BİR KÖY KUR’AN ÖĞRETİCİSİ
ALPAGUT’LU HAFIZ MEHMET YILMAZ
Doğumu, Eğitimi, Evliliği ve Çocukları
Çevrede “Alpagut’lu Büyük Hafız” ismi ile tanınan Hafız Mehmet Yılmaz, 1886 yılında Kızılcahamam’ın Alpagut Köyünde doğdu. Babası köyün ileri gelen zengin ağalarından Ömer Ağa, annesi aynı köy halkından Havva Hanımdır. Mehmet Yılmaz, bir ağa çocuğu olarak doğdu, babasının vefatından sonra, ölümüne kadar “HAFIZAĞA” diye tanındı. Mehmet Yılmaz, hıfzını köyünde tamamladı. Ankara’da çeşitli Kur’an üstadlarından Kur’an talimi ve tecvit dersleri aldı. Bir süre İstanbul’da okuduğu söylenir.
Hafız Mehmet Yılmaz, önce Akgül Hanım ile evlendi. Ondan Ziya, Emin, Hacı Ömer, Ünzüle ve Akgül isimli çocukları dünyaya geldi. Eşi Akgül Hanım’ın, kızı Akgül’ün doğumu sırasında ölümünden sonra Kezban adındaki ikinci hanımı ile evlendi. Bu hanımdan Ali isimli oğlu dünyaya geldi. Eşi vefat ettiği için dul kalan Sabire Hanımı ikinci eş olarak aldı. Ondan da Hacı İbrahim isimli oğlu dünyaya geldi.
Hafız Mehmet Yılmaz kendi çocuklarını okutmak için büyük çaba harcadı ise de bunda başarılı olamadı. Özellikle küçük oğulları Ali ile Hacı İbrahim’i okutmak için çalıştı. Ancak her ikisini de mesleğine varis etmeyi başaramadı. Önce oğlu Ali’yi, köyün imamı “DEMİR HAFIZ” ismi ile tanınan Mustafa Çoban’da hafızlığa başlatır. Ali, hareketli bir genç, yaşı da ilerlemiş, babasını, hocasını dinlemez, hafızlığa çalışmayı bırakır. Küçük oğlu Hacı İbrahim’i Çeltikçi Beldesindeki ilkokula gönderir, fakat onda da başarılı olamaz. Bir süre zihinsel bir hastalık geçirdi. Fakat daha sonra kendiliğinden iyi oldu.
Geniş arazisini ve otlaktaki küçükbaş hayvan sürülerini yönetmek onu hayli yormuş ve yıpratmıştır. Oğullarını genç yaşlarında köyün başka zengin ailelerin kızları ile evlendirmiş, ancak onlardan sahip olduğu mal varlığının yönetiminde yeterli yararı sağlayamamıştır.
Çevre köylerden işlerinde ücreti ile çalıştırmak üzere anlaşma yaptığı kimselerden de verim alamamıştır. Uzun yıllar aile uğraşıları, mal-mülk yönetimi sıkıntıları ile uğraşan Hafız Mehmet Yılmaz, 1935’li yıllara geldiği zaman ellili yaşlar olgunluğuna kavuşmuştu. Kendi köyünden ve çevre köylerden gelen öğrencilerine, kendi evinin bir özel bölümünde hafızlık yaptırmaya başladı.
Öğrencileri, Öğretim Metodu ve Öğrencileri İle İlişkileri
Hafız Mehmet Yılmaz’ın ilk öğrencisi kendi köyünden Hafız İbrahim Özdoğan oldu. Ankara’da Sultan Alaaddin, İbadullah, Kocatepe ve Aydınlıkevler Camilerinde imam-hatiplik yapan İbrahim Özdoğan, sonraki talebelerine de kalfalık yaptı. Daha sonra yine kendi köyünden Kazım Yalçınkaya, çevre köylerden gelen Seyfettin Fidan, Abdullah İşler, Mustafa Ünal, Hasan Böke, Durmuş Abacı, İsmail Fidan vb. Hafız Mehmet Yılmaz’da hıfzını tamamlayanlar arasında yeraldılar. Hafızlığını tamamlattığı öğrencilerinin toplam sayısı yaklaşık 50 kadar olduğu sanılmaktadır.
Öğrencilerinin Alpagut Köyünde kalabilecekleri özel bir yer yoktu. Diğer köylerden gelen çocukların aileleri köy halkından biri ile olan yakınlığına dayanarak çocuklarını getirir, Alpagutdaki bir dostunun evine bırakırlardı. Bu çocukların tüm kişisel ihtiyaçları (yemek-barınma-temizlik) Alpagutlu aile tarafından herhangi bir maddi karşılık beklenmeksizin karşılanırdı. Bazen bir köy evinde bu yabancı çocuklardan 1, 2, 3 yabancı çocuğun aynı zamanda barındıkları görülürdü. Bu çocuklar günlük derslerini kaldıkları evin imkanları ölçüsünde çalışır ve hazırlarlar, Hafız Mehmet Yılmaz’a dinletirlerdi. Öğretim metodu, tek tek öğrencilerinin dersini dinleme şeklinde olurdu. Öğrencilerin ders çalışma ortamı son derece yetersizdi. Bazen tek odalı bir evde, evin erkeği, hanımı, çocukları, öğrenci çocuklar aynı odada yatıp-kalkar, yiyip-içerlerdi.
Abdullah İşler Hoca, Durmuş Abacı ile birlikte, Alpagut’lu Durmuş Özbek’in tek odalı evinde aynı koşullar altında hıfzını tamamladığını anlatıyor. Genelde kış şartlarında sürdürülen bu eğitimin hangi zorluklara karşı başarıldığını tahmin etmek güç değildir. Hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerine karşı tutumu oldukça serttir. Günlük dersini veremeyen öğrenci hocasının dayağına her zaman hazır olmalıdır. Dersini iyi hazırlamamış öğrenci kesinlikle bağışlanmaz. Ancak, Hocanın bu sert tutumu, öğrencilik yıllarında hoş karşılanmasa da ileriki yaşlarda Hafız Mehmet Yılmaz’a dua vesilesi sayılmıştır.
Rahmetli Kazım Yalçınkaya’nın hocası ile ilgili hatıraları bunu ortaya koymaktadır. Hafız Seyfettin Fidan’ın değerlendirmeleri de bu doğrultudadır. Hafızağa’nın öğrencileri, onun eğitiminden yaşamları süresince mutlu olmuşlardır. Sonraki yıllarda, o yıllara ait anılarını zevkle anlatırlar. Alpagut’lu Hafız Mehmet Yılmaz’da hıfza çalışan öğrencilerin, başta evinde kaldıkları aile büyükleri olmak üzere tüm köy halkı denetçileridir. Dersini savsaklayan ya da köyde olumsuz davranışları görülen öğrenciler, köy erkekleri tarafından da sık sık uyarılırlardı. Gerekirse bu tür davranışları olan öğrenciler Hocaları Mehmet Yılmaz’a bildirilir, şikayet edilirlerdi. Hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerinin hemen tamamı onda hıfzını tamamladıktan sonra daha yüksek eğitim için Ankara ve İstanbul’a gitmişlerdir. Hatta Abdullah İşler gibi eğitimini Mısır’da Ezher Üniversitesinde devam ettirenler dahi olmuştur. Bu öğrencilerden önemli bir kısmı daha sonra ülkemizde önemli dini hizmetler yapmışlardır.
Günümüzün bazı eğitimcileri çocuklara Kur’an’ı Kerim’i ezberletmenin, onların belleklerine ömürleri boyunca bir gereksiz yük yüklenmiş olacağını savunuyor, Kur’an’ı Kerim’i çocuklara ezberletmeyi eleştiriyorlar. Bu iddia tartışmaya açıktır, “İki kere iki dört eder” gibi matematiksel bir zorunluluk değildir, çünkü biz belleğimizin tamamını kullanamamaktayız. Büyük bir kısmı işlevsiz kalıyor. Çok çalışan, çok biriktiren zihinler daha canlı, daha derin, daha güçlü oluyor.
Hafız olanların bellekleri daha canlı kalıyor. Beyin hücreleri daha sağlıklı oluyor. Bu nedenle Kur’an öğretiminde Kur’an’ı Kerim’in tamamını ezberlemek, bir şiiri, bir yabancı dil metnini ezberlemek, bir eğitim kusuru olarak düşünülemez. Kaldı ki, hafızlık yapmak o kadar zor değildir. Yüce Allah’ın bir lütfu olarak Kur’an’ı Kerim’i ezberlemek, herhangi bir Arapça metni ezberlemek gibi değildir. Kur’an’ı Kerim hem kolay ezberlenir, hem de bellekte uzun süre kalır. Bu Kur’an’ı Kerim’e özel bir niteliktir.
Hafız Mehmet Yılmaz’ın Özellikleri
Hafız Mehmet Yılmaz, kırmızı çehreli, büyük burunlu, uzun ve beyaz sakallı, orta boylu ve güzel giyimli idi. Gerçek bir hoca, aynı zamanda gerçek bir ağa idi. Çok akıllı, çok tedbirliydi. Kendisini topluma kabul ettirirdi, toplum da onun dini otoritesini kabul ederdi. Bir dini merasime katıldığı zaman sarığı ve cübbesi ile görünürdü. Halkın içinde ayrıcalıklı bir konumu vardı. Onun bulunduğu dini toplantılarda, toplantıyı yönetme yetkisi daima Onun olurdu. Başka kimseler bilgisi ve sıfatı ne olursa olsun, bu tür dini toplantıları yönetme cesaretini kendisinde bulamazdı. Örneğin bir mevlit okunuyorsa, kimin ne okuyacağına, ne kadar okuyacağına o karar verirdi. Okuyuşunu beğendiği kimseleri uzun süre okutur, beğenmez ise okuyuşunu uygun şekilde kesiverirdi. Okuyucular da bu engellemeyi saygı ile karşılardı.
Hafız Mehmet Yılmaz’ın Kur’an öğretimine başladığı dönem, tek parti hükümetleri dönemi, şeflik yönetimi dönemi. Her türlü din eğitim ve öğretiminin yasaklandığı, jandarmanın, ilköğretim müfettişlerinin çok sıkı takibine uğradığı dönemdi. Bu dönemin sıkıntılarından Hafız Mehmet Yılmaz da kısmen payını almıştır. Ancak, Hafız Mehmet Yılmaz bu baskıları göğüsleyebilecek siyasi bir güce de sahipti. Başkent Ankara’da milletvekili düzeyinde dostları vardı. Başı sıkıştığında onların korumasından yararlanabilecek olanaklara her zaman sahipti. Şu olay onun siyasi gücünü göstermesi bakımından önemli bir tespittir:
Hafız Mehmet Yılmaz’ın oğlu Hacı İbrahim hastalanmıştı. Babası onu Ankara’ya tedavi için götürmüş, baba-oğul Numune Hastanesine varmışlar, tedavi için başvurmuşlardı. Hastanenin kayıt memuru çocuğun ismini sormuş. Babası “Hacı İbrahim” deyince, kayıt memuru “haydi defolun buradan, şimdi Hacı ismi mi kaldı?” diyerek baba-oğulu hastaneden kovmuştu.
Mehmet Yılmaz Hoca, hemen dostu bir Ankara milletvekiline ulaşmış, olayı anlatmış, milletvekilionları kovan memura telefon ederek, çocuğun tedavi için hastaneye alınmasını istemişti. Baba-oğul, Numune Hastanesinde yeniden aynı memurun önüne çıkmışlar. Memur yeniden çocuğun ismini sorunca, Mehmet Yılmaz Hoca, o memura hakaret edercesine çocuğun ismini yüksek sesle “Hacı İbrahim Yılmaz, Hacı İbrahim Yılmaz!” diyerek birkaç kez tekrar etmiştir. Tabii çocuk hastaneye yatırılmış ve tedavisi sağlanmıştır.
Görülüyor ki, Hafız Mehmet Yılmaz, şeflik döneminin sıkı koşulları altında dahi amacına ulaşabilecek mali ve siyasi güce sahip bir kimsedir. Bu nedenle onun yürüttüğü Kur’an öğretimi çalışmaları ciddi anlamda bir sıkıntıya uğratılamamıştır. Hafız Mehmet Yılmaz, öğrencilerinin velilerinden herhangi bir maddi karşılık almazdı. Geniş tarla, bağ ve bahçelerinin ekim-dikim işlerinde, çeltik kaldırımı, bağ bozumu, pekmez kaynatımı vb. işlerinde öğrenci velilerinin işgücü desteğini kabul ederdi. Ancak, öğrenci velileri için bu bir zorunluluk değildi.
Vefatı ve Defni
Hafız Mehmet Yılmaz’ın ölümü de -Allah’ın takdiri- bir tuhaf oldu. Köy komşusu birinin evine bayram ziyaretine gitmişti. Ziyaret sırasında köyün onun yaşındaki başka erkekleri de vardı. Ev sahipleri, kendi evleri ile evlerine üç-beş metre uzaklıktaki bir samanlık damı arasına ağaçlar uzatmışlar, üzerine tahtalar çakmışlar, döşekler- halılar atmışlar, oturacak bir yer oluşturmuşlardı. Mevsim yaz ayları idi. Oluşturulan oturma yerinin ufku açık, seyir olanağı geniş, hava esintisi çok güzeldi. Ev sahipleri konuklarını orada ağırlıyorlardı.
Oturulan yerin alt tarafı da biraz taşlık ve dört-beş metre yükseklikteydi. Gelen ziyaretçilerin sayısı bu yerin altındaki ağaçların çekemeyeceği kadar artınca, ağaçlardan biri kırılmış, orada oturanların tümü alttaki boşluğa düşmüşlerdi. Bu kaza sırasında Hafız Mehmet Yılmaz’ın bir bacağı kırılmıştı.
Önce çevre imkanları ile tedavisi sağlanmaya çalışıldı, sonuç alınamadı. Hastanın 80 km mesafedeki başkent Ankara ile Alpagut Köyü arasında hayvan sırtı dışında taşınması imkanı yoktu. Çok zor şartlar altında bir taksi köye getirilebildi. Hafız Mehmet Ankara Numune Hastanesi’ne götürüldü, fakat iyileşemedi. Numune Hastahanesi’nde vefat etti.
Bir ay kadar sonra gene zor şartlar altında cenazesi köyüne getirildi. Çevre köylerden toplanan halk ve öğrencilerinin büyük katılımı ile köy mezarlığına defni yapıldı.
Genel bir Değerlendirme
Hafız Mehmet Yılmaz, Kur’an öğretimine ileri yaşlarında (yaklaşık 50-53 yaşlarında) başladı. Eğitimi on yıl kadar sürdü. Bu kısa süre çok verimli ve hızlı geçti. Ansızın ölümü ile karşılaşılmasaydı, daha uzun yıllar yöredeki yüzlerce genci hafız yapabilirdi. Onda ve Alpagut Köyü ile çevresinde bu potansiyel vardı. Ne var ki, beklenmedik ölümü ile bu hızlı eğitim sona erdi.
Hafız Mehmet Yılmaz, aynı zamanda bir köy ağası idi. Bu nedenle dünya işleri, bağ-bahçe, tarla, küçük-büyük baş hayvan yetiştirme işlerinden de uzak kalamadı. Mal-mülk işleri ile ilgili uğraşıları onu uzun süre Kur’an eğitimi çalışmalarından alıkoydu. Kur’an eğitimi çalışmaları sırasında da bu ilişkilerini sürdürmek zorunda kaldı. Bu nedenle Kur’an eğitimi çalışmalarına dünya geçimi ile ilgili çabaları her zaman baskın geldi.
Hafız Mehmet Yılmaz, çok otoriter bir Kur’an öğretimi sürdürdü. Ancak öğrencileri onun bu otoriter tutumunu yadırgamadılar; daha sonraki yıllarda onu sevgi ve saygı ile andılar. Hocalarına her zaman Yüce Allah’ın rahmetini istediler.
Öğrencisi Hafız Abdullah İşler, hocası Hafız Mehmet Yılmaz’ı şöyle tanımlıyor:
- Allah kendisine geniş rahmetini esirgemesin, hocamız Hafız Mehmet Yılmaz, talebelerine karşı görkemli, disiplinli ve sert bir insandı. Dersini iyi yapmayan öğrencilerine tolerans göstermezdi. Onu köyün bir yerinde görsek korkudan kaçardık, yanına yaklaşamazdık. Bir anımı aktarayım: Alpagut Köyünde, nehir yatağında “Eylen” denilen geniş bir su birikimi vardı. Erkekler ve çocuklar orada yüzerlerdi. Ben de suya girmiştim. Mehmet Yılmaz hocam, suyun üst tarafındaki yüksekçe kayanın tepesine gelmiş, bizi gözetliyormuş. Bana yüksek sesle seslendi, onun sesini duyunca giysilerimi apar-topar nasıl aldıysam, oradan köyün bir tarafına kaçıp gizlendim. İstanbul’a gittikten sonra, köyüme geldiğim zaman Alpagut’a da giderdim. Her gelişimde, vakit namazlarında camide bulunmamı ve Kur’an okumamı isterdi. Hatta Kur’an okumam için beni sıkıştırırdı. Köyde işlerin yoğun olduğu zamanlarda Musa Ağabeyim Alpagut’a gelir, evinde kaldığım ailenin tarım işlerinde imece usulü yardım ederdi. Hocam Mehmet Yılmaz’ın bu tür işlerinde de çalışırdı. Bu nedenle ağabeyimi çok severdi.
Alpagutlu Hafız Arif Mehmet Özdemir, kendi köyünde hafız Mehmet Yılmaz’ın öğrencilerine Alpagut Köyü halkının verdiği desteği şöyle anlatıyor:
- O zamanlarda, bizim köyde değişik bir hava vardı. Mesela çevre köyler halkından birisi bizim köyden herhangi birine “Benim oğlan hafızlığa çalışacak, ama kalacak yeri yok. Senin evinde kalabilir mi?” dese (ki bu isteğini hiç çekinmeden söyleyebilirdi). Söylenen kimse de herhangi bir bahane ileri sürmez. Şartsız, koşulsuz “tamam kalabilir” der, “getir çocuğunun yatağını, bizim evde kalsın” derdi. Bizim köyde, Kur’an öğretimi alan öğrencilere karşı köy halkının anlayışı böyleydi. Hemen hemen her evde bir, iki veya üç çocuk bulunurdu. Bu talebelerin yeme-içme harcamalarını, o evin sahibi karşılardı. Belki, öğrenci çocukların velilerinin biraz katkısı olurdu. Ama, talebelerin çamaşırları kaldığı aileler tarafından yıkanır, yatakları yapılır, yemekleri hazırlanırdı. 1940’lı yıllarda evlerde yataklar her gün serilir, sabah olunca da kaldırılırdı. Köyde ev halkı kendisi, çoluğu-çocuğu ile işe, çalışmaya gider, hafızlığa çalışan talebelere hiçbir iş yaptırılmazdı. Talebe sadece dersiyle meşgul olurdu. O zamanlarda Alpagut Köyünün bambaşka bir havası vardı. Köy, panayır yeri gibi idi, bilgi şöleni havası hakimdi. Böyle bir durum civar köylerde yoktu. Kazanın her yerinden Alpagut köyüne öğrenciler geliyordu. Ben, bir ara Hafızağa’da (Hafız Mehmet Yılmaz’da) okuyanların listesini yaptım. Bu listede elliden fazla öğrenciyi tespit etmiştim. Tabii bunlar benim tespit edebildiklerim. Mutlaka tespit edemediklerim de vardır.