurdu.
Peygamber Efendimiz bir kabrin yanından geçerken yanındakilere "Selam size ey mü'minler yurdunun sakinleri!" diyerek selam vermelerini emir buyurmuşlardır. Selam anlayana verileceğine göre ölüler kendilerini ziyaret edenleri tanıyorlar demektir. Müdakkik alimlerden birisi olarak tanınan İbn Kayyım el-Cevziyye de ölülerin özellikle Cuma ve Cumartesi günleri ziyaret edip dua edenlerden ve çocuklarının güzel davranışlarından duydukları sevinci nakleder.
Kişi kabrin başında kolayına gelen Kur'an ayetlerinden okur. Kabirde Kur'an okunması sünnettir. Çünkü Kur'an okumanın sevabı orada olanlara ulaşır. Ölü de hazır olan gibidir. Onun hakkında da Allah'ın rahmeti umulur. Kur'an okumanın peşinden kabulünü umarak ölüye dua edilir. Çünkü dua ölüye fayda verir. Kıraatin peşinden yapılan dua kabul olunmaya daha yakındır.
Kabri ziyaret eden kimsenin Yâsin suresini okuması müstehaptır. Çünkü Hz. Enes'ten rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Her kim kabristana girer de Yâsin'i okur ve sevabını ölülere bağışlarsa, o gün Allah Teâlâ onların azabını hafifletir. Kendisinin de bu kabristandaki ölüler sayısınca sevabı olur. Yine Hz. peygamber (s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Ölülerinize Yâsin suresini okuyun." Bir kısım Hanefîler, bu hadise dayanarak "Kişi amelinin sevabını bir başkasına bağışlayabilir, ameli -kıraat, namaz, oruç, sadaka veya hac- hangi çeşitten olursa olsun fark etmez" diye hükmetmişlerdir.
Kabir ziyareti yapılırken ölünün yüzüne doğru dönülerek selam verilmeli ve dua edilmelidir. Bu esnada kabri öpmekten, yüzünü gözünü sürmekten ve etrafında dönmek (tavaf) den sakınılmalıdır. Çünkü bu gibi davranışlar bid'attır ve dinde yeri yoktur.
Kaynak:izafet.com
ÇAMLIDERE'YE VE ŞEYH ALİ SEMERKANDİ HAZRETLERİNİN TÜRBESİNE ULAŞIM
1-Ankara/İstanbul OTOBAN yolundan Çamlıdere gişesi geçilerek ulaşılabilir. Çamlıdere-Ankara arası otobandan yaklaşık 100 km mesafede olup,Otoban-Çamlıdere bağlantısı (Türbeye kadar) yaklaşık 10 km dir. Bağlantı yolunun tamamı asfalttır.
2-Ankara istikametinden sırasıyla Kazan ve Kızılcahamam ilçelerini geçtikten sonra Çamlıdere levhası sapağından sola dönülerek ulaşım sağlanabilir. Ankara - Çamlıdere arası E5' tende yaklaşık 100 km olup, E5-Çamlıdere bağlantısı ise yaklaşık 16 km’dir. Bağlantı yolunun tamamı asfalttır.
İstanbul istikametinden ise Bolu-Gerede ilçesinden sonra Çamlıdere sapağından türbeye ulaşılmaktadır.
Ayrıca Ankara-Çamlıdere arası çalışan minibüslerle de Çamlıdereye ulaşabilirler. Minibüsler Ankara’dan sabah 07.00 - 05.30 arası, Çamlıdere’den ise 07.30-17.10 arası çalışmaktadır. Minibüsler Kazan, Kızılcahamam güzergahını izleyerek Çamlıdere'ye ulaşmaktadır. Minibüsle gitmek istiyenler 0312 753 12 12 - 0312 753 15 15 - 0546 713 12 12 - telefon numarasını arayarak detaylı bilgi alabilirler.
YERLEŞİM PLANI
ŞEYH ALI SEMERKANDI HAZTERLERİNİN (K.S)
HAYATI
Şeyh Ali Semerkandî, Hicrî 720 / Miladî 1320 yılında İsfahan’da doğmuştur. Babası Yahya Efendi’dir. İkinci Halife Hz. Ömer’in torunlarındandır.
Küçük yaşta Kur’ân-ı Kerim’i ezberledi ve çeşitli kıraatlere göre okumasını öğrendi. Tahsilini Semerkant’ta tamamladıktan sonra Buhara’ya giderek Alâeddin Buharî’nin talebesi oldu ve dinî ilimler ile tasavvufta kemale erdi.
Kendisine “Mekke’ye doğru” denilince harekete geçerek yolculuğa çıkıp Mekke’ye kadar geldi. Mescid-i Haram’da 14 yıl İmam-Hatip olarak görev yaptı. Medine-i Münevvere’ye giderek Peygamber Efendimiz (S.AV.)’in kabrinin bulunduğu Ravza-ı Mutahhara’da 7 yıl türbedarlık yaptı.
Ayrıca Şam, Kudüs ve Irak’ta ilim, irşat ve öğretim faaliyetlerinde bulundu. Daha sonra bu mübarek zat, Hz. Peygamber ( S.A.V.)’den aldığı manevî bir işaret üzerine Rum diyarı olan Anadolu’ya hareket etti. Beraberinde bulunan velilerin her birini ilgili yerlere yerleştirip, kendisi de Konya’ya gitti.
Karaman, Bozkır ve benzeri yerlerde ikamet ederek gerekli irşat görevlerinde bulunan Şeyh Ali Semerkandî, devlet erkânına nasihat ederek onlara yol göstermiştir.
Şeyh Ali Semerkandî, irşat görevi için geziyordu. Konya ve çevresindeki hizmetlerini tamamlayıp Alanya yoluna düştü. Kendisine ait bir asanın, bir hırkanın ve benzeri eşyaların Alanya’da saklı bulunduğu nakledilmektedir.
Alanya ve havalisini denetiminden geçirdikten sonra Alanya’dan ayrıldı. Uzun bir yolculuğun ardından günümüzde önce Çankırı’ya, sonra da Karabük’e bağlanan ve o zamanki adı “Örenşar” olan Eskipazar’a kadar geldi.
Eskipazar’da ikamet etmeye niyetlenen büyük veli, irşat hizmetlerini çeşitli vesilelerle halka aktarmaya çalışıyordu. Burada, onun kerametinin bir eseri olarak, duasıyla yerden bir su çıkmış; suyun ulaştığı yerde meydana gelen başları ve karınları beyaz “Sığırcık Kuşları” ziraî mahsule zarar veren haşaratı yok etmiştir.
Bu arada Osmanlı Devleti’nin başkenti, o günlerde İslâm âlimlerinin ve evliyanın merkezi haline gelen Bursa idi. Bursa’da ekili alanları çekirge sürülerinin işgal etmesi üzerine, halkın çaresiz kaldığını duyan Şeyh Ali Semerkandî, yanında bulunan bu mübarek sudan bir miktar o bölgeye göndererek, çekirgelerin yok olmasını sağladı.
Padişah bu iyilik karşısında onu Bursa’ya davet etti. Şeyh Ali Semerkandî’nin Bursa’ya teşrif etmesinin ardından Padişah Murat Hüdavendigâr, bu büyük zatın yanı başında vezir olarak bulunmasını istedi. Çünkü onu çok beğenip, sevmişti. Vezirler de aynı istekte bulundular.
Ancak her ne teklif ettilerse Şeyh Ali Semerkandî, bunların hiçbirine iltifat etmedi. Yalnız Padişah’tan yöre halkının vergi ve askerlikten muaf tutulmasını istedi. Padişah da bir ferman yazdırarak bu isteği kabul etti ve bu sayede İstiklâl Harbi yıllarına kadar Çamlıdere Bölgesi’nden vergi alınmadı, askere giden olmadı.
Şeyh Ali Semerkandî, Bursa’daki işinin ve görevinin sona erdiğini anlayınca, vedalaşıp buradan ayrılarak Örenşar’a döndü. Böylelikle hiçbir dünyalığa değer vermediğini ve irşat vazifesini yerine getirmek için halkın içinde yaşamaya devam edeceğini gösterdi.
Örenşar’da Sadeyaka Köyü’nün “Şeyhler” mahallesine bitişik topraklarda bulunan mübarek suyun yanına gelen Şeyh Ali Semerkandî, suyun civarında geçireceği son anlarını yaşıyordu. Çünkü Örenşar semtinden ayrılma zamanı yaklaşıyordu.
Örenşar’dan ayrılan Şeyh, Ankara’nın Kızılcahamam ilçesine bağlı Çatak Köyü’ne geldi. Burayı benimseyen ve burada bir müddet ikamet eden Şeyh Ali Semerkandî, Çatak’ta ihtiyaca cevap verecek bir caminin bulunmadığını gördü.
Bu eksikliğin giderilmesini üzerine aldı ve kısa bir sürede caminin (Cuma Camii) yapımını tamamladı. (Bugünkü adı Berçin Çatak olan köyde bu camii hâlâ mevcuttur, ancak sonradan yapılan tadilatlar nedeni ile tarihi dokusu bozulmuştur. Camii, köyün biraz dışında kaldığı için, sadece Cuma Namazları bu camide kılınmaktadır.)
O zamanlarda Çamlıdere küçük bir köydü. İçinden geçen kuru derenin sağ yamacında “Yayalar” adı verilen 30–40 hanelik bir köy ile derenin sol kısmında 8–10 hanelik bir topluluk vardı. Bu kısım “Kuzören/Kuzviran” adı ile anılırdı.
Şeyh Ali Semerkandî, önce Yayalar Köyüne gelip yerleşmiş, daha sonra ise Kuzören/Kuzviran yakasına geçerek burada ikamet etmiştir. Şeyh Ali Semerkandî’nin ismine atfen buraya “Şeyhler” adı verilmiştir.
Buraya yerleştikten sonra mülk edindiği ½ hisselik çiftlik yeri ile bir değirmeni vakfederek bir zaviye kurmuş; bu vakfın idaresini ve kullanımını evlatlarına bırakmıştır.
O zamana kadar tenha bir köy olan Şeyhler, zamanla çok gelişip büyümüş, Yayalar Köyü de buraya katılarak Şeyhler’in bir mahallesi haline gelmiştir. “Şeyhler” ismi, asırlarca buranın adı olarak kalmış, daha sonra ise Çamlıdere olarak değişmiştir.
Önceleri Çorba’ya / Pazar’a bağlı olan Çamlıdere, Hicrî 1314 / Miladi1895 yılında bucak olmuş, Hicrî 1326 / Miladi 1907 yılından önce de belediye teşkilatına kavuşmuştur.1915–1916 yıllarında Kızılcahamam’a bağlanmış ve nihayet 27.11.1955 tarihinde 6191 sayılı kanunla ilçe olmuştur.
İlçede Bayındır, Buğralar, Bükeler ve Peçenek gibi Oğuz boylarının isimlerini taşıyan köylerin bulunması, bu köylerin Orta Asya’dan gelen Türkler tarafından kurulduğu kanısını uyandırmaktadır.
Hanefi Mezhebi’nden ve Nakşibendî Tarikatı’ndan olan Şeyh Ali Semerkandî, uzun yıllar Şeyhler Mahallesi’nde ikamet ederek, Çamlıdere’yi ilim, irfan ve fazilet merkezi haline getirmiştir.
Hicri 862 / Miladi 1458 yılında, yaklaşık 142 (Hicri) yaşında vefat eden Şeyh Ali Semerkandî, Çamlıdere mezarlığının orta yerine defnedilmiştir. Türbesi hâlen burada olup, halkımızın ziyaretine açıktır.
1978 yılında restore edilen Türbe’de, Şeyh Ali Semerkandî’nin yanında 10 kabir daha bulunmaktadır ki bunlardan yedisinin arkadaşlarına, üçünün de sırdaşlarına ait olduğu rivayet edilmektedir.
Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslâmlaşması yolunda büyük bir rolünün olduğuna inanılan Şeyh Ali Semerkandî, Hak ve gönül dostu olarak bilinmektedir.
Bu araştırma Çamlıdere İlçe Müftülüğünce hazırlanmıştır.
Çok zekî ve pek akıllı idi. Küçük yaşda Kur'ân-ı kerîmi ezberledi ve muhtelif kırâatlere göre okumasını öğrendi. Genç yaşında; tefsîr, hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde pek yüksek derecelere kavuştu. Mekke-i mükerreme, Medîne-i münevvere, Şam, Kudüs, Irak, Semerkand, Çamlıdere gibi pekçok beldelerde İslâmiyeti öğretmek, emr-i mârûf nehy-i münker yapmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için dolaştı.
Ali Semerkandî, tahsîlini tamamladıktan sonra, Mekke-i mükerremeye gitti. Kâbe-i muazzamada yıllarca imâmlık yaptı. Orada, insanları Ehl-i sünnet îtikâdına uygun bir îmân ile yaşamaları, ibâdetlerini sünnet-i şerîfe uygun yapabilmeleri için çok çalıştı. Mânevî bir işâret ile Medîne-i münevvereye geldi. Orada Resûlullah efendimizin mübârek türbelerinde yedi sene kadar türbedârlık hizmetinde bulundu.
Bir gün rüyâsında, Peygamber efendimizin kerîmeleri Fâtımâ vâlidemizi gördü. Rüyâda;
"Yâ Ali! Resûlullah'ın huzûruna git. Seni mânevî evlatlığa kabûl buyuracak!" dedi.
Ali Semerkandî uyanınca, hemen Resûlullah'ın mübârek huzûruna koştu. Mübârek kabrinin karşısına geçip, diz üzerinde edeble oturdu. Başını önüne eğerek, murâkabe hâlinde beklemeye başladı.
Bir müddet sonra Ravda-i mutahheradan Resûlullah efendimizin;
"Buyur yâ Ali! Seni mânevî evlâdım olarak kabûl ettim. Kıyâmete kadar bu mûcizem bâkî kalsın. Yâ Ali! Öyle bir beldeye git ki, fakirlikleri sebebiyle beni ziyâret edemeyen ümmetim, seni ziyâret etsinler. Sen benim evlâdım olduğun için, sana yapılan ziyâreti bana yapılmış gibi kabûl ederim."
mübârek sözlerini işitti. Bu sözleri, büyük bir zevk ile dinleyen Ali Semerkandî hazretleri, sevincinden ağladı ve cenâb-ı Hakk'ın verdiği bu nîmetten dolayı şükür secdesi yaptı. Anadolu'ya gitmesi gerektiğini anladı ve hemen harekete geçti.
Ali Semerkandî bugünkü Ankara'nın Çamlıdere havâlisine geldi. (Çamlıdere'nin eski ismi Şeyhler olup, bu zâta izâfeten verildi.) Çamlıdere'ye bir derviş kıyâfetinde gelen Ali Semerkandî, oradaki insanların çok fakir olduğunu görerek, işâret buyurulan yerin burası olduğunu mânevî keşf ile anladı. Buradaki insanların irşâdı, Allahü teâlânın emirlerini bildirmek, yasaklarından sakındırmak için yıllarca çalıştı. Pekçok talebeleri oldu. İslâmiyeti yaymak için çalıştı.
Bulunduğu bölgeye ilk geldiği günlerde, köylülerin sığırlarını otlatacak çobanları yoktu. Arıyorlardı, fakat çobanlığa kimse yanaşmıyordu. Ali Semerkandî hazretlerinin de büyüklüğünü anlamış değillerdi.
İnsanların bu sıkıntısını gören Ali Semerkandî onlara; "Sığırlarınızı otlatabilirim. Bu işten dolayı sizden ücret talep etmiyorum." buyurdu.
Köylüler bu habere çok sevindiler. Köylerine yeni gelen, herkese dinden îmândan bahseden bu zâta dediler ki; "Biz, sığırlarımızla birlikte, buzağılarını da otlattırmak istiyoruz. Eğer buzağıların, annelerini emmeden otlamalarını sağlarsan memnûn oluruz." O da kabûl etti.
Ertesi gün inekleri ve buzağıları bir arada otlatmaya götüren Ali Semerkandî, otlak yerinde sığırlara dönerek; "Ey inekler ve buzağılar! Akşama kadar berâberce otlayınız. Yalnız buzağılar, annelerini emmesin, anneler de yavrularını emzirmesin!" dedi.
Bu söz üzerine, akşama kadar inekler buzağılarını emzirmedi. Buzağılar dahî annelerini emmek için uğraşmadı. Akşam merak içinde bekleyen köylüler, ineklerin memelerini süt ile dolu görünce hayretten şaşırıp kaldılar. Böylesini ne işitmiş ne görmüşlerdi. Bunun, Ali Semerkandî hazretlerinin bir kerâmeti olduğunu ve onun büyük velîler arasında yer aldığını anladılar.
Ali Semerkandî, bir gün kırda sığırları otlatırken, bir kurdun, bir öküzü öldürmek için hazırlandığını gördü. Hemen yanlarına varıp, kurda; "Ey kurt! Bu öküzü öldürmek için kimden izin aldın?" deyince, kurt dile gelip; "Ey Allahü teâlânın sevgili kulu! Bu öküz benim nasîbimdir. Allahü teâlânın izni ile bunu öldürüp yiyeceğim." dedi. O da; "Ey kurt!Öküzün sâhibine durumu anlatayım. Haberi olsun ki, bize bir kabahat bulup dil uzatarak âhiretini yıkmasın. Bugün müsâade et, yarın gel." buyurdu. Kurt, peki diyerek oradan ayrıldı.
Akşam durumu öküzün sâhibine anlattı. Fakat öküzün sâhibi, Ali Semerkandî hazretlerinin büyüklüğünü idrâk edemiyenlerden idi. Onun bu anlattıklarının olamayacağını söyleyerek, ertesi gün öküzü yine gönderdi. O gün kurt, yine gelip öküzün başına dikildi. Hâdiseyi tâkib eden Ali Semerkandî, kurdun yanına gelip; "Mâdem ki yiyeceksin, hiç olmazsa derisini delik deşik etme de, sâhibinin işine yarasın!" dedi. Kurt, öküzü öldürüp, derisine zarar vermeyecek şekilde etini yedi.
Akşam, öküzün yerine derisinin geldiğini gören öküzün sâhibi, doğruca Ali Semerkandî'nin yanına koşup, durumu sordu. Hâdiseyi öğrenince, inanmayıp Ali Semerkandî'ye uygun olmayan sözler söyledi ve ertesi günü kâdıya şikâyet etti.
Kâdı, her iki tarafı dinledikten sonra, Ali Semerkandî hazretlerine; "Şâhidin var mı?" diye sordu. O da; "Orada bu hâdiseyi gören ağaçlar ve kayalar şâhidimdir." der demez, hâdisenin geçtiği bölgeden bir gürültüdür koptu. Kayalar ve ağaçlar harekete geçmiş, kâdı efendinin bulunduğu yere doğru geliyordu.
Herkes korkudan kaçmaya başladı. Bunun üzerine Ali Semerkandî hazretleri; "Ey kayalar ve ağaçlar! Olduğunuz yerde durun!" buyurunca, durdular. Kâdı ile dâvacı ve inanmayan kimselerin hayretlerinden akılları gideyazdı. Ali Semerkandî'nin büyüklüğünü kabûl edip, onun talebelerinden oldular.
Yaz mevsiminde, kadınlar tarlada ekin biçiyorlardı. Oralarda sığır otlatan Ali Semerkandî, namaz vakti girdiği hâlde abdest tâzeleyecek bir su bulamadı. Âsâsını yere vurarak; "Çık, yâ mübârek!" deyince, yerden gövde kalınlığında bir su çıktı.
Sular, hızla meyilli arâzide etrâfa yayılırken, kadınlar bağırmaya başladılar: "Su çıkarmanın da zamânı mı? Ekinlerimiz sular altında kalacak..." Bunun yanısıra, Ali Semerkandî'ye hakâret dolu sözler ettiler.
O da suyun çıktığı yere bakarak; "Ey mübârek su! Ne çıktığın belli olsun, ne de aktığın!" buyurdu. Bu söz üzerine suyun çıktığı yer, kuyu ağzı gibi olup hareketsiz kaldı.
Sığırcık uyunun çıktığı yerin videosu
O târihlerde Osmanlı pâyitahtı olan Bursa'da bir çekirge âfeti oldu. Her tarafı çekirge kaplamış, mahsûlleri ve çiçekleri harâb etmiş idi. Bu âfetten kurtulmak için, zamânın zirâatçılarından çâre soruldu. Yapılan bütün araştırmalardan bir netice alınamayınca, âlimlere ve velîlere haber gönderildi.
Bu çekirge âfetinden kurtulma çâresinin ne olduğu soruldu. Bu haber, Çamlıdere'de yaşayan Ali Semerkandî'ye de ulaştı. Ali Semerkandî hazretleri, dağda asâsıyla çıkardığı sudan bir mikdâr Bursa'ya gönderdi. Bu suyu, zarar veren haşerâtın bulunduğu bölgeye dökmelerini tenbih etti.
Suyu Bursa'ya götürdüler. Çekirge âfetinin bulunduğu bölgelere azar azar döktüler, çok kısa bir zaman içinde çekirgeler kayboldu. Mahsûller, bitkiler, çiçekler çekirgelerin istilâsından böylece kurtuldu. Bir rivâyete göre bu su, bir kap içinde yüksek bir yere asıldı. Allahü teâlânın izni ile suyun götürüldüğü yerde sığırcık kuşları toplanıp, bir anda çekirge sürülerini mahvettiler.
Şeyh Ali Semerkandi Hazretleri tarafından çıkarılan Sığırcık Suyunun çekirge afetini nasıl yok ettiğini tanık olmuş birisinden izleyebilirsiniz.
Pâdişâh, Bursa'nın çekirgelerden kurtulmasına vesîle olan Ali Semerkandî'yi Bursa'ya dâvet etti. Ali Semerkandî Bursa'ya geldiğinde, Pâdişâh ona çok izzet ve ikrâmlarda bulundu. Pek fazla iltifât edip, Bursa'da kalmasını arzu etti. Fakat Ali Semerkandî, nâzik bir ifâdeyle Bursa'da kalamıyacağını, bu ümmetin fakir olup, Resûlullah efendimizi ziyârete gidemeyen insanların bulunduğu bölgede kalmak istediğini bildirdi.
Bunun üzerine Pâdişâh, bir istekte bulunmasını arzu etti. Ali Semerkandî de; "Çamlıdere havâlisindeki tebanız çok fakirdir. Onları, askerlik ve toprak kirâsı mükellefiyetinden muaf tutmanızı arzu ediyorum." buyurdu. Pâdişâh derhâl bir ferman yazdırarak, bundan sonra Çamlıdere havâlisinde bulunan kimselerin askerlik yapmayacağını ve toprak kirâsının alınmayacağını bildirdi.
O günden, İstiklâl Harbi sıralarına kadar Çamlıdere bölgesinden vergi alınmadı ve askere giden olmadı. Bütün pâdişâhlar, o fermana riâyet ettiler. Ayrıca, "Çekirge Suyu" ismi ile meşhûr olan sudan zaman zaman alınarak, çekirgelerin zarar yaptığı bölgelere götürüldü. Bu su; hâlen Çamlıdere'nin kuzeyinde, Gerede'nin doğusunda, Eskipazar'ın güneyinde bulunmaktadır.
Çamlıdere'de Ali Semerkandî'nin külliyâtında bulunan bu fermânın bâzı maddeleri şöyledir: 1) Çamlıdere'de bulunan müslümanlar, Şeyh Ali Semerkandî hazretlerinin mânevî evlâdlarıdır. 2) Yine bu bölgenin halkına askerlik mükellefiyeti yoktur. 3) Toprak kirâsından muaf tutulacaklardır. 4) Çekirgeleri yok eden Sığırcık suyu, Şeyh Ali Semerkandî ve onun mânevî evlâdlarına âittir... Bu fermân, zaman zaman yenilenmiştir.
Ali Semerkandî, 1457 (H.862) târihinde Çamlıdere'de vefât etti. Türbesi Çamlıdere kabristanının ortasında bulunmakta, ziyâret edenler, ondan çok feyz almaktadırlar. Türbesinin kapısından girilince tam karşıda olan büyük sandukalı kabir ona, etrâfındaki kabirler de talebelerine âittir.
1)Esmâ-ül-Müellifîn;c.1,s.733
2)İslâm Âlimleri Ansiklopedisi;c.11,277
3) Sefînet-ül-Evliyâ; c.2, s.370